Göztepe Parkı bir sembol. TC sınırları içerisinde birlikte ve kaliteli yaşayabileceğimizin sembolü.
Sosyal medyada TC tartışması başlayınca…
“Tabelalara TC yazıp yazmamayı tartıştığımız kadar memlekete yeterince park ve meydan yapıp yapmadığımızı tartışsak, sembollerle uğraşmak yerine, başta TC ortak sembollerimizin içini doldursak, yaşam kalitemizi arttırmaya çalışsak, Türkiye Cumhuriyeti asıl o zaman hepimizin vatandaşı olmaktan, içinde yaşamaktan gurur duyacağı bir ülke olmaz mı?” diye bir soru sormuştum.
“Kel alaka!” diye cevap verenler oldu.
‘TC düşmanlığı’ ile suçlayanlar oldu.
Ama “Neden her ikisini de yapmayalım” diyenler çoğunluktaydı.
“TC de yazalım park ve meydan da yapalım.”
Peki, yapalım…
Dün 23 Nisan’dı.
Tıpkı okul yıllarımda olduğu gibi çocuksu bir neşeyle uyandım güne.
Erkenden kalkıp koyuldum yola. Tören, resmigeçit, hamasi nutuklar…
Hayır, hayır, doğruca Anadolu yakasına geçtim. Göztepe Parkı’na gittim.
Hani şu bir dönem cami tartışmalarıyla gündeme gelen ve geçen hafta sessiz sedasız açılan Kadıköy’deki Göztepe 60. Yıl Parkı’na.
Tek kelimeyle söyleyeyim…
Sekiz yıl boyunca sembol kavgası ve yargı tartışmalarının gölgesinde adeta mezbeleliğe dönen Bağdat Caddesi’nin tek büyük yeşil alanı resmen küllerinden doğmuş, Göztepe Parkı’nın dönüşü muhteşem olmuş.
Karmaşık peyzaj anlayışına dair eleştirilerim var…
Fakat Göztepe Parkı’nı sembol tartışmasında boğmak yerine her yaş, renk ve sosyal statüden insanın birlikte yaşadığı rengârenk bir cümbüşe, beton binaların arasında nefes alan bir cennete dönüştüren Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve Anadolu Yakası Park ve Bahçeler Müdürü Ömer Çebi’ye tebriklerimi sunuyorum.
Çünkü sadece parkı ihya etmekle kalmamışlar, lale mevsiminde lalelerin, papatya zamanı papatyaların, bir köşede ligustrum ağacına form vererek yapılan semazenlerin, diğer köşede gül ve menekşelere eşlik eden tik ağacından oyun teknesinin, akvaryumda balıkların, Avrupa saraylarından mülhem barok bahçelerin, tenis kortlarının, konser alanı ve amfi-tiyatroların yer aldığı devasa bir komplekse dönüştürmüşler.
Sadece Göztepe’nin çehresi değil sosyal dokusu da değişmiş.
Her sınıftan mahalleli ilk kez ortak bir yaşam alanında buluşmuş.
Elbette birbirini yadırgayanlar, “Bunların ne işi var burada” diye homurdananlar var. Ama onlar bile çok kısa sürede bu duruma alışmış.
Çünkü yaşam kaliteleri inanılmaz artmış.
‘Camiydi, parktı!’ tartışması, yerini daha kaliteli bir birlikte yaşama bırakmış.
Tavsiye ederim, gidin görün, çünkü koca İstanbul’da bu büyüklükte, bu güzellikte, bu kadar fonksiyonel ortak bir yaşam alanı daha yok.
Kaykaylarının üzerinde çocuklar nasıl cıvıl cıvıl…
Kadınlar nasıl neşeli…
Sevgililer nasıl sarmaş dolaş…
Genç yaşlı, başörtülü dekolteli nasıl iç içe…
Ben 23 Nisan’da gördüm, her köşesi doluydu, hafta sonu iğne atsan yere düşmüyormuş.
Peki, tüm bu dönüşümün maliyeti…
Arazi hayırsever bir vatandaşın bağışı.
80 dönümlük parkın dönüşüm maliyeti 4 milyon TL.
Bölge ekonomisine ve sosyal yaşamına katkısı sınırsız…
Göztepeli değilim ama bu parkı gördükten sonra olmak isterdim.
Peki ya cami?
O tartışma da bitmiş. Sembol kavgası, yerini cami ve parkın yan yana olduğu ortak yaşam alanında uzlaşmaya bırakmış. Bölgenin ihtiyacını karşılayacak bir cami, parkın yanı başında, fide depolarının bulunduğu yere yapılacakmış.
Göztepe Parkı bir sembol.
Ama artık cami tartışmasının sembolü değil.
TC sınırları içerisinde birlikte ve kaliteli yaşayabileceğimizin sembolü.