Mekanın Poetikası

Metruk binaların fısıltısını dinlediniz mi? Terk edilmiş yerlerin bir musikisi vardır.

Kumru ve güvercinlerle karışık, eskinin kırık objeleriyle tıkırdayan bir metronomdur bu yerler. Çocukluğumun en güzel anıları buralarda geçti. Kardeşimle birlikte gezdiğimiz yıkıntılarda kendimizi define avcısı sanırdık herhalde. Oralardan bulduğum eski kâğıtları ve morfin ampullerini hâlâ saklarım. Kırık dökük bir evin yanından geçerken içimdeki maceraperest-merake uyanır. Ama zamana karşı yarışırken, zamanın durduğu yerlere pek zaman bulamıyorum artık. Sergüzeştlerimi odamda kuruyorum, kırık saatler ve paslı anahtarlarla.

Geçenlerde bu çok özlediğim hissin tekrar depreştiğini hissetim. İstiklal Caddesi üzerindeki Yunan konsolosluğunun kültür merkezindeki bir fotoğraf sergisi sayesinde bu terk edilmiş yerlere tekrar gittim.

Sanatçı Athina Kazolea’nın gözünden İstanbul’un eski hanlarında gezintiye çıkıyorsunuz. Fotoğraflardan bu muhteşem binaların rutubetini soluyor, metalik seslerini duyuyorsunuz.

Bu güçlü fotoğraflarda gerçekten doku var, koku var, unutulmuş tenha bir hayatın yanında gündelik yaşamın olağan koşuşu var. Kimi fotoğraflara dokunmak istiyorsunuz; bende Klee’nin resimleri bu isteği kabartır, şahsen fotoğrafta nadir yaşadığım bir duygudur.

Bugün eski hanlarımız yarı ölü. Bizler için hayal(et) mekân olmadıkları zaman zanaatkârların atölyesine dönüşüyor. 17. yüzyıldan kalma İstanbul’un en büyük hanı olan Büyük Valide ve Kızlarağası hanında hayat devam ediyor.

İşçiler, kuru fasulye yiyip üstlerinden günün kirini yıkıyor, fotoğraflardan görüldüğü üzere. Biz de süregelen yaşamı bir an için dikizleyip dökülen duvarlardaki yağmur-yemiş bronz yeşili ile tenin parlaklığı arasında gelip gidiyoruz. Fotoğraflara eşlik eden metinler ise ayrı güzel. Bir yıldır Yunanistan’da en çok okunan şehir biyografisi “Gaiplerin Şehri İstanbul” eserinden alıntılar, bize hanların kısa tarihçesiyle terk edilmişliklerinin hikâyesini anlatıyor.

Bana göre Kazolea’nın fotoğrafları dekadans ve hayat alegorisi olarak okunabilir, şehrin eski ve yeni arasındaki gelgitini betimleyebilir. Gaston Bachelard, mekânın poetikasından bahsederken evin hayalperestleri koruduğunu, rüya-barınağı olduğunu söyler.

Bu eski yerler ise, rüyaları vitray gibi renklendirir. Geçmişi uyandırıp yeninin gümüşünü, balığını getirir.

Fotoğraflar, bende eski İstanbul’da yürüyüşe çıkma, bu eski hanlarda dolanma isteğini uyandırdı. Bakalım ne zaman kaçabileceğim?

Etiketler

Bir yanıt yazın