İstanbul’da Geleneği Gerçekten Yaşatmak istiyor muyuz?

Geleneği sürdürmek istiyorlar. Ne güzel! Bu, kent bağlamında, tarihi dokuyu ve mimari özellikleri korumak demek.

Tarihi kentleri yok ettiğimize göre mimari geleneği koruyamamışız. Kendimizi yalanla avutmayalım. Belediyeler geleneği yaşatmak istediklerini söyledikleri zaman, bunun bir sonuç vermediğini 60 yıldır biliyorum. Çünkü bir kentin geleneksel karakterini korumak bir inşaat sorunu değil, bir üst kültür sorunudur. Yahya Kemal İstanbul’u sevmezse gönül aşkı ne anlar’ der. Oysa derin bir sevgi olmazsa kenti de koruyamazsınız.

Avrupa bizden hem zengin hem her alanda daha ileri hem daha uygar. Her şeyi oradan ithal ediyoruz. Düşünce ya da artifakt. Onlar tarihi kentlerini bizim insanların hayal bile edemediği kadar iyi korumuşlar.

Kentinin geçmişinin bir köşesini feda etmeyen bir Türk belediyecisi oldu mu acaba? Bu kentlileşememe denilen bilgisizlik ve bilinçsizliktir. Gelenek geleneksel mekânda yaşar. Yirmi yıl önce kerpiç ya da taş evde oturanlar yaşam geleneklerini, büyük kentlerde, sekizinci katına taşındıkları apartman dairelerinde mi sürdürecekler? İkea’dan mobilya alacaklar, bir televizyon köşesi yapacaklar. Bir köşeye telefon yerleşecek. Kalorifer olacak. Yazın klima koyup pencereden kutusunu sallandıracak ve televizyon antenlerini de bayrak gibi binaya asacaksın. Duvara bir Hilye-i Şerif ya da Bismillah levhası asıp, eski İznik üslubunda bir çanağı da masaya koyunca geleneksel mekân mı olacak? Bunlara pimapen sürme pencere, bulaşık ve çamaşır makinesi, banyoya duşu da ekleyince geleneksel mekân hangi köşeye sığınacak?

50 yaşına gelip ömürlerinde bir konak, bir ahşap ev görmemiş, marka araba sevdalıları ham burjuvalar gerçekten geleneği mi arıyorlar! Bilmedikleri bir şeyi neden arasınlar? Bir köşeye bir seccade açıp namaz kılınca yaşamları geleneksel mi oluyor? Tarihi başörtüsüne indirgeyenler, gece televizyon seyredince rüyalarında geleneği mi görüyorlar?

Türkiye nüfusunun yarısı 30 yaşından küçük. 1980’lerde doğmuş, on yıl önce dünyadan haberleri olmuş. Bunlar gelenekçi olamaz, çünkü onu hiç yaşamadılar. Bundan kırk yıl önce, köyden kurtulup iş bulmaya gelen ana babaları kerpiç ve taş evlerini sırtlarında getirmediler. Hayvanlardan, tarlada çalışmaktan, soğuktan kurtuldukları ve oy karşılığı arsa sahibi oldukları için mutluydular. Ömürleri kentliyi taklit ederek geçti. Halkın bugün yaşamda aradıklarına bakıp gelenekten söz etmek anlamsızdır.

GEÇMİŞİ OTEL YAP, GEÇMİŞTEN BAHSET
Sultan saraylarını ya da İstanbul’un en güzel süvari kışlası olan Vaniköy kışlasını, Haydarpaşa istasyonunu (ki bizde sanayileşmenin simgelerinden biridir) otel yapmaya çalışıp, ne olduğu belli olmayan en çirkin kışlayı Taksim’de ihya etmeye çalışanlar ne istediklerini gerçekten biliyorlar mı? Osmanlı geleneğinin nesini koruduklarını sanıyorlar?

Bırakın tarih okumayı, İstanbul’u biraz dolaşmış duyarlı bir insan camilerin nerelerde yapılmış olduğunu öğrenmez mi? Kentliye cami gerekiyorsa? Gelenekten söz edip çıplak Boğaz tepelerine Sultanahmet Camisi neden tasarlıyorsunuz? Maslak’a yapın. Camiyi tasarlayacak bir mimar bulmak da önemli!

Çağdaş bilim ve teknolojide, öğretim ve üretimde geri kaldığımızı, ulaşımı çözemediğimizi, planlama yapamadığımızı söylerken cehaletimizi ve örgütlenme sınırlılığını vurguluyoruz. Gerçi bundan 50 ya da 30 yıl öncesi ile karşılaştırırsak, kentlerin gelişmesiyle övünebiliriz. Fakat gelenekten, tarihe saygıdan kent korumadan söz ettiğimiz zaman da övünülecek bir şey yok!

