Naomi Stead'in House by Mouse, Iggy Peck Architect, If I Built a House gibi çocuk kitaplarındaki mimarlık ve mekan kavramları üzerine kaleme aldığı "Writ Small*" başlıklı yazı.
Belki birçok mimarlık eğitimi almış kişinin çocukluklarından kalma, mimarlar, binalar veya evler ile ilgili çok sevdikleri –bol ve ince ince işlenmiş– bir kitap olduğunu anlatmaları pek şaşırtıcı değil. Kuşkusuz başka yazarlar da bu olaydan bahsetmekte. Acaba bu çocuklar, o çok sevdikleri kitaplar sayesinde gelecekteki mesleklerine daha da yaklaşıyor olabilir mi? Çocukken en sevdiğim kitap bir mimarla ilgiliydi. Bu kitabı düşündükçe aklımda mimarlıkla ilgili çeşitli fikirler ve hayaller oluşturduğunu fark ediyorum. Yıllar içerisinde bunların bir kısmı yıkıldı ve ancak bir bölümü ayakta kalabildi. Birçok çocuk kitabı gibi benim kitabım da belirli bir yönelim ve vurguya, çekici ama basitleştirilmiş bir anlatıma sahipti. Ve şimdi gerçek bir mimarlık eğitiminin bana verdikleri ile geri dönüp baktığımda, o zamanlar çekici bulduğum konuları şimdi de çekici bulduğumu fark ediyorum.
En sevdiğim kitap, House by Mouse (Fare’nin Yaptığı Ev), bir mimar farenin diğer hayvanların istekleri ve gerekleri doğrultusunda evler tasarlaması ile ilgiliydi. Kahverengi alabalığın mercan ve deniz yosunundan denizaltı şehri Atlantis’in ve köstebek yuvasının sarmal merdivenleri ve cumbalı çalışma odasının fiyakalı resimleri… Kitabın sayfalarına adeta bir trans halinde kapanarak geçen onca saat… Şimdi House by Mouse hakkında yazarken, bile bile büyüsünü bozmaktan çekiniyorum. Çocukluk anılarından alınan keyif çok uçucudur, bir nebze sorgulamaya gelmez kaybolur gider hemen. Buna rağmen, mimarlar ve mimari ile ilgili çocuk kitaplarının, ama özellikle House by Mouse’un, mimarlığın toplumdaki temsili ve algısı üzerine bazı geniş sorular ortaya koyabileceğini düşünüyorum.
Aşağıdakiler, mimarlar ile ilgili çocuk kitaplarının kapsamlı bir listesi değil (bir dahaki sefere böyle büyük projeye de girişilebilir). Her ne kadar yığınla da olsa, mimarlar ile ilgili ama kurgu olmayan çocuk kitaplarını tartışmayacağım. Örneğin Radevsky’nin The Architecture Pop-Up Book (3 Boyutlu Mimarlık Kitabı) kitabı ya da Bruce LaFontaine’in Famous Buildings of Frank Lloyd Wright (Frank Lloyd Wright’ın Meşhur Yapıları) isimli resimli kitabı hakkında heyecanla tartışabilirim ancak amacım bu değil. Benzer bir biçimde Lester Walker’ın Housebuilding for Children (Çocuklar için Ev Yapma) kitabı ile ev yapmayı öğrenebilir, Cara Armstrong’un Moxie: The Dachshund of Fallingwater kitabıyla modernist mimari klasikleri bir köpeğin gözünden izleyebilir ya da hayvan mimarların gerçek inlerini ve kabuklarını okuyabiliriz. Ancak tüm bu hikayeler başka bir zaman anlatılmalı. Benim asıl ilgilendiğim hayali mimarlar (insan ya da hayvan). Nihayetinde en sevdiğim kitabı anlatmaya geçmeden önce, amacım bu kalabalık sahada topyekün bir araştırma yapmaktan çok oradan oraya sıçrayan ve gevşek ve henüz tamamlanmamış bir sınıflandırma yaratmak.
