Başbakan on yılda bir salon takımını değiştiren bir dekoratör gibi her seferinde farklı bir mimari tarzı deniyor.
Biz bu duruma nasıl geldik? Olayların siyasi, sosyal, iletişim ve bilumum diğer boyutlarını eleyerek, sadece mimarlık ve şehircilik düzleminden olaya bakmaya çalışalım: Tüm Türkiye ‘deki imar faaliyetleriyle karşılaştırıldığında, metrekare açısından toz tanesi kadar kalan ufacık park alanı sebep oldu her şeye. Yani Gezi Parkı bir toz, yanında İstanbul polisinin gaz bulutu da var, işte sıkıştı böylece koskoca bir dünya ortaya çıktı.
Biliniz ki, bu ülkede çevresine duyarlı bir mimar ve plancı olmak neredeyse her ay Gezi Parkı’na, Topçu Kışlası yapıldığını görmek kadar yıpratıcı bir şey. Gezi’ye benzer tahribatı olan, içimizi acıtan projelerin sorgulamadan, tartışılmadan, kamuoyundan sıkı sıkıya gizlenmiş hali ile inşaatın başladığını her an görme korkusu.. Diğer meslek gruplarının da dertleri vardır muhakkak ama bu durum kentini düşünen, bunun eğitimini almış, her gün bununla yoğurulan meslekten kişiler için çok acı verici, inanınız.
Tüm bu gürültü partırtının sebebi gerçekten 3-4 ağaç mı? Kimse kendini kandırmasın, herkes gibi yöneticiler de protestoların sebebinin sadece ağaçlar olmadığını çok iyi biliyorlar ama demeçlerinde olayları bu şekilde tariflemek (küçümsemek) işlerine geliyor.
“Başbakan’ın kendisinin seçip görüştüğü heyet, tüm halkı ne oranda temsil eder” şeklindeki endişelerimizi saklı tutarak, heyetteki mimar ve plancıların toplantı sonrası söylediklerini dikkate alalım ve çıkarımlar yapalım.
Sayın Başbakan’dan iki tane olmadığı halde (olsa iyi mi olurdu sizce) tek bedende iki farklı yaklaşımı olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan biri, görmeye çok alışık olmadığımız sakin ve dinleyen hali. Örnek: Heyetin normale göre sert sayılabilecek endişelerini ve eleştirilerini kabul etmesi. İtiraz etmeden tartışmadan, konuşmasını –belki de alakasız bir konudaki rakamlarla desteklemeden– ve hatta tatsız-sert ikazlar olmaksızın notlar alması… Peki, sonuç? Dağ fare doğuruyor, önceden karar verildiği belli bir referandum deklarasyonu çıkıyor. Yani aslında heyete “Dedikleriniz bildiğim şeyler ama kibarca dikkate almıyor, bu toplantıyı kamuoyuna sunacağım bir kararımı açıklamak için kullanıyorum” diyor? Toplantı bitiminde, eğer bilinçli yapıldıysa üzerine tezler yazılabilecek sosyal medyanın mizahi, dağınık ve biraz da güvenilmez enformatik yapısına, gaz bombası etkisi yaratan, kahraman dizi oyuncusunun bir beyanatı geliyor. Sosyal medya metaforunu çalıştırıp onu kilitlemenin bilinçsiz bir yolu işte.
Peki bu 4.5 saatlik endişe ve eleştiri bombardımanında heyetteki mimar ve plancılar ne demiş olabilirler? Onlarla yüz yüze görüşmedik. Toplantıda olup biteni anlatırlar mı, nasıl aksettirirler bilemeyiz ama söylemlerinden ve genel durumu tahlil edip çıkarımlar yapabiliriz.
– Topçu Kışlası’nın zamanında yıkılmasının yanlış olduğu ama şimdi bir daha yapılmasının daha büyük yanlış olduğunu…
– Sorunun sadece Gezi olmadığını, her sabah kalktığımızda sürpriz şekilde garip bir proje veya kararın oldubittiye getirilerek ve delicesine bir hızla hayata geçirildiğini…
– Evinizin tam önündeki meydanın, tam ortasındaki ağacı kesip, uzaktaki bir yerde fidanlık yaptık deyip dikilen ağaç sayısını abartıp, övünmenin anlamsız olduğunu…
– Mimari proje yarışması yapmayı beceremediğinizi. Çamlıca Camii’nin halinin fena olduğunu…
– Kenti ilgilendiren konularda toplumla, mimarlarla el ele çalışmadığınızı. Projeleri duyurmadığınızı, eleştiriye açık olmadığınızı ve şeffaflık yerine gizlilikle işleri halletmeye çalıştığınızı…
– Bu referandum kararı da dahil olmak üzere, gizemli kararlar alıp yine kamuoyunu merakta bıraktığınızı. Kimseyi teskin etmek gibi bir derdinizin olmadığı.
