Taraf Gazetesi yazarlarından Ertan Altan, İstanbul Surları üzerine yazıyor.
Esrarengiz bir cinayete kurban giden ABD’li Sarai Sierra’nın cesedinin Cankurtaran’daki bir sur dehlizinde bulunması İstanbul surlarını yeniden gündeme getirdi. Bir zamanlar İstanbul’u çevreleyen 26 kilometrelik surların bugün yalnızca yedi kilometrelik bölümü ayakta. Ancak ayakta kalan surlar da can çekişiyor. Sierra cinayetinin ardından öğrendik ki, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “surların ihya edilmesi için” talimat vermiş, proje henüz olgunlaşmadığı için kamuoyuyla paylaşılmıyormuş. Belli ki sivil topluma, uzmanlara kapalı bir şekilde “olgunlaştırıldıktan” sonra kamuoyuna dayatılacak projelerden biri daha geliyor.
İstanbul surları Doğu Roma döneminde inşa edildiğinden bu yana birçok onarımdan geçti. Ortaçağ’da surların önemi düşünüldüğünde bu onarımlar kuşkusuz işlevseldi. Ancak 1950’den sonra artık harabe durumunda olan surların restorasyonu gündeme gelince dünyada endişeyle izlenen bir süreç başladı. Özellikle 1986-1989 yılları arasında yani Bedrettin Dalan döneminde uzmanlara göre “vahşet” sayılabilecek işlere girişildi. Topkapı ve Yedikule taraflarındaki surlar adeta yeniden inşa edilerek, tarihe modern çağın “Türk surları” kazandırıldı. İstanbul’u yüzyıllarca “düşmanlardan” koruyan surlara tarihin en büyük düşmanlığı yapıldı.
Son günlerde, hükümetin ve İstanbul yönetiminin kamuoyuna açıklamadan “olgunlaştırdığı” bütün projeleri endişeyle izlediğimiz için Topbaş’ın talimatını verdiği “surların ihya edilmesi” talimatı da kamuoyunda kaygı uyandırdı.
Bu konuyu Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli Bizantolog olan Semavi Eyice ile konuştum. Semavi Eyice, ABD’li Sarai Sierra’nın cesedinin bulunduğu dehlizlere ilk olarak 1938 yılında Bizans tarihine meraklı bir ortaokul öğrencisiyken girmiş. Daha doğrusu girmeye çalışmış. Dehlizlerin içinde “birtakım karanlık adamlar” görünce çekinerek geri çıkmış. O sırada sahilde piknik yapan denizci subayları görünce yanlarına giderek yardım istemiş ve birlikte dehlizlere girmişler. Aradan geçen onlarca yılda surların sakinleri hep bu “karanlık adamlar” oldu.
Kadir Topbaş’ın surlarla ilgili talimatını hatırlattığım Semavi Hoca’ya surların korunmasıyla ilgili evrensel yaklaşımların ne olduğunu sordum. Aldığım cevap gayet basit; “Sur restorasyonu diye bir şey olmaz.” Surun yıkılma tehlikesi olan bölümleri varsa yalnızca yıkımın engellenmesi için koruma ve güçlendirme çalışmaları yapılır.
Mimari ve şehir plancılığı açısından ilk ve ortaçağ surlarının günümüze ulaştığı bütün şehirlerde temel yaklaşım budur. İstanbul gibi suru olan şehirlerde zorunluluk olmadıkça surların arasındaki boşluklar tamamlanmaz. Restorasyon yalnızca sağlamlaştırma, dondurma ve tarihsel özelliklerin korunması şeklinde olur. Semavi Hoca, Ayvansaray ve Yedikule’de surlardan kopartılarak bağımsız birer “şato” görünümü kazanan kulelerin durumuna da dikkat çekti. Surlara yapılan en büyük kötülüklerden biri de bu kulelerin sur bütününden koparılması oldu.
İstanbul surlarının restorasyonu gibi son derece önemli bir konu yıllarca bir inşaat faaliyeti gibi algılandı. Topkapı’da yükselen yepyeni duvarlar nedeniyle İstanbul, Dünya Miras Listesi’nden çıkarılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.
Semavi Eyice, surların korunmasıyla ilgili önemli ve çok da üzerinde durulmayan bir konuya daha dikkat çekti: Surların büyük bir bölümünde fetih döneminde Türk topçusu tarafından açılan gedikler var. Bu gedikler de tarihî birer belge ve aynen korunmaları gerekiyor.
Surları lütfen restore etmeye kalkışmayın. Çevresindeki çöküntü alanlarını ortadan kaldırın yeter.