Her birimizin kendi çocukluk zevklerimizden ya da sonraları çocuklarımızın keyif aldığı şeylerden, kaç yaşında olduğu tahmin edilebilir. Bir arkadaşım Virginia Lee Burton’ın (ilk basım 1942) The Little House kitabını ve bir diğeri Daniel Manus Pinkwater’ın The Big Orange Splot (1977) kitabını yeniden biriktirmeye başladı. Başka bir arkadaşım ise oğlunun gözdesi olan Roberto, the Insect Architect (Nina Laden, 2000) kitabının kelime oyunlarına zar zor dayandığını söylüyor. Benim oğlum da, Andrea Beaty ve David Roberts’ın Iggy Peck Architect (2007) kitabından en az 3 kopya edinmiş durumda. Bu ödüllü kitap, kafiyeli mısraları ve şık resimleriyle, tartışmamıza başlamak için oldukça uygun: “Genç Iggy Peck mimardır / iki yaşından beri / o büyük kuleyi yaptığında –sadece bir saat içinde- / yalnızca bez ve yapıştırıcı ile”. Konusu, tahmin edebileceğiniz üzere, oldukça sade: Genç Ignacious Peck’in inşa etme eğilimi, sevgi dolu ve havalı ebeveynleri tarafından hep destek görür ancak ikinci sınıf öğretmeni (çocukken bir gökdelende yaşadığı küçük talihsizlikten ötürü) bu durumdan pek memnun değildir. Üretmesi yasaklanan Iggy umutsuzluğa kapılır ancak en sonunda tasarım becerileri sayesinde günü kurtarır.
Iggy Peck Architect’i popüler bir çocuk kitapları kategorisini örneklemek için kullanabiliriz: Dışavurumu yücelten hikayeler. Chris van Dusen’in, bir çocuğun, oldukça yaratıcı bir biçimde trambolinler ile donatılmış bir eğlence evi tasarlamasını, If I Built a House (Eğer Bir Ev Yaparsam) kitabı da bu türe örnek olarak verilebilir. Genelde dışavurumun içkin bir yaratıcılık ya da erken yaşlarda gelişen bir tür güç ile oluştuğunu düşünürüz. Tarihsel olarak cinsiyetçi sayılabilecek dahilik gibi kavramları dışarıda bırakan bu olgu ile ilgili kuvvetli bir mitoloji de vardır: yaratıcılığın durdurulamayan, temel ve kendiliğinden oluşan bir güç olduğu ve ancak üretimsel biçimlere yöneltilebildiğine inanmak isteriz. Çocuk edebiyatında bu tür inançların desteklenmesi için ise mimarlık gerçekten mükemmel bir araç. Özgün ve dışavurumcu bir sanatçı ile kamu yararını düşünen pratik bir mühendis-ustanın birleşimi bir meslek olarak mimarlık ideal bir ahlaki karışıma sahip gibi duruyor. Aslında burada genç Iggy’nin günü kurtarırken bir bina değil köprü yapıyor olması, yaratıcılıktan çok yapı bilimi ile ilintili bu durum daha çok bir mühendisin hayal gücüne hitap ediyor. Yine de birçok çocuk kitabındaki mimar, hem sanat hem de mühendislik alanlarında ehil bir karakter olarak tanımlanıyor ve bu durum kesinlikle bu tarzı çekici yapan özelliklerinden biri.
Giriş sayfalarının eskiz kağıdından olması ve David Hockney tablolarına verilen referanslar gibi ara sıra erişkin mimarlık kültürüne göz kırpan durumlar dışında, Iggy Peck Architect metin-dışı ironik göndermelerden arındırılmış bir çocuk kitabı. Ve böylelikle bir diğer kategoriye de gelmiş oluyoruz: yalnızca çocukları değil, mimar ebeveynleri de hedef alan kitaplar. Öyleyse şimdi de raftan, Steven Guarnaccia’nın The Three Little Pigs: An Architectural Tale (Üç Küçük Domuzcuk: Mimari bir Masal) alalım. Bu kitaptaki domuzlar sırayla camdan, hurdadan ve taştan evleri ile Philip Johnson, Frank Gehry ve Frank Lloyd Wright olarak uyarlanmış. Hangi evin büyük kötü kurdun hoflayıp puflamasına daha iyi dayandığını tahmin etmişsinizdir. Aslında tasarım ve mimarlık tarihine yapılan göndermeler sayesinde bu kitap tam da eğitimli ebeveynlerin kendi kültürel birikimlerini ve düzeylerini çocuklarına aktarabilmelerini olanak sağlayan bir ilk kitap.