– Tansiyonu düşürmek yerine, daha da gerip kendi seçmenine mesaj verme pahasına mimari yönden de kusurlu beynatlar verdiğini…
– “AKM’yi yıkar orada cami yaparız” dediğinizde ‘cami üzerinde’ kavga etmek istemeyen kesimi kırdığınızın farkında mısınız? Taksim’e cami yapılırsa herkesin ortak paydada buluştuğu, kabul görülen, yarışma ile adil olarak projelendirilmiş, oranları ve işlevi ile çağdaş bir simge cami olmasını isteyen, samimi seçmenden bahsediyoruz. Onlara sormadan “Kışlaya karşı gelenler, görürsünüz, işte size cami” anlamına gelen bir demeçle cevap vermek… Sanki onların hür fikirlerinin olmadığı gibi davranılması…
Şimdi diğer haline bakalım: Daha fazla gördüğümüz ve alışık olduğumuz Başbakan’ı tarifleyelim. Aslında her şeyin farkında olan, konuşmalarında kızgın ve haksızlığa uğramış, buna rağmen mücadelesinde geri adım atmayan halinden bahsediyoruz. Galiba ona oy veren kitle bu halini seviyor. O da “Tencere tava, iner çıkar borsa” diye sonuçlarını tartmadan böyle takılıyor işte.
Bahsettiğimiz uzlaşmaz tavrı takınmışken, mimari görüşünde de bazı ‘hızlı’ değişimler gözlenmekte. Örneğin: Cami söz konusu olduğunda “Cami, cami gibi olmalı” diyerek betonarmeden kötü oranlı Mimar Sinan taklidi camiler tarifliyor. Kamu binası oldu mu ‘Selçuklu Osmanlı Kırması’ tercih edilecek denip günah çıkarılıyor. “İstanbul, Finans Merkezi olacak” deyip, ‘Dubai tarzı’ gökdelenlere meylediyor. AKM’nin kötü bir bina olduğunu düşünüp, sanatçılara gözdağı vermeyi de ihmal etmeyip ‘Barok Opera Binası’ isteği depreşiyor. Finalde, tarih korumacılığı söz konusu olduğunda ise ortalıkta daha rölevesi olmayan Topçu Kışlası’nın ne idüğü belirsiz soğan kubbeleri dayatılıyor.
Tabiri tabii ki caiz, Başbakan on yılda bir salon takımını değiştiren savruk ve kararsız bir dekoratör gibi her seferinde farklı bir mimari tarzı deniyor. Ülkedeki kentleri kendi evinin salonu gibi görüyor, ulaşım kararları için üçüncü köprü sanki bir mutfak dolabı seçimi! Haliç’teki Süleymaniye görünümünü rezil eden ve siluetinin sadeliğini bozan garip taşıyıcılı köprü, yemek masasına karar verir gibi kabul edilmiş sanki; yayalaştırma projesi diye Taksim’de yerin altına, yine tam irdelenmeden yapılan düzenleme de künk değişimi gibi görülüyor. Bunların şehir yaşantısına etkileri çok büyük, hiçbiri basit kararlar değildir ki, nasıl bu kadar acele ve acemice alınır ve sorgusuz sualsiz ihale edilir bir çırpıda?
Bitmedi… Şu kadar milyon metreküp beton döktük, bu kadar bina yaptık, şu kadar milyon dolar yatırım yaptık diye sayısallaştırıp başarı öyküsü yaratmak göründüğü gibi “O kadar yapmasaydınız keşke” şeklinde karşılanabiliyor.
Sonuç olarak; madem kendisinin tavrını seçebildiğini gördük, Sayın Başbakan’ın yumuşak ve dinleyen haline bürünmesini ve hep öyle kalmasını temenni ediyoruz.
*Mimar