Mimarların ve fotoğraf sanatçılarının belirli konular üzerinde farklılaşan bakış açılarını aktardığımız Mimarlık + Fotoğraf söyleşi serisinde sorularımızı Yerçekim Mimari Fotoğraf'ın kurucu ortağı, mimar ve fotoğraf sanatçısı Orhan Kolukısa yanıtlıyor.
Mimarların ve fotoğraf sanatçılarının aynı sorulara getirdikleri farklı yorumlarla okuyucuları mimarlığa geniş bir perspektiften bakmaya davet eden Mimarlık + Fotoğraf söyleşilerinde sorularımızı Orhan Kolukısa yanıtlıyor.
1997 yılında İTÜ’den mimar olarak mezun olan Orhan Kolukısa 1999 yılından beri mimarlık, tasarım ve görselleştirme üzerine çalışıyor ve ders veriyor. Yerçekim Mimari Fotoğraf’ın kurucu ortağı olan mimar ve sanatçı Orhan Kolukısa’nın çalışmaları, çoğunlukla yapılı çevre ve doğa arasındaki ilişkilere odaklanıyor.
Mimarlık + Fotoğraf söyleşilerinde ortak sorular İmge Bolluğu, Kusurluluk / Kusursuzluk, Dijitalleşme ve Yorum konu başlıkları altında toplanıyor. Mimarlar ve fotoğraf sanatçıları günümüzde değişen fotoğraf çekme ve paylaşma alışkanlıklarımız sonucunda ortaya çıkan imge bolluğunu, mekân ve çevresiyle kurduğu ilişkideki gerçekliğin fotoğrafa yansımalarını, mimarlık ve fotoğraf alanındaki dijitalleşmeyi, fotoğrafın mimari bir temsil aracı olması ve estetik değeri arasındaki ilişkiyi farklı bakış açılarından değerlendiriyorlar.
Herkesin fotoğraf çekebildiği bugünde “imge bolluğu” meselesi ulaşılabilirlik ve ifade özgürlüğü anlamında size ne ifade ediyor? Sizce bu belgeleme ve arşiv konusunda bir kolaylık sağlıyor mu?
Görsel kayıt ve paylaşım araçlarının çeşitlenmesi ve çoğalması bir bollaşma algısı yaratıyor sanıyorum. Bu ‘bolluk’ ve ‘özgürlük’ içinde benzerlikler ve tekrarların çokluğunu şaşırtıcı buluyorum. Evren sonsuz imgeyle dolu, biz kendi ürettiklerimizin nicel çokluğu ile oyalanıyoruz. Belgeleme ve arşiv ise bir seçki işi; nicel çokluğun buna bir kolaylık getireceğini düşünmüyorum ama olanakları çeşitlendireceği, genişleteceği kesin gibi.
Herkesin fotoğraf çekebilmesi durumu, fotoğrafı bir sanat olarak algılamamızı engelliyor mu? Çekilen fotoğrafların kalitesi ve estetik değeri nasıl bir anlam ifade ediyor?
Fotoğraf, dijital kayıt ve paylaşım araçlarının yaygınlaşmasından çok uzun zaman önce demokratikleşmiş bir araç. Bu süreç ile fotoğraf sanatı arasında gerçek bir ilişki göremiyorum.
Fotoğraf karelerinin içeriklerinde de bir moda olduğunu görüyoruz. Yapıların kendini en iyi yansıttığı açıdan binlerce kopyası çekiliyor. Bir yapının, herkes için aynı fotoğraf anlamına gelmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yukarıda sözünü ettiğim ‘nicel çokluk’ işte bununla ilgili. Tekrar eden görselin insan zihninde bir tahakkümü oluyor. Fotoğraf çeken insan için bu tahakkümden kurtulmak çok önemli. Her yapının kendine has bir hali, bir oluşu var. Bu, mimarın tasarımını da kapsayan ama onun ötesine geçen bir şey. O hali görmek, okumak ve aktarmak yapının etkileyici bir fotoğrafını üretmekten daha kıymetli. Bunun sonucunda binlerce kopyası yeniden üretilen bir görsel çıkıyorsa, onun da mahsuru yok.
Daha önce “imge bolluğu” konusunda bahsettiğimiz gibi insanlar zaman zaman yapıları tek ve temiz bir çerçeve içine alırken zaman zaman da gösterilmek istenmeyen kusurları gösteriyorlar. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kusursuzluk imkânsız bir kavram. İnşaat, çok paydaşlı ve karmaşık bir süreç: Yapıların zihindeki bulanık imgelerden katı nesnelere uzanan süreçte farklı suretleri yaratılıyor. Kusurlar yapının doğal bir parçası olarak da düşünülebilir.
Mekânı bütün gerçekliği ile yansıtmayı mı yoksa fotoğrafın kusursuz olmasını mı tercih ediyorsunuz?
Kusursuzluk bu evrende olası değil. Ortağım, Ömer (Kanıpak) de ben de yapının gerçekliğine sadık kalarak iyi fotoğraflar üretmeye çalışıyoruz. Bu ikisi çelişen şeyler olmak zorunda değil.
Mimarlar tasarladıkları yapılar hakkında konuşurken sık sık yapının bağlamından ve yerle kurduğu ilişkilerden bahsederler. Siz bir yapının fotoğrafını çekerken bu ilişkileri ve fotoğrafın bağlamını nasıl yorumluyorsunuz?