Bir diğer çocuk kitabı türü ise mimarlardan çok yapıları, daha doğrusu yapıları oluşturan teknik çizimler ve bu çizim dilinin imgesel ve görsel kodlarını içeriyor. Çocuk kitabı yazarları ve çizerleri çoktandır kesit-görünümün çekiciliğinin farkında. Gizli işleyişleri ve özel odaları önümüze serebilme gücü ile bu kesit görünümde gerçekten büyülü bir şeyler var. Richard Scarry’nin, Busytown ve The Best Word Book Ever kitaplarında kesit-görünüm etkisi güçlü bir biçimde yer alıyor. Bunun yanısıra David Macauley’nin birçok kitabı ve Stephen Biesty’nin çeşitli ikamet edilebilir büyük yapıların (kale, transatlantik gemi, katedral, jumbo jet, uzay gemisi) detaylı çizimlerini sunduğu Incredible Cross-Sections da gizli işleyişlerin görselleştirdiği kitaplara örnek verilebilir. Ancak Biesty’nin kitabındaki odak daha çok resmin küçük sakinlerinde: U-BOT’larına sıkışmış denizaltı mürettebatı ve kale duvarlarındaki boşluklardan atış yapan Orta Çağ okçuları… Bu bağlamda Biesty’nin kitabı ikamet edilen yerden çok ikamet edenler ile ilgili. Ölçekli modellerin de “çocuksu” bir yanı var. Mimari bir maket ile bebek evi arasında gerçekten ciddi bir mesafe yok. Bu tarz kitaplar minyatürleştirilmiş olanın çekiciliği ile, sizi o küçük dünyalarda gezinmeye ve yaşamaya davet ediyor. Aldığınız keyif, rol-yapma ve hayal kurma kadar bir yere yerleşmenin verdiği tatmini de içeriyor. İşte çocukluğumda, mimarinin bu hikaye anlatan mekanlar ve bütün insanlık komedisi ve trajedisini kapsayan çevreler oluşturabilmesi fikri beni çok etkilemişti.
Böylece ortaya koyduğum bu kısa sınıflandırmada, özellikle çocuk edebiyatında baskın bir tarz olan ana bir kategoriye geliyoruz: evler, ev seçimi, ev sahibi olmanın nitelikleri ve genel olarak ev kavramı hakkında hikayeler anlatan kitaplar. “Evim gibisi yok” diye de adlandırabileceğimiz bu tarz için şu kitaplar örnek verilebilir: Christopher Wormell’ın Blue Rabbit and Friends, Robin Muller’ın Badger’s New House, Eric Carle’ın A House for Hermit Crab, Susan Meddaugh’tan The Best Place, ve Mark Taylor ve Barbara Garrison’ın The Frog House. Ted Prior’ın Grug kitaplarının ilkinde, Grug, diğer kitaplarda gerçekleştireceği envai çeşit faaliyete (balık tutmak, futbol oynamak, dans etmeyi öğrenmek, tekne yapmak, vs…) başlamadan önce, ilk olarak kendine bir ev arıyor ve onu inşa ediyor. Burada ev yapmak açıkça birincil bir faaliyet. Bu tarz kitaplarda her türlü mesajı bulabilirisiniz ancak en kapsamlı ahlaki motif şu: her canlı, azıyla fazlasıyla ihtiyaçlarını karşılayan ideal bir eve sahiptir; bu ev dünyadaki bütün güven ve iyiliği içinde bulundurur; ve bu ev terk edildiğinde (belki daha iyisini bulmaya yönelik boş bir beklenti ile) veya kaybedildiğinde (belki başka bir yaratık tarafından ele geçirilirse) evin geri alınması için destansı bir yolculuk başlar; ve bu yolculuk hem bir hedef hem de bir ödüldür. Bu nedenden ötürü, ideal evi bulmaya, donatmaya ya da yapmaya yardımcı olabilen canlılar ile ilgili kitaplar önemli bir alt-tür ve işte tam bu noktada mimarlar devreye girmekte.
