"Arkadaşlar, Gezi Parkı nöbeti Cumartesi ve Pazar günü de büyüyerek süreceği için gece buraya dönmek üzere eve gidip dinlenmek isteyenler gitsin. Yıkansınlar, dinlensinler dönsünler."
Hükümet, elindeki bütün imkanları kullanarak İstanbul’un Fethi için dev ekranlarda animasyon Yeniçerilere Rum kellesi kestirirken, bindirme kıtalara “Coşun!” emri verirken, Taksim Gezi Parkı’nda kendi bedeninden başka hiçbir şeyi olmayan insanlar ağaçlar ve ülke için direniyordu. Her ne kadar çadırları, renkli saçları, gökkuşağı bayraklarıyla kimilerince “naif” ya da “marjinal” gibi görünseler de dün Gezi Parkı’nda yapılan toplantılar, alınan kararlar durumun ciddiyetinin kesinlikle farkındaydı. Öğlen saatlerinde alınan karara göre pasif direniş deneyimi olan eylemciler küçük atölyeler yapmak için Park’a gelmek üzereydi. Park’taki herkes, İstanbul’u bir kere daha “fethetmek” isteyenlere karşı gemileri karadan yürütecek gibiydi.
İstanbul’un ve bütün ülkenin “Dubaileştirilmesi” tam gaz sürerken Taksim Platformu’nun “Taksim bizim İstanbul bizim” eylemliliği aylardır sürüyordu. Ancak dün ağaçların taşeron firma tarafından sökülmeye başlamasıyla bütün Türkiye ilk kez eylemle bu kadar ilgilendi. Eyleme destek veren Yazar Murat Uyurkulak’la konuştum. O da bir çok kişi gibi meselenin “süreklilik” olduğunu düşünüyor. Zira malum, “fetihleri” kesintisiz, yaygın ve her taraftan. “Dubaileştirme” sadece her yere bina dikip kafadan rant uydurmak değil, aynı zamanda şehirleri politikadan, politik eylemden arındıracak bir “temizlik hareketi” bu. Uyurkulak’ın da söylediği gibi mesele, büyük saldırı geldiğinde ne olacağı. “Tahrir’de orta sınıf vardı, bu yüzden başarıya ulaştı” deyince Murat Uyurkulak da katılıyor:
“Onlar gelirse sağlam kazığa bağlarız!”
Bu yüzden Taksim Gezi Parkı sadece eylem antremanı olan gençleri değil, öfkeli ablaları, abileri de bekliyor. Kilimini, döşeğini alan gelsin. Hem de hemen. Çocukların gaz yiyişini mideniz bulanarak izleyeceğinize kalkın gidip, bir kaç saat de siz nöbet tutun.
Toplumların neresinden patlayacağı, ne zaman “Buraya kadar!” diyeceği belli olmuyor. Belli ki siyasal iktidar da o “yeter sınırını” deniyor. Bir gün içinde Beşiktaş İskelesi’ni bir otele satıyor, Gezi Parkı’nı yerle bir ediyor, içki yasağını adıyla sanıyla İslamiyet’e dayandırarak getiriyor. Emek Sineması’nı ve benzer açgözlülükleri, vandallıkları malum. “Bakalım nerede patlayacaklar?” diye bir deney sanki bu. Siyasal iktidarın söylediği şu:
“Hayııır! Biz sizin kendi köşenizde sinema izleyip, bir ağacın altında demlenmenize bile izin vermeyeceğiz. Her şeyi fethedeceğiz. Sizi sıkıştırıp ablukaya aldığımız küçük ‘marjinal’ adalarınızda bile nefes alamayacaksınız.”
Dolasıyla Taksim Gezi Parkı’ndaki arkadaşlar sadece ağaçları değil, nefes alma hakkımızı da koruyor. Fotosentezle sağlanan oksijenden söz etmiyorum. İnsan olmak için gereken türden bir nefesten bahsediyorum. Dün Park’ta yapılan basın açıklamasında bu yüzden sadece ağaçlar yoktu. 3. Köprü, alkol yasağı, sermayenin açgözlülüğü, iktidarın vandallığı da vardı. Yani işte bıktığınız her şey. İkrah getirdiğimiz her şey.
Tahrir Meydanı, Kasbah Meydanı birer “Yeter ulan!” ile başladı. Gezi Parkı eylemi de her şeyi başlatan bir “Bıktık be!” eylemi olur mu? Soru bu. Gezi Parkı’nda bütün siyasetler var. Yani dışarıdan göründüğü kadar dağınık, düzensiz, kendiliğinden veya “münferit” bir vaziyet değil. Tıpkı Mısır’daki Tahrir ve Tunus’taki Kasbah gibi. Her ikisinin de başlangıcı tıpkı böyle alçagönüllü olduğu için benzetmek büsbütün yersiz değil. Fakat Gezi’den ne çıkacağını görmek için Cumartesi’yi beklemek gerekiyor. Cumartesi ve Pazar günü büyük randevu olacak. Şimdilik sivil polisler ortalıkta dolaşıp küçük itiş kakışla nabız yokluyor. Müdahale ederlerse ne olur, bunu tartıyorlar. Basın orada olduğu sürece işleri hiç değilse biraz daha zorlaşır gibi. Kaldı ki Gezi’dekiler hiç de “çiçek böcek çevrecisi” değil. Yaptıklarının siyasal iktidarın tam da damarına bastığını biliyorlar. Buna göre pozisyon alıyorlar. Şimdi üzerine çalıştıkları şey “Birbirimez nasıl kenetleniriz?” meselesi. Polis geldiğinde yerlerinden kalkmamak için nasıl “kenetleniriz”. Kenetlenme önemli tabii. Kenetlenme mühim. Cumartesi’yi imkan buldukça hep birlikte Gezi’de beklemek üzere.