Equal Spaces projesi kapsamında Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali, Pera Müzesi, İsveç Enstitüsü ve İstanbul İsveç Başkonsolosluğu iş birliğiyle, Sürdürülebilir Yaşam Film Festivali 2019 seçkisinde yer alan *BASKI (PUSH) filminin yönetmeni Fredrik Gertten ile küresel bir sorun olarak konutun metalaştırılması hakkında bir söyleşi** gerçekleştirdik.
Konuşmamıza İstanbul tecrübenizle başlamak isteriz. Daha önce bu şehirde bulundunuz. PUSH filminizin İstanbul gösterimini nasıl değerlendirirsiniz?
İlk olarak, İstanbul’a gelmek ve filmin gösterimini yapmak oldukça heyecanlıydı. Filmin gösterimi pek çok şehirde yapılıyor ve reaksiyon benzer oluyor. İnsanlar kendi şehirlerinden bahsetmeye başlıyor. Eğer küresel bir model varsa, bu, İstanbul’a da uygun olacaktır. Tabii ki bu İstanbul’da bazı özel durumlar var. Örneğin, deprem yönetmeliği. Bu özel durumlar her şehirde var ama geniş perspektiften baktığımızda hikaye aynı. Şehirlerdeki insanlarla konuştuğunuzda fiyatların gittikçe arttığından bahsediyorlar. Evinden çıkartılmış pek çok insanla konuştum ve boşalttıkları evler hala kullanılmıyor. Kiracılar gidiyor, bölgenin değeri artıyor.
İstanbul’da hala yaşamak için bir yer bulabiliyorsunuz fakat Berlin ve Barcelona’da da bu, on yıl önce mümkündü. Belki sizin hala yapacak birkaç şeyiniz vardır. Şehirde yürümeyi seviyorum. İstanbul’da da yürüme fırsatı buldum. Burada çok fazla yerel yaşam enerjisi var. Şehri hissedebiliyorsunuz. Bu, İstanbul’u dünya standartlarında ve dönmek istediğiniz bir şehir yapıyor. Fakat Londra, New York gibi şehirlerde yerel yaşam bitti. Özellikle New York yerel hayatı ile ünlüydü. Bugün, gittikçe daha fazla mekan kapanıyor. Sinemalar, kitapçılar… Bu durum gayrimenkul yatırımlarıyla ilişkili. Sonuç olarak; şehirler havaalanlarına benziyor. Her yerde aynı dükkanlar, zincir şirketler. Hepsi dışarıdan geliyor. Bir şehrin eşsiz olmasını istersin. Yerel insanların sahip olduğu yerel işletmeler o şehri eşsiz kılar. Bu sayede şehrin tarihiyle bir bağın olur.
PUSH’un arkasındaki ana fikir ve motivasyon neydi?
Yıllarca şehir planlaması, gelişimi gibi konularda kendi şehrimde araştırmacı ve aktivist olarak çalıştım. Sokaklardaki büyük inşaatlar, şehri bölge bölge tahrip ediyor. Bir önceki filmim şehir planlamasının bir parçası olan bisiklet ve arabaları konu ediniyordu. Pek çok şehirde insanların arabaya sahip olmaktan başka seçeneği olmuyor. Buradan bakarsak PUSH çok büyük bir adım değil. Çünkü film, tüm bunların neden yaşandığına dair bir araştırma. Neden konutlar her yerde çok pahalı? Yaşadığın eve maaşının büyük bir kısmını ayırıyorsun fakat ev aynı. Burada yanlış bir şeyler var. Çünkü çalışıyorsun ve maaşın artmıyor fakat yaşadığın evin fiyatı artıyor. Bu parayı kim alıyor? Bunun karşılığında topluma ne veriyorlar? Bu insanlar kimler ve bize ne veriyorlar? Yeni icatlar mı yapıyorlar? Ya da yeni mükemmel ürünler? Yeni evler harika mı? Çoğu zaman öyle değil. Yeni evlerin çoğu gülünç. Bu insanların topluma pek bir şey verdiğini düşünmüyorum ama toplumdan çok şey alıyorlar.
Filmde Saskia Sassen soylulaştırmanın yumuşak bir kelime olduğundan bahsediyor. Soylulaştırmanın yeni iş alanları sağlama konusunda yerel toplumu zenginleştirme potansiyeline değiniyor. Artık soylulaştırma hakkında konuşmuyoruz. Paranın vatanı olmayan bir nesneye dönüşmesi hakkında konuşuyoruz.