Çocuk edebiyatındaki hayali hayvan ustalar ve mimarlar, az çok komik ve antropomorfik (insanileştirilmiş) bir biçimde resmedilirler. Bu canlıların bir kısmı fare olarak resmedilir. Belki fare (mouse) kelimesi ev (house) kelimesi ile uyak oluşturduğundan, belki de farelerin sahip olduğu becerikli pençeler sayesinde çizime, hatta bilgisayar faresi (!) kullanmaya yatkın olduğundan… Buna karşılık, örneğin bir antilop mimar görmüyoruz (hep o sinir bozucu toynakları yüzünden). House by Mouse’a ek olarak, The House that Mouse Built (Maggie Rudy, Pam Abrams ve Bruce Wolf) isimli bir kitap, Roberto, the Insect Architect (daha önce bahsetmiştim) ve Christopher Wren the Avian Architect (Tina Skinner ve Lou Lou) isimli bir kitaplar da bulunmakta.
Bu hikaye türünde evin insanileştirilmesi olgusuna da sık rastlanır. Her türlü düşünce ve fikir ölçeğinde olmasa da, ahlaki ve duygusal nitelikleri bağlamında, örneğin iyi ev kötü ev ya da mutlu ev üzgün ev, şeklinde insanileştirilir. Bu genelde yaşayanların insani özelliklerinin bir uzantısı olarak, evin içinde yaşayanların özünün ve kimliğinin dışavurumuna dönüşmesi şeklinde gerçekleşir. Daha aşırı örneklerde, yaşayanın eve dönüşmesi gibi durumlar da vardır. Barbapapa (wikipedia tarafından lezzetli bir biçimde “insan dünyası ile karşılaşan ve ona uymaya çalışan, papayaya benzeyen, pembe ve şekil değiştirebilen kabarcık biçiminde yaratık” olarak tanımlanıyor) örneğinde bu yaratık bir aile için barınağa dönüşüyor. Bir başka psikolojik düzey ise, The Big Orange Splot (Büyük Turuncu Leke) kitabındaki “Biz sokağız, sokağımız da biz. Sokağımız tam hayallerimizdeki gibi ve biz bu sokakta olmak istiyoruz” nakaratında olduğu gibi, evin kendini ifade etmesi durumu. Bu kitap, mahallenin içinden bir evi ilginç bir konformizm karşıtı söylem ile diğer evler arasında kişinin evinin bireyselliğini ortaya çıkaran bir anlatı ile sunuyor. “yaşadığımız yer” şeklinde adlandırılabilecek bu tür, yalnızca evi değil kentsel mekanı da içine almakta.
Bu bağlamda, Jeannie Baker’ın 2004 yılında çıkardığı ve çok takdir edilen Window (1991) kitabına eş olan Home (Avustralya’da Belonging ismiyle çıktı) kitabı ise bir diğer ilginç örnek. Yazısız, karışık-ortam kolajları ile Avustralya’daki doğal alanların kentleşme nedeniyle giderek yok olmasının yasını tutuyor. Bu anlamda çocuk kitaplarında yer alan ev ve yuvaya yönelik kentleşme korkusuna da bir örnek teşkil etmekte. Baker, “Window’un olumsuz bir mesaj içeriyor olmasından her zaman biraz rahatsız” olduğunu ve bu nedenle Belonging’in kentsel dönüşümün sosyal sürdürülebilirliği bağlamında daha ümit vaat eden bir mesaj içerdiğini belirtiyor. Kent-karşıtı duruşa daha erken ve aşırı bir örnek ise Virginia Lee Burton’ın, daha önce bahsedilen The Little House kitabı. Bu kitap kentleşmenin giderek karanlık ve kirli bir yozlaşma ile kırdaki kulübeyi sarmasını anlatıyor. Mutlu son ancak kulübenin sürekli etrafını saran şehirden kaçırıp henüz el değmemiş uzak bir tepeye yerleşmesi ile gerçekleşiyor. Catherine ve Laurence Anholt’un Harry’s Home (Harry’nin Evi) kitabı da kent-karşıtı yazın modasına iyi bir örnek. Çocuk kitapları dünyasında ideal ev, yaşayanların doğa ile uyum içinde, gelip geçen mevsimlere zamansız bir peyzajın içinde tanıklık ettikleri, Thoreau tarzı bir ev. Hatta Thoreau’nun kendi evini yapmasın anlatan bir kitap bile var: Henry Builds a Cabin (D.B Johnson). Ancak bir hayvanı insanileştirmek başka bir şey, bir mimarın işini doğallaştırmak ve bunu içgüdüsel ve evrimsel, yuva kurma gibi bir olguya indirgemek başka bir şey. Benzetme üslubu bu yöne kaydığında biraz rahatsız oluyorum. Mimarlar ile ilgili çocuk kitapları, ya mimari ile doğa, ya da doğal kültür ve üretilmiş kültür ayrımı ile, mesleğin ideolojik farklılıklarını basit bir içimde ortaya koymakta.