Bizim en önem verdiğimiz şeylerden biridir bağlam. Yapıları çevreden bağımsız plastik nesneler olarak değil; doğal ve yapılı çevrenin parçası olarak okuyoruz. Bu okumadan yola çıkarak bir fotoğrafik anlatı kurmaya çalışıyoruz.
Fotoğraf teknolojisindeki ilerlemeler mimari fotoğrafçılığı nasıl etkiledi ve bugünden farklı olarak gelişen teknolojiden gelecekte neler bekliyorsunuz? Bu gelişmeler fotoğrafçılığı nereye taşıyacak?
Dijitalleşmenin her alana olduğu gibi, fotoğrafa ve fotoğraf düzenlemeye etkisi büyük oldu. Yeni teknoloji fotoğrafçılar için büyük bir olanaklar evreni yarattı. Aslında özüne baktığımızda; insan, ışık ve teoride optik aynı, ama ışığa duyarlı yüzeyin dijitalleşmesi söz konusu. Işık sensöre değdiği anda bir olasılıklar/olanaklar evrenine giriyor, yeni bir hayata başlıyor artık. Buradan ilerlersek, gelecekte bilgisayımsal (computational) fotoğraflardan daha fazla söz edeceğimizi düşünüyorum. Eskiden kutularca film taşıyorduk; şimdi piller, hafıza kartları, harici diskler, bilgisayarlar taşıyoruz. Hem mecazi hem de gerçek anlamda çantamız daha ağır.
Mimari anlatım / görselleştirme biçimleri içerisinde yeni teknolojiler (modelleme, rendering) ile fotoğrafı nasıl kıyaslıyorsunuz? Fotoğrafın yeni teknolojiler karşısında önemini yitirdiğini düşünüyor musunuz?
Bunların tümü mimarlığın suretleri. Mimarlık, yapının kendisi kadar bu suretlerden de oluşur. Birini diğerinden üstün görmek kayıp olur.
“Fotoğraf gibi olmuş” denilen mimari görselleştirmelerle “Render gibi çıkmış” denilen mimarlık fotoğrafları arasında, belki iki taraftan da hiçbir zaman ulaşılamayacak olan bir mükemmellikten söz ediliyordur. Mimarlık fotoğrafları bazen yapının yapılabildiğinin bir belgesi, adeta doğum sertifikası olarak kabul edilebiliyor. Bazen de yapılara ait render görüntüleri inşaat bitmeden yayınlara hakim olduğu için, fotoğraf bir hayal kırıklığının temsili de olabiliyor.
Bir nostalji arayışı olarak, analog makinelerin yeniden ele alınması hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu durum üretim / tüketim dengesinde farklı bir yere sahip mi, yoksa sadece geçici bir moda mı?
Analog fotoğrafın nostaljik bir olgu olduğunu düşünmüyorum. Kara kutu içinde bir negatiften, milyonlarca piksellik bir sensöre uzanan büyük bir evren bu. Her araç farklı ve özel bir yere sahip. Bu araçları birlikte kullanmak da mümkün. Bilgisayar ve akıllı telefonlar kullanıyoruz diye kalemleri çöpe atmıyoruz.
Mimari projelerde de olduğu gibi, bir işveren(mimar) ile çalışırken, kendi yorumunuzu ne ölçüde dâhil edebiliyorsunuz?
Ömer’le ben bu konuda hep şanslı olduk. Çoğunlukla mimarlarla çalışıyoruz. Bizi, işlerimizi, yaklaşımımızı bilen ve anlayan kişilerin beklentileri de ona göre biçimleniyor sanırım. Fotoğrafçının yorumunu içermeyen bir görselin iyi fotoğraf olacağını düşünmüyorum. Görmek-bakmak zihinsel süreçler, fotoğraf çekmek de öyle. Zihin bağlar kuruyor, yorumluyor. Fotoğraf çekmek için durduğunuz yerde başlar yorum.
Mimar olarak bir yapıya bakış açınızın, mimari fotoğrafa etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
İnsan yapısı veya doğal yapı, bir yapıyı okuyabilmek fotoğraf için gerek-şart. Sadece geometriden, plan-kesit anlamaktan, mimarın-tasarımcının niyetini çözmekten söz etmiyorum: ‘yerin ruhu’nu aramak gerekli. Maddenin ötesindedir mekân deneyimi. Duyular, sezgiler var işin içinde. Fotoğraf da sadece gözle, lensle, ışığa duyarlı yüzeylerle yapılan bir şey değil. Bütünleşik bir bakış sağlıyordur belki bu iki disiplinin buluşması.
Fotoğrafı salt sanat olarak değerlendirmeniz mümkün mü yoksa bunu bir meslek pratiği olarak mı görüyorsunuz?
Bu ikisinin arasında bir çelişki görmüyorum.
Tersten bakıldığında mimarların da, artık tasarım aşamasında üç boyutlu algılamanın yanı sıra, bittiği aşamada nasıl fotoğraflarının çekilebileceğini, kadraja neyin sığacağı kaygısı ile tasarladığını düşünüyor musunuz?
Biz her zaman çekimden önce mimarlarla görüşüyor, yorumlarını almaya çalışıyoruz. Yapının en erken sureti mimarın zihninde oluşuyor. Yapım süreci boyunca form ve suretler değişiyor. Mimarın yapının görüntüsüne dair bir fikri, yorumu olması doğal.