Soylulaştırma doğal sürecin bir parçası. İnsanlar ölüyor, yenileri taşınıyor. Güzel bir mahallede ise, toplum bunu korumak için birlikte çalışıyor. Komşundan alıyorsun ve yerel komüniteyi destekliyorsun. Para olması gerektiği gibi mahalle içinde dolaşıyor. Tabii ki güzel bir mahalleye para odaklı yatırım geldiği zaman şöyle diyor: “İnsanlar burada yaşamak için çok güzel bir ortam yaratmış. Çevredeki her şeyi satın alacağım. Belki bir Airbnb oteli yaparım. Ya da çok lüks bir apartman.” Sonra mahallelinin sanatıyla, tasarımıyla yarattığı değerli olan her şey, burada hiç yaşamamış ve yaşamayacak biri tarafından yok ediliyor. Bundan hoşlanır mıydınız? Yarattığınız her şeyin bir yabancı tarafından yok edilmesinden?
Bu küresel bir konu. Kendini tekrar ediyor.
Kesinlikle. Sanat veya tasarımla ilgilenen varlıklı insanları tercih ederim. Tüm varlıklı insanlar katkıda bulunmalı. Topluma karşı sorumluluk sahibi olmalı. Böylece insanlar mahallelerinde kalabilir.
Lobi odaklı şehirlerden bahsettiniz. Eskiden komünite odaklı şehirler hakkında konuşurduk. İkisi arasındaki zıtlıktan bahsedebilir miyiz?
İsveç güçlü bir şehir planlama geleneğine sahip. Şehri planlarsın, sokaklar yaparsın. Bunun yanında parklar, buluşma alanları, alışveriş merkezleri, okullar ve diğerlerini yapmalı-sın. Bu sayede burası insanların yürüyebildiği, satın alabildiği adeta dans eden bir şehre dönüşür. Sonra biri gelir ve bu şehrin 20 km dışına çok az para harcayarak bir yerleşim kurar. Sonra tüm insanlar burada yaşamaya başlar. Hepsinin arabası vardır fakat şehir merkezinde hiç otopark yoktur. Otoparklar yapılır. Sonra, yatırımcılar bir alışveriş merkezi daha yaparlar. Çok fazla insan burayı ziyaret eder, burada çalışır ve bu trafiğe neden olur. Peki şehirdeki dükkanlara ne olur? Kapanırlar. Bu Avrupa’da, İsveç’te ve neredeyse her yerde yaşanıyor. Örneğin İstanbul binlerce yılda fonksiyon kazanmış oldukça eski bir şehir. İstanbul’da sistem hala çalışıyor ama şehirlere arabanın gelmesiyle pek çok şeyin değiştiğini görüyoruz. Örneğin Los Angeles bir zamanlar dünyanın en iyi toplu taşıma ağına sahipti. Petrol şirketleri bu sistemi satın aldı ve kapattı. Bu yüzden şu an Los Angeles’ta yaşayan herkesin arabası var. Bu lobi odaklı şehirlere güzel bir örnek. İstanbul tarihi bakımdan zengin bir şehir. Şehirde çok fazla komünite var. Şehrin merkezine cami yapmak gibi planlar her zaman var. Bu çok klasik bir şehir planlama biçimi. Ama yeni gelen insanlar mevcut komünitenin parçası olmayı önemsemiyor. Çünkü burada yaşamak istemiyorlar, amaçları bina inşa edip para kazanmak. Bu durum herhangi bir vizyonun parçası değil.
Somut bir şeye yatırım yapmak, yatırımcılar için neredeyse soyut bir şeye yatırım yapmak haline geldi. Mekanın fiziksel durumunun, coğrafya ve kültürün bir önemi kalmamaya başlıyor.
Çoğu zaman fikri geliştirenler yerel insanlar oluyor. Politik bağlantıları var ve bir paket program oluşturuyorlar. Bu paket, parası olan insanlar tarafından alınıyor. Herhangi bir yerdeki projeleri satın alıyorlar. Sonra satıyorlar. Bu yatırımcılar sizin şehriniz hakkında hiçbir bilgiye sahip değil. Buraya taşınmak istedikleri için değil sermayeye dönüştürmek istedikleri için bunu yapıyorlar. Parasını buna yatıran insanların hiçbir fikri yok. Bunu sadece bir finansal ürün olarak görüyorlar.
Filmde Leilani güçlü karaktere sahip olan bir kadın olarak öne çıkıyor. Leilani ile iletişiminiz nasıldı? Hikayeniz Leilani’ye ve onun günlük rutinine dayanıyor.