Doğrusu meslektaşım Lee Stickells’a bana Jeannie Baker’ın kitaplarını hatırlatmasından dolayı minnettarım. Lee’nin okumasına göre Belonging, kentin yeniden yeşillenmesi ve yeniden ele geçirilmesi ile ilgili neşeli bir hikayeden çok, soylulaştırmanın çelişkili etkileri üzerine bir deneme. Belki arkadaşımın kitapta bahsedilen sokağın hemen ilerisindeki köşede yaşıyor olmasının da etkisi vardır ancak Lee’nin mimarın ve mimarinin çocuk kitaplarında yer alma biçimleri konusuna daha kapsayıcı bir yaklaşımı var. Sokaktaki insanların kafasındaki mimarlık fikrinin çocuk kitabı düzeyinde kalmış olmasını üzücü buluyor ve diğer mesleklerin daha geniş bir söylemi etkileyebildiğini ancak mimarlığın ve mimarların çok daha kısıtlı bir etkisi olduğunu belirtiyor.
Çocukken House by Mouse kitabına hiç sahip olmadım ama onu neredeyse sürekli olarak yerel halk kütüphanesinden kiralardım. Daha sonraları kız kardeşim bana bir kopyasını hediye etmek için internette gezinirken kendisi gibi, çoğu çocukluklarında kaybetmiş oldukları, şu ya da bu kitabı arayan kayıp ruhlarla karşılaştığını söyledi. House by Mouse çoktan basımdan kalkmış olmasına rağmen, pahalı da olsa (Alibris’te 100 dolardan başlıyor fiyatları), ikinci el kitap satan dükkanlarda bulunabiliyor. Kardeşim aynı kitabın Amerika’da başka bir isimle (Need a House? Call Ms. Mouse!) basıldığını öğrenmiş, almış ve sonunda bana zaferle takdim etti.
Amerika baskısı Avusturya baskısı ile aynı yazar ve çizere sahip ancak ilginç bir biçimde tamamen farklı bir metine sahip. Belki eleştirmenler tarafından biraz gaddarca eleştirilmesinin nedeni de bu durum. 1981, Kasım tarihli New York Times gazetesinde Doris Orgel şöyle yazmış: “Dünyaca ünlü dekoratör Ms. Mouse ve onun müşterileri ile ilgili bu hikayenin hiçbir değeri yok. Üstünkörü üretilmiş, yetişkinlere hitap eden, komik olmayan şakalarla dolu bir zımbırtı. Ama çocuklar bunu pek önemsemeyecektir, kitabın asıl olayı çizimlerinde”. Avustralya baskısındaki metin çok açık, sade tanımlamalardan oluşuyor ve hiç şakalı anlatım yok. İlginç bir biçimde iki farklı baskıda bazı hayvanların cinsiyeti de değiştirilmiş. Amerika baskısında ayı erkek, domuz ise kadına dönüşüyor, ki bence bu genel cinsiyet kalıplarına çok daha yakın. Ancak bu bambaşka bir mevzu. Sonuçta ben de çocukken, Fare-mimarın bir dişi olduğunu özellikle aklıma yazmış olduğumu hatırlamıyorum ama bu tip şeylerin bilinçaltına olan etkilerini kim bilebilir.
