İstanbul'un devasa yapılarını sizler için derledik.
İstanbul’da devasa yapılara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Kimisi tarihi kent dokusunu hiçe sayıp göklere erişerek silüeti deliyor, kimisi de olanca hantallığıyla geniş arazilere yayılıyor. Birbirinden farklı tasarımlarla ortaya çıksalar da hepsinin ortak özelliği bulunduğu bölgedeki kentsel dokuya bir türlü uyum sağlayamamaları. İstanbul’un “Fat Boy Slim”lerini sizler için derledik.
İstanbul’un belki de en tartışmalı binalarından biri Gökkafes. Hem hukuki anlamda hem de mimarlık-şehircilik ilkeleri bağlamında derin tartışmalar başlatmıştı. İstanbul’un “utanç abidesi” olarak tartışılan proje aynı zamanda İstanbul’un en büyük gecekondusu olarak da literatürde yerini buldu.
Stüdyo 14 Mimarlık ve Kentsel Tasarım tarafından tasarlanan yapı için proje mimarı Doruk Pamir de süregiden tartışmalara yanıt vermişti. “İstanbul’un kalbine saplanmış hançer” veya “Taşkışla’nın yanında saygısızca dikilen yapı” gibi eleştirilerin mesleki açıdan bir şey ifade etmediğini söyleyen Pamir, hem eleştirilerin hem de proje üzerine ODTÜ tarafından hazırlanan bilirkişi raporunun mimarlıkla ilgisi olmayan tartışmalara yöneldiğini belirtmişti. Pamir, Gökkafes’in tasarım ve inşa sürecini kendi sözleriyle şöyle anlatmıştı:
“80’li yılların başında Süzer Holding bu araziyi şahıslardan satın almış ve üzerine rahmetli Sedad Hakkı Eldem’e otel ve bankacılık iş merkezi işlevlerini içeren bir proje hazırlatmış ve bu proje ile de yapı izni alınmış. Projenin bir özelliği Taşkışla’nın görüntüsünün engellenmemesi savı ile plato üstündeki bölümün Taşkışla’nın subasman kotunu geçmeyecek 24.50 yüksekliğini savunması. Bunu takip eden yıllarda değişen programlar sonucu bir kısım yabancı mimarlarca beş değişik proje daha üretilmiş, ve hepsinin yüksekliği 24.50 ile sınırlı tutulmuş. Bu arada da Süzer Holding STFA ile kat karşılığı bir sözleşme yapmış. Ben 1986 yılında Türkiye’ye dönüp büromuzu açtıktan sonra STFA bizden de bir proje hazırlamamızı istedi. Önce bu 24.50 yükseklik kuralını ele aldık. Bu kulağa hoş gelen “Taşkışla’nın subasmanını geçmeyerek yapının görüntüsünü engelememek ve dolayısı ile gereken saygıyı göstermiş olmak” tümcesinin basit bir irdeleme sonucu gerçekle hiç bir alakası olmadığı meydana çıktı. Şöyle ki, gerek Taşkışla gerekse de proje alanı oldukça dik bir meyilde üst üste yer aldığından siz bırakın 24.50 metreyi 14.50 metre bile yapsanız bu bölgeye aşağıdan bakıldığında ya Taşkışla’nın çok büyük bir bölümü gizleniyor ya da ancak damını görebiliyordunuz. 24,50 yüksekliğindeki bir yapının Taşkışla’nın tümünü göstermesi olanağı ise ancak Boğaz’ın üstünden 48m yükseklikte uçularak bakıldığında mümkün oluyordu. Böyle bir hava trafiğinin varlığı ise pek iddia edilemezdi.
Kule seçeneğinin ikinci ve bizce çok önemli bir nedeni ise Boğaz’a dikeyde bir referans yapısı getirmekti. Galata Kulesi, Rumeli Hisarı hatta Kuleli Lisesi’nin kuleleri kendi çağlarının arkitektonikleri olarak Boğaz’ı tarif ederken 20yy’da iki köprü dışında çağdaş hiç bir dikey vurgulama yapılmamıştı.