Leilani’yle bir yakınlık kurabildik. Dürüst bir alandan iletişim sağladık. Bolca konuştuk. Hala da konuşuyoruz. Birbirimize bazı fikirler, ideolojiler gönderdik ve bunlar üzerine tartıştık. Ben bir entellektüel ya da akademisyen değilim. Üniversiteye gitmedim. Bence bu bir noktada avantaj. Akademik düzlem, içinde çok fazla teoriyi, fikri barındırıyor. Bunların hepsini filme katmaya çalışsaydım film ağır yük taşıyan bir gemiye dönüşebilirdi. Ayrıca Leilani pratik bir insan. Gördüklerimizi açıklayabileceğimiz cümleler bulmaya çalıştık. Bence benim yaklaşımımı beğendi. Bu yaklaşım, çevresindeki insanların yaklaşımından farklıydı. Ben konutun finansal kısmıyla ilgiliydim. Beraber bir tür maceraya atıldık. Bu kadar harika bir insan olduğu için çok şanslıydım. Bence kadın olması bir şeyler ifade ediyor. Gösteriş meraklısı biri değil. Açık bir karakteri var ve kapıları kapatmaktan hoşlanmıyor. Diyaloglara oldukça açık. “Kapitalizmle bir problemim yok, sadece mutlak kapitalizmden hoşlanmıyorum.” diyor. Dünyanın pek çok yerinden insanlar “Nasıl böyle bir şey söyler? Kapitalizm şeytani olan her şeyin kaynağı.” diyor. Evet belki haklısınız ama onun için bu, kapıları açmanın bir yolu. Eğer bugün bir şeyleri değiştirmek istiyorsanız parası olan insanlarla anlaşma yapmak zorundasınız.
Diyalog anahtar kelime. Çoğu zaman sadece karşıt duruyoruz. Yapıcı bir tavır ile diyalog başlatabilmeliyiz.
Sonuçta bunların hepsi dürüstlük ve ahlakla ilgili. Dünyayı, gezegeni yok ederek çok fazla para kazanabilirsin. Ama bunda yanlış bir şeyler var. Para kazanmak için insanları evlerinden kovamazsın. Peki, tamam, para kazanmak istiyorum ama insanları kapı dışarı etmek de istemiyorum. Bunu nasıl yapabilirim? Bir yolu var mı? Bence var.
Günümüzde para kazanma yöntemleri değişiyor. Filmde Leilani, Blackstone’dan doğrudan bir karşıt olarak bahsetmiyor.
Leilani bunu işi olarak görüyor. Takdir ettiğim bir açık görüşe sahip.
Bu tam olarak ihtiyacımız olan şey.
Evet. Blackstone gibi şirketler devlete benziyor. Belki devletlerden daha güçlüler. Sadece kendi PR kampanyaları hakkında konuşuyorlar. Onlardan bizimle görüşmesini zaten beklemiyordum.
Film, Greenfell Tower gibi zorlu konuları, bireylerin ve yerel komünitelerin güçlerini göstererek yansıtıyor. Bu komüniteler uzun vadede bir değişim başlatabilir. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Değişim politikayla gelir ve insanlar politikayı yaratır. Politikacılarınızın sizin yolunuzdan gitmesini istiyorsanız yerelde bir hareket başlatmalısınız. Şehrinizdeki zincir şirketlerden alışveriş yapmak yerine yerel işletmeleri destekleyebilirsiniz. Bu bir şey. Ayrıca kara para, polis ve mahkemeler hakkında konuşabiliriz. Kara para dürüst her vatandaş için haksızlık. Vergileri kim ödüyor? İnsanların çalışanlardan para çaldığı bir toplum istemiyoruz. İnsanların şehirlerini sevmesini ona iyi bakmasını istiyoruz. Bu tabii ki polisin ve mahkemenin görevi. Bir yöntem de şehirlerin konut haritasını oluşturmaya başlamak. Paranın nereden geldiğini anlamak için bu yöntem önemli. Konutların yeni sahipleri kimler? Arka planında ne var? Kiminle anlaşma yaptığını bilmen lazım. Bu sayede onunla konuşabilirsin. Bu iyi fakat ya bu insan başka bir yerdeyse? Onunla nasıl iletişime geçeceksin? Hiçbir yolu yok.
*BASKI, Birleşmiş Milletler raportörü Leilani Farha’nın gözünden neden artık şehirlerimizde yaşamanın giderek imkansız hale geldiğini, konutun insan hakkı ve yatırım aracı olarak ele alınması etrafında inceliyor.
www.wgfilm.com
www.pushthefilm.com
**Dilek Öztürk, Bilgen Coşkun