Biraz evlerin yaratıcı olmasından dolayı, House by Mouse kitabı ile ilgili pek çok şey hoşuma gidiyordu. Halatla çekilen sepetle erişilen bir sincap evi hayal edin! Ya da içinde kriket sahası olan bir köstebek yuvası! Ancak asıl ilgimi çeken alışılmadık mekanlara yerleşme fikriydi. Şimdi bile zekice uyarlanarak yeniden kullanıma açılan gerçek yapılar gördüğümde benzer bir haz duyuyorum. House by Mouse’ta en çok hoşuma giden yapılar yer altında (ve su-altında) olan, ondan biraz daha az sevdiklerim asılı ya da ağaç tepesinde olanlar, ama en az hoşuma gidenler geleneksel olanlardı. Örneğin Domuz’un köşkü hiç çekici değildi. Sıkıcı dikey duvarları ve pencereleri, neo-klasik sütunları ve iyi bakımlı bahçeleri olan bu “normal” eve duyduğum bir çeşit küçümseme ile sayfaları atladığımı belirgin bir biçimde hatırlıyorum. Fare-mimarın kendi evi daha cazipti. Sea-Ranch tarzı ahşap, farklı kotlara oturan, oldukça alçakgönüllü bir ev olmasına rağmen çok çeşitli çalışma mekanlarını sunuyordu: asma katın üstündeki ışıklığın altındaki özel girintiye yerleşmiş çizim masasını içeren bir çalışma odası; içinde plan çizimleri için çekmeceler, rulo kağıtlar ve resim fırçaları… Her odası, işlevine tam uygun, mükemmel bir düzen ve öngörebilirlik ile, kelimenin her anlamıyla “iyi bir hayat” için reçete gibiydi. Ve bir de büyük yuvarlak “resim penceresi” vardı. Benim çocuk gözüme adeta “işte Mimari budur” yazan bir tabela gibi gözükürdü.
House by Mouse’un sonunda, Fare-mimar, en sevdiği keyif mekanı olarak geleneksel bir evden ziyade, ormanın içinde geçici bir kamp yerindedir. Bu anlamdaki yerleşme, yaratıcı bir biçimde yaşayarak yerleşme, kitabın bütününde önemli bir yere sahip. Benim aldığım hazzın da büyük bir kısmı, Fare-kahraman’ın büyülü bir yaratıcılık ile tasarladığı her evin, gelenekselliğe meydan okur bir biçimde, yalnızca orijinal değil ayrıca sahibine kusursuzca ve mutlak bir biçimde uygun olmasından kaynaklanıyordu. Bütün bu evler her hayvanın, yalnızca bedenlerine değil arzularına da uygun bir biçimde kişiselleştirilmişlerdi. Bu anlamda her evin, yalnızca bir hayatı değil aynı zamanda bir hayat tarzını yansıttığını da söyleyebiliriz. Her hayvanın sahip olduğu oldukça farklı alışkanlıklar ve mekansal ihtiyaçlar, gerçek hayatta mimarın karşılaşabileceği olası müşterileri çeşitliliğine denk geldiğini düşünebiliriz.
House by Mouse’taki çoğu ev, hayvanlar için yazlık veya süs evler biçiminde tasarlanmış keyif evleriydi: Örümceğin ağlardan döşenmiş kabloları ile kayıt stüdyosu/gösteri sahnesi tam bir tekno-bohem fantezi. Bunun yanı sıra su samuru bot evinde keyif sürüyor, baykuş ise çalışma/planetaryum kulesinden dünyayı gözlüyordu. Ancak benim sevdiğim evler çalışkan sahipleri olanlar: tavşanın kış için özenle biriktirdiği sebzeler yığını; tırtılın, oyuk bir armudun içinde asılı evinin tavan arasından sızan ışıklar ile büyüyen intizamlı ve sıra sıra ekilmiş bitkileri. House by Mouse kitabında, evdeki huzuru ve güveni hissi oluşturan düzen, öngörülebilirlilik ve bereketin iç içe geçmiş cazibesini işte bu biçimlerde sunuyor.
Kitabın kesit-perspektif çizimleri çok iyi tasarlanmış: üst ölçek bir çevrenin içindeki bir evin özel mekanına yasak bir bakış sunuyor. Yalnızca ayı ininin döşenmiş iç mekanını değil, dağın geriye kalan manzarası da aynı resmin içinde (arı kovanları, servi ağaçları ve minik mektup kutusu, hepsi bir arada). Bir meskeni, çevresinin bir uzantısı olarak izleyebilmek, içeriyi ve dışarıyı bir arada görebilmek, muazzam tatmin edici bir durum. Ancak tüm çizimler kesit tekniği ile resmedilmemiş. Örneğin kurbağanın nilüfer pavilyonu ve kedinin Japon avlulu evi basit bir yukarıdan perspektif ile çizili. Bu tarz resimlerin içine kendinizi konumlandırmak çok daha zor olduğundan bunlar benim en az sevdiğim çizimlerdi.