Başarı dünya ile karşılaştırınca bir anlam kazanıyor. Acaba bugün korumacı idarecilerimiz Carcassone diye bir Fransız kentini gördüler mi? Güney Fransa’da Provence kentlerini ziyaret ettiler mi? Salzburg, Würzburg, Dresden’den Orta İngitere’de Oxfordshire, Gloustershire gibi bölgelerdeki kentlerden ya da İspanya da Toledo’dan haberleri var mı? Dünyanın eski yapıtlarının neredeyse 1/3’ünü korumuş İtalyan kentlerini gezmeye gittikleri zaman, Floransa, Siena, Ferrara gibi kentlerde kaç tane gökdelen ya da yeni Osmanlı konağına benzer uygulama görmüşler. Petersburg’u, Roma, Paris ve Londra’yı görmemiş olamazlar. Belki Hindistan’ın Raca saraylarını, Fatehpur Sikri’yi ve Kyoto’yu da gezmişlerdir.

Tarihi kent karakterleri korunan kent adları Avrupa’da binleri bulur. Türkiye’de koruma kent diye Safranbolu’dan başka bir şey anımsamıyoruz. İstanbul’da 1950-1970 arasında Boğaziçi, Üsküdar, Sur içi ahşap konutlarını henüz koruyorlardı. Kadıköy’ün ahşap köşk ve konakları yaşıyordu. İstanbul dünyanın incisi değil miydi? Biz camiler ve birkaç taş yapıdan başka ne koruduk? Ne kadar tarihi binası varsa, saray bile olsa, otel, alışveriş merkezi ya da lokanta yapmaktan neredeyse gurur duyan bir toplum olduk. Yapmadığımız bir şeyden bu kadar söz etmek can sıkıcı ve gülünçtür.

Geri kalmışlık, cahillik gibi sıfatlar toplumun tümel çağdaş kültür yoksulluğu ile ilgili. Evrensel karşılaştırma parametreleri değişik koşullarda yaşayan toplumlar tarafından saptanmış. Bunları bilmeyince kendimizi gülünç duruma sokuyoruz. Geleneğine duyarlılık önce kendi toplumumuzda ve aydınımızda olur.

Bizim geleneksel mimarlığımızı sadece kötü restore edilen camiler mi temsil ediyor? 12 yüzyıldan bu yana özgün yerel konut gelenekleri var. Dünyanın en zengin ahşap konut mimari geleneklerinden biri bu ülke topraklarında gelişmedi mi? Bunlar şimdi İstanbul’daki yeni Osmanlı konaklarına ve gökdelenlere mi yansıyor? Bu davranışlar bilgisizlik göstergesidir. Türkiye çağdaş mimari tasarım seviyesine, 1950’lerde ulaşmıştı. Bugün de iyi tasarım yapacak yüzlerce mimar var, ama bu inşaat furyası ve uzman düşmanlığı birkaç iyi örnekle aşılamaz.

CEHALET VE ACEMİLİK
Övüneceğimiz zengin bir konut geleneği cehalet ve acemilikle yok edildi. Geleneksel kültür evlerde yaşardı. Onları yok ettik. Sarayları otel yaptık. Çeşmeler susuz kaldı. Sıra tren istasyonlarına ve kışlalara geldi.

Gelenekle övünmek onu öğrenip korumakla olur. Ve bunun yolu yordamı dünyada saptanmıştır. Türkiye’de de 1950’den bu yana üniversitelerde öğretiliyor. Tarihi karakteri uygar ülkelerde olduğu gibi korumanın yöntemlerini biliyoruz. Yetenekli ve bilgili mimarlar çağdaş yorumlar da getirebilir. İstanbul’u dünya kenti yapan kimliği bir ölçüde böyle koruma şansımız olabilirdi.

Dünyanın en güzel kent siluetini seyreden Galata Köprüsü’nü balıkçılar işgal etmiş. Köprü kokuyor, bakımsız ve çirkin bir renkle boyalı. Köprünün iki tarafına merdiven evleri üzerinde yükselen ölçüsüz kübik kümbetler kentin en güzel siluetini parça parça ediyorlar. İstanbul hangi Avrupa’nın kültür merkezi olmuştu?

Neden Yuşa Tepesi’ne gidip üzerine Fatiha yazan bir mezar taşı dikmiyoruz? İstanbul için!

Etiketler

Bir yanıt yazın