Boğaz bir dolaşım arteridir, diğer bir deyişle bir yoldur. Bir yolun da yer yer düşey vurgularla algılanması gerektiğine inanıyorduk. İşte burda Lynch’in kuralı bizim için anlamlı ve geçerli idi. Bir de Gökkafes’in sık sık Boğaz siluetini bozduğu ileri sürülmekte. Sormak lazım, hangi Boğaz silueti? Şayet bu denizden veya Anadolu yakasından bu bölgeye bakıldığında sandıklardan oluşan ve Hilton Oteli’nin tepesinde bağdaş kurduğu bir ardiye görünümündeki bir silüet ise bizim için kaale alınacak bir kentsel değer değildi.” (Kaynak: http://v3.arkitera.com/v1/diyalog/dorukpamir/sc1.php)
Gökkafes projesi bir yandan İstanbul’daki ilk gökdelenlerden biri olması nedeniyle modern bir yapı olarak ilgi çekse de diğer taraftan kentsel dokuyla uyumsuzluğu, silüette yarattığı tahribat ve inşaat süresince ortaya çıkan hukuk dışı düzenlemeler nedeniyle de hem medyada hem de akademik ortamda oldukça sık eleştirilmişti.
Gelelim Gökkafes projesi boyunca ortaya çıkan hukuksuzluk sürecine. 1983’te Süzer Grubu DPT’ye başvurarak İTÜ Taşkışla binası ile Dolmabahçe arasında bulunan park alanına inşaat izni almış, aynı yıl İstanbul 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu’ndan bölgedeki tarihi Taşkışla binasının boyunu aşmamak kaydıyla, 24,5 metre ya da sekiz kat yüksekliğinde bir inşaat onayı almıştı. Abdülhamit döneminde “Dolmabahçe vadisinde, Taşkışla, Gümüşsuyu ve Maçka askeri kışlaları ile İstanbul’a havagazı dağıtan Gazhane tarafından çevrelenen araziye güvenlik gerekçesiyle inşaat yapılamaz” şerhi 1940’ta “… bu gayrimenkul üzerine inşa olunmamak üzere irtifak hakkı vardır.” şeklinde düzenlenmişti. Fakat 1984’te bu yasak Tapu Müdürlüğü’ne başvurularak kaldırıldı. Bedrettin Dalan’ın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yaptığı dönemden 24,5 metreye kadar olan inşaat izni 134 metreye çıkarıldı. 1988 yılında ise inşaata başlandı. 1989 yılında dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen, inşaat sınırlarının aşıldığı gerekçesiyle Gökkafes’i mühürledi fakat bu işlemin Beyoğlu Belediyesi tarafından yapılması gerektiği için inşaatın iptaline son verildi. Bunun üzerine Beyoğlu Belediyesi tarafından yapılan plan tadilatı ile inşaat izni yeniden 24,5 metreye indirildi ve 1992’de Bayındırlık Bakanlığı’nın kararı ile inşaat yeniden başladı. 1994’te İBB başkanlığına gelen Recep Tayyip Erdoğan da binanın yıkımı için uğraş verdi ve alanın büyükşehir belediyesinde sit alanı ilan edilmesi için çalışmalar yürütüldü. Bina 1997’de bir kez daha mühürlendikten sonra ise Beyoğlu Belediyesi sınırları içinde yer alan alan Şişli Belediyesi sınırlarına dahil edilerek Beyoğlu Belediyesi şerh davasının muhattabı olmaktan çıkarıldı.
Yılan hikayesine dönen inşaat süresince çeşitli kurumlar inşaatın durdurulmasına dair çaba harcasa da binanın yapımı engellenemedi.
