Kentsel dönüşümün cüretli mimarları, akşamdan sabaha karşımıza yeni projeler çıkarıyor.
Ali Öz, Tarlabaşı fotoğraf serisine ‘Ayıp Şehir’ adını vermiş. Bu çok etkileyici fotoğraflar, Tarlabaşı’ndaki hayatın sona yaklaştığı bir yerden bakarak anlatıyor hikâyesini. İki yıl boyunca sokak sokak gezdiği semtin neredeyse bütün hayatını belgeyen otuz bin kare fotoğraf çekmiş Ali Öz. Küçük ama güzel bir seçkiyi Fotoğrafevi kitaba dönüştürmüş. Çingenelerin, Kürt, Azeri, Pakistanlı ve Afrikalıların içinden geçtiği sokak aralarında, evlerin salonlarında ya da gece kulüpleri ve pavyonlarda; çocukların, esnafın, hayat kadınlarının, ayyaşların içinde çekilmiş çok etkileyici kareler. Kaybolan bir hayatın fotoğrafları.
Tarlabaşı’ndaki bu büyük yıkım, kentin en büyük tarihi yapı stokunu da ortadan kaldırıyor. O binaların metruk hali, sokakların tekinsizliği filan bir kültürel değer olarak sonsuza kadar korunacak şey değildi tabii. Beklentimiz, önce kimsenin yaşamak istemediği o eski binalara sığınmış, kentin kıyıda yaşayanlarına daha iyi bir hayat sunulmasıydı. Sonra da onların boşaltacağı yapılarla geleceğe kalacak tarihi bir doku oluşturulabilirdi. İnsanları kovdular, sonra yüz yıllık doğramaları söktüler, duvarları yıktılar. Şimdi pırıl pırıl yeni bir mahalle kuruluyor ve o mahalle, Dolapdere, Haliç ve Taksim’e doğru genişleyip kalan insanları ve eski binaları da yutarak her yeri kaplayacak. Ali Öz’ün fotoğraflarındaki insanlara ne olduğunu hiç bilemeyeceğiz. Tıpkı gerçekten tarihi bir binanın nasıl bir şey olduğunu bilemeyeceğimiz gibi. Tek tek yıkılıp büyük konut projesinin içine katılan tescilli yapı sayısının yüzlerce olduğu söyleniyor. Yakında bunun da haberini okuruz…
İstanbul hakkında çılgın projelerin her gün bir yenisi hayatımıza katılıyor. Bir gecede hop diye karşımıza çıkan ‘gecekondu projeler’ söz konusu. En son yeni Olimpiyat Stadı projesiyle hayretler içinde kaldık. Hani Haydarpaşa Garı civarına, Selimiye Kışlası’nın önüne yapılacağı söylenen denize nazır stattan söz ediyorum. Adı bile var: Boğaziçi Stadı.
Tren yolu, otogar ve liman tesislerinden oluşan taşımacılık bölgesinin fonksiyon değiştirmesi ve kent hayatına artık başka biçimde katılması kötü bir fikir değil. Bunu hedefleyen pek çok ‘Haydarpaşa projesi’ gördük.
Önce yedi gökdelenli bir tuhaflık vardı, sonra Haydarpaşa’nın otel motel, kültür merkezi filan olacağı, Üsküdar’a doğru alışveriş ve konut alanlarının uzandığı bir başka proje çıktı. “Olmaz Haydarpaşa’yı otel yapmayın” itirazları tartışılırken bir gecenin sabahı karşımızda zambak gibi açmış kocaman bir stadyum fikri beliriverdi. Denizi doldurup üzerine 70 bin kişilik stat inşa etmek nasıl büyük bir vizyonun ürünü insan merak ediyor. Belli ki birileri “Olimpiyat Komitesini nasıl etkileriz?” diye beyin fırtınaları yaparken böyle bir şey icat etmiş ve hemen iş ciddiye binmiş. Bana bir nevi ‘Zihni Sinir procesi’ gibi gelse de bal gibi biliyorum o stadı yaparlar, ‘velev ki’ Başbakan’ın aklına yatmasın…
1940’ların aklıyla denize nazır bir stadımız var zaten. O stat, yani İnönü şu günlerde yenilenip irileşiyor madem, oldu olacak bir tane de Üsküdar’a yapılsın. Hatta bir başkası Sarayburnu’na yakışır; ya da mesela 3. köprünün ayaklarının dibinde şöyle yüz bin kişilik bir stat; neden olmasın?
Ahmet İnsel köşesinde barış süreci için ‘kervan yola çıktı’ diye yazdı. İnsel’in “Artık demokratlara düşen mızıldanmak yerine bu yolun taşlarını ayıklamak, demokratik bir Türkiye için kararlılıkla mücadele etmektir” diye özetlenebilecek sözlerine katılmamak mümkün değil. Benzer bir şeyi kentleşmeyle ilgili de söylemek gerekiyor belli ki. İstanbul ve hatta başka kentler ‘yenileniyor’, ‘değişiyor’. Zihni Sinir proceleri karşısında öfke krizlerine kapılmak, yok olup giden kültürel mirasın ardından hüzünlü yazılar yazmak yerine çıtayı daha yukarıya çekmek gerek. Yani daha iyi bir kentsel çevre ve yaşam için talepte bulunmak. Başka türlü, ‘proceler’in yerine ‘projeler’ geliştirilmesini sağlamak mümkün olmayacak.