Fare-mimarın rolü yaşam alanları yaratmaktı ve bu nedenle konutlara odaklanmış olması benim fikrime göre çok önemli. Kamu yapıları ya da genel ticaret yapıları ile uğraşıyor olsaydı bütün büyüsü kaçardı. Farenin, bazılarının ziyaretine de gittiği (çoğu zaman cesurca – alabalığın sualtı sarayı ziyaret etmek için dalgıç çanı giymişti), mutlu müşterilerinin olması beni son derece tatmin ediyordu. Bunun gibi yerleşme-sonrası geziler ve değerlendirmeler genel olarak çok keyifli ve minnet dolu geliyordu. Kısacası mimarın bir hizmet sağlayıcısı konumunda olması, karmaşık sorunları zekice ve eşsiz bir biçimde çözmesi ve bu esnada müşterisinin türlü ihtiyaçlarını da giderebiliyor olması fikri hoşuma gitmişti.
Bu noktada değinmek istediğim konu, benim mimarlık eğitimi almış bir yetişkin olarak House by Mouse’un içerdiği değerlere dönüp bir baktığımda aklımda oluşan çekinceler. Mimarı yaratıcı bir hizmet sağlayıcısı olarak düşünmek; müşterileri, mutlu, kin dolu sözleşme tartışmalarından uzak düşünmek; evlerin hala, yaşayanların karakterleriyle ve tercihleri ile uyum içerisinde, huzurlu mekanlar sağlayabildiğini düşünmek mutluluk verici. Beni asıl rahatsız eden mimarlık hizmetinin – fare’nin sağladığı keyif saraylarının temsil ettiği saf ayrıcalığın – neredeyse her zaman alıcısı konumunda olan insan grubu. Kim yalnızca zengin insanlara mimarlık yapmak isteği ile başlar bu mesleğe? Belki şimdi sınıf, ırk, cinsiyet veya herhangi bir statü ayrımının olmadığı çocukluk dünyamın zevklerinin, benim yetişkin zihnimdeki sınıf bilinci tarafından bozulmasına izin vermem biraz saçma. O zamanlar mimarlığın zenginliğe ve güçlü seçkinlere ne kadar yakın durduğunu göremedim, göremezdim. Ancak bu durum aklımda, çocuk kitapları araştırırken, beklenmedik bir tartışma açtı: mimarın toplumdaki rolü nedir, ne olmalıdır?
Şu ana kadar, mimarlar ve mimarlık ile ilgili çocuk kitapları için şu kategorileri tanımladım: mimarlığı yaratıcılığın kusursuz bir örneği olarak yüceltenler; tasarım tarihine giriş niteliği taşıyanlar; çizim ve belgeleme üzerine yoğunlaşanlar; ev fikrini açanlar. Bu tarz çocuk kitaplarında daha çok kategori var ve kesin bir sonuç elde ettiğimi iddia etmekten çekiniyorum. Yine de yaratma ve yerleşme bağlamında, mimarlık mesleği ve çocukların hayal dünyaları arasında gerçek bir bağ olduğunu düşünüyorum. Mimarlar gerçekten de yeni dünyalar ortaya çıkarmayı hayal ederler ve burada yalnızca mimarlık tarihi yazınında çokça sevilen hayali-mimariler ve/ya “inşa edilemez” fütürist spekülasyonlardan bahsetmiyorum. En basit mimari tasarım süreci bile mevcut çevreye bir müdahale, var olanı değiştirme çabası ve neyin nasıl olacağına dair önermeler içerir. Mimarlık, bazen fantastik, ama muhtemel bir gelecek hayal eder ve bunu ortaya koymaya çalışır. Bu çocuk kitapları için yeterince zengin bir konu değilse nedir? Sonuç olarak bu tarz kitapların aynı zamanda mimarlığın ve mimarların nasıl olması gerektiğini de sorgulamamızı sağlaması lazım. Ancak yalnızca peri masallarında değil, gerçek hayatta da…