Göztepe’de Meteoroloji Bölge Müdürlüğü yerinde yükselen Four Winds projesi hem şehircilik ilkeleri hem de hukuksal zemini itibariyle oldukça tartışıldı. İmar planına aykırı bir yapılaşmanın ortaya çıkması, hatta projeye imar planı tadilatının yapılması gündeme gelen konulardan bazılarıydı. Diğer taraftan, tartışmalara pek fazla konu olmamışsa da, Göztepe’deki mütevazi mahalle yaşamını bıçak gibi kesen bir kapalı site projesi özelliği göstermesi de ayrıca üzerinde durulması gereken önemli noktalardan biri. Neredeyse İstanbul’un her noktasından görülebilecek yüksekliğe ulaşan bu yapı kompleksiyle nasıl bir nüfusun yaratılacağı, burada yaşamayı tercih eden kesimin yaşam standardının mahallede nasıl bir dönüşüm yaratacağı ise ayrı bir merak konusu. Bütün bunların dışında belki tartışılması gereken ilk mesele, bir kamu arazisinin tüccar misali özel şirketlere pazarlanması da beklenen, istenen bir o kadar da ütopik sayılabilecek şehircilik anlayışından çok uzaktı.
Tüm bu kaygıların dışında projenin hukuki zemini de sorgulandı. Bölgede izin verilen mevcut emsalle elde edilemeyecek yükseklikte binaların nasıl yükseldiği şaibeliydi. Sonuç olarak yapılan hile ortaya çıktı. 44.738 m² olan arazinin 25.400 m²’si kentsel hizmetlere, 19.338 m²’si ise inşaata ayrılmıştı. Fakat Taşyapı, Kadıköy için belirlenmiş 2,07 emsal üzerinden inşaat alanını hesaplarken 19.338 m²’yi değil, 44.738 m²’yi çarparak hesaplamıştı. Bunun sonucunda da 150.000 metrekare inşaat alanına ulaşılarak 4 adet 49 katlı 156 m. yüksekliğinde yapılar inşa edilmiş oldu. Dolayısıyla herkesin faydalanabileceği kamusal alan bir bakıma gaspedilmiş oldu.
Kent suçları konusunda da ele aldığımız Four Winds projesi neredeyse tamamlanmış durumda, dört gözle elit kullanıcılarını bekliyor.
Çağlayan Adalet Sarayı
2005 yılında Adalet Teşkilatını Güçlendirme Vakfı’nın, İstanbul Avrupa Yakası Adalet Sarayı projelerini elde etmek için açtığı proje yarışmasını Aytöre Genç Proje ve A Tasarım ortak kazanmıştı. Yükleniciliğini VARYAP’ın yaptığı adliye sarayının inşaatı 2011 yılında tamamlandı.
Avrupa’nın en büyük adalet sarayı olması amacıyla hazırlanan proje hem sorunlu mimarisiyle hem de hantal yapısıyla tamamlandığı günden bu yana oldukça dikkat çekti. İstanbullu yatırımcıların ve yerel yönetimlerin en sevdiği etiketlerden biri olan “Avrupa’nın en büyük, dünyanın en yüksek, …” binalarını oluşturma hevesi görünen o ki, aynı zamanda iyi bir mimari yaratma kaygısını gütmüyor. Çevresiyle ilişkisi oldukça zayıf olan bu devasa yapının mimarisinde engelli erişimi ise gözden kaçırılmış önemli konulardan biri. Diğer taraftan binanın yoğun araç trafiğinin olduğu bir kavşakta yer alması nedeniyle yaya erişiminin de güvenli biçimde sağlanması pek mümkün olmuyor.
Anadolu Adalet Sarayı
“Türkiye’nin en büyük kamu binası ve dünyanın en büyük adliyesi” etiketini kazanan Anadolu Adalet Sarayı, İstanbul Anadolu Yakası’nda bulunan tüm adliyeleri bünyesinde toplama amacıyla projelendirildi. Yapımına 2007 yılında başlanan ve 126 dönümlük arazi üzerinde 80 dönümlük inşaat alanına ulaşan Kartal’daki binanın mimarisi Haldun Erdoğan’a ait.
Anadolu Adalet Sarayı da, Çağlayan Adliyesi gibi devasa boyutlarda inşa edildi, öyle ki içinde kaybolanlar bile oldu. İstanbul’da neden bu boyutlarda inşa edilmiş adalet binalarına ihtiyaç duyulduğu ise merak konusu.
İstanbul kulelerinin ilk örneklerinden biri olan Tat Towers da “çağı yakalama”nın dev gökdelenlerle sağlanabileceği inancının ürünü diyebilliriz. Belki de bu uğurda herhangi kentsel, çevresel ve mimari kaygı güdülmemişti. Silüeti delerek fütursuzca yükselen ikiz kuleler ofis ve AVM olarak tasarlanmış ve inşaatı 20 yıl sürmüştü. Türkiye’nin gayrimenkul zenginlerinden Salih Tatlıcı’nın ölümünden sonra ailenin miras kavgasına konu olan Tat Towers’ın en son Kuveytli bir gayrimenkul şirketine 49 yıllığına kiralandığı söz konusu olmuştu. Fakat bunun üzerine İTÜ tarafından hazırlanan raporda ise olması gereken inşaat alanının çok üzerine çıkıldığı ve birçok teknik yetersizlikten dolayı binaların kiralanamayacağı belirtilmişti.
İnşaat firmaları için son yılların en gözde bölgelerinden biri olan ve birbiri ardına yükselen yapılarla İstanbul’un Manhattan’ı olmaya aday gösterilen Bomonti’de Ant Yapı tarafından inşa edilen Anthill Residence, bölgedeki en yüksek yapı. 194,5 metre yüksekliğinde 54 katlı iki kuleden oluşan Anthill Residence, yüksek kütlesiyle çevreyle uyumsuzluğu bir yana, imar planında afet toplanma alanı olarak belirtilmiş bir araziye konumlanması nedeniyle de tartışılmıştı.
Bomonti’de inşaat furyasıyla yükselen yapılar ciddi bir dönüşümü beraberinde getirirken kent ölçeğinde oldukça uyumsuz bir manzara ortaya koyuyor.
Kazlıçeşme’de, denize 200 m. mesafedeki yaklaşık 30 dönüm arazi üzerinde Astay İnşaat tarafından inşa edilen 36, 32 ve 27 katlı 3 bloktan oluşan Onaltı Dokuz projesi, inşaat yükselmeye başladığı andan itibaren silüet tartışmalarına konu olmuştu. Daha önce Mensucat Santral ‘e ait olan arazi 2007 yılında TMSF tarafından Mesut Toprak’a satıldı. Bundan sonra imar planı tadilatlarıyla arazi, turizm ve ticaret alanına dönüştürülürken emsal 1’den 2,5 emsale çıkarıldı. Kısa sürede yükselen inşaat, tarihi yarımada silüetine zarar verdiği gerekçesiyle çokça eleştirildi. Kültür ve Turizm Bakanlığı, İBB ve Zeytinburnu Belediyesi arasındaki yetki karmaşası sonucunda inşaat, tüm itirazlara rağmen durdurulamadı. Onaltı Dokuz projesinin pazarlamasında ise silüet konusu öne çıkarılmış, projenin silüete zarar vermediği kanıtlanmaya çalışılarak son söz söylenmiş oldu.
149 metre yüksekliğiyle İstanbul’un en yüksek rezidans projelerinden biri olmaya aday Dumankaya İkon binası 41 ve 40 katlı 3 kulenin birleşiminden oluşuyor. Mimari tasarımı TAGO Mimarlık’a ait olan binanın geliştiricisi Dumankaya İnşaat. Birçok inşaat firmasının son dönemde inşaatlarını yoğunlaştırdığı Ataşehir’de yer alan yapı, yüksek ve ilginç mimarisiyle birbiri ardına yükselen inşaatlarla ciddi bir dönüşüm geçiren bölgenin dokusuna dahi uyum sağlayamıyor. Diğer taraftan ikon, sadece mimari tasarımıyla değil, dere yatağı üzerinde yükselen bir yapı olmasından dolayı da adından söz ettirmişti.
Bu arada Fatboy Slim’i özleyenleri de unutmadık…