Türkiye'de kentsel dönüşüm olgusunun tarihi Tanzimat'a dayanıyor.
Türkiye’de kentsel dönüşüm olgusunun kökü Tanzimat dönemine dayanmaktadır. 1838 yılında Osmanlı ve İngilizler arasında yapılmış ticaret anlaşmasında, liman kentlerinin mekânsal ve yönetsel olarak yeniden yapılandırılmasını da içeren maddeler bulunmaktaydı. Son yüzyılda biçim değiştirmeye başlayan kentsel dönüşüm olgusu, siyasal iktidarlardaki algı farklılığı nedeniyle Türkiye’de kırsal alandan kentsel alanlara olan göçü hızlandırmıştır. Kırsal ve kentsel nüfus oranları 1980 yılında sırasıyla yüzde 56 ve yüzde 34 iken, bu oran 2011 yılında yüzde 23 ve yüzde 77 düzeylerine ulaşmıştır. Kentsel nüfusun bu kadar hızlı bir şekilde artış gösteriyor olması, barınma sorununu da beraberinde getirmiştir. Barınma sorunu çarpık yapılaşmayı, çarpık yapılaşma da yapısal olarak dayanıksız ve aynı zamanda mekânsal tasarım olarak zevksiz kentlerin oluşmasına neden olmuştur. Bu yüzden, kentsel dönüşümle ilgili çalışmalar, bu kaygıları ortadan kaldırmak ve daha az risk unsuru içeren kentler oluşturmak üzere hayata geçirilmiş projeler olarak karşımıza çıkıyor.
Kentsel dönüşümün temel hedefi sadece eskimiş, hasara uğramış ve değer kaybetmiş yapıların iyileştirilmesi veya tasfiye edilmesi değil; aynı zamanda kent ekonomisinin sürdürülebilir kalkınma programları çerçevesinde yeniden yapılandırılması ve kent bilincinin ortaya çıkarılmasıdır. Yani, kent bilinci sadece fiziksel mekânların yeniden düzenlenmesi olgusuna indirgenemez ve indirgenmemeli de. Kentsel dönüşüm, fiziki dönüşümün yanı sıra yapısal, çevresel ve zihinsel dönüşümü de içermelidir.
Yeni mekânlar oluşturmak, yeni cazibe merkezlerinin oluşmasına, yeni turizm alanlarının ortaya çıkmasına, yeni mekansal organizasyonların hayata geçirilmesine ve yerleşkeler arası ilişkilere yeni boyutlar kazandırılmasına neden olmuyorsa, kent bilincinin ortaya çıkarıldığı bir kentsel dönüşümden bahsetmek mümkün olmayacaktır. Başka bir ifade ile kentsel dönüşümü daha dayanıklı “dört duvar”ların oluşturulduğu bir kavram olarak algılama hatasına düşmemeliyiz. Bu yüzdendir ki, kentsel dönüşüm, kent bilincini ortaya çıkaran, orta ve uzun vadeli sürdürülebilir kalkınma programları çerçevesinde yapılmalıdır. Alınan kararlara yerel halkın da katılımı sağlanarak ve tarihi dokular korunarak oluşturulan dönüşüm projeleri, kentin yeniden canlanması ve kentlere daha rekabetçi imajlar kazandırılması açısından büyük önem arz eder.
Kentsel gelişme, gerek sosyo-ekonomik kalkınmadaki temel rolü ve gerekse mekânsal organizasyonlarda üstlendiği işlev dikkate alındığında, bölgesel gelişme bağlamında da temel bir unsur olarak karşımıza çıkıyor. Çünkü mekânsal gelişmeyi, coğrafi ve toplumsal bilinç kavramından soyutlanmış olarak irdelemek mümkün değildir. Bu nedenle, kent ve dolayısıyla kentsel dönüşümle ilgili olgular, sosyoloji, sosyokültürel yapı, ekonomi ve tarih gibi birçok öğe ile birlikte ele alınarak karar sürecine dahil edilmelidir. Kentlerle ilgili her düzenleme, yalnız kentsel dokuyu değiştirmekle kalmaz, aynı zamanda toplumsal süreçler üzerinde de etkili olur çünkü.
Mekânsal olarak yer değiştirme, zihinsel bir değişimi de zorunlu kılar. Örneğin, mahalle bakkalından veresiye alışveriş yapmaya alışmış birisi için, süper marketlerden kredi kartı ile alış veriş yapabilme eylemi zihinsel bir değişimi gerektirir. Sosyal bağımlılık ve aidiyet duygularının yüksek olması nedeniyle, alt gelir grupları genellikle bu değişimden olumsuz etkilenirler. Bu olumsuzluklar kamusal politikalar yoluyla minimize edilmezse, bu grupların sosyal bir ortam olarak kente bakışı ve kentsel algıları da değişir.
Kentsel dönüşüm sürecinde sosyal adalet kavramı, gelirin yeniden dağıtılmasını da içerdiği için en temel sorun olarak görülebilir. Çünkü sosyal adalet terazisinde meydana gelen en ufak bir sapma kent ekonomisini olumsuz yönde etkileyecektir. Örneğin, doğal afet riskinin azaltılması ve konut arzının artırılması gibi olumlu yönleri olan kentsel dönüşüm olgusunun; aynı zamanda düşük gelirli vatandaşların yaşamaya alışkın oldukları düzenli bir gelir elde etmeyi gerektirmeyen ortamlardan koparılması ve sürekli ve belli bir düzeyin üzerinde gelir elde etmeyi gerektiren yeni çevrelere uyum sağlamaya mecbur bırakılması gibi olumsuz yönleri de vardır.
Bu bağlamda, mekânsal değişiklik yaşayan ailelerin yaşayış biçimlerinde meydana gelen modern çeşitlilik artışı, harcamaları da artırmaktadır. Genelde borçlanarak daire alma yoluna gitmiş olan aile fertleri, yaşayış değişikliğine paralel olarak harcama artışlarını karşılamak üzere, çoğunluğu kayıt dışı olmak üzere yeni iş arayışlarına girmek zorunda kalabilmektedirler. Konutların genelde merkezi bölgelerden uzak yerlere yapılıyor olması dolayısıyla zaten sosyal dışlanmışlık olgusu ile karşı karşıya olan bu aileler, daha konforlu olan yeni ortamları için gerekli ekonomik altyapıyı oluşturmakta oldukça zorlanmaktadır.
Kentsel dönüşümde gelirin yeniden dağılımına neden olan en önemli faktör dışsallıklardır. Dışsallık, çevresinde meydana gelen yatırımlar sebebiyle bir arazinin maddi değerinde meydana gelen değişmelerdir. Yerelde yapılan mekânsal plan değişiklikleri, arazilerin değerini değiştirmekte ve dolayısıyla gelirin bir gruptan başka bir gruba aktarılmasına neden olmaktadır. Daha üst gelir grupları için biraz daha şeffaf olan bazı bilgiler, bu grupların belli bölgelerde yatırımlarını artırmalarına neden olabilmekte ve dolayısıyla gelir dağılımı alt gelir grupları aleyhine değişim gösterebilmektedir. Bu bağlamda, kentsel dönüşümün ciddi kontroller altında yapılıyor olması ve belli kesimlere rant sağlama aracı olarak görülmemesi çok önemli. Dikey yaşam alanlarının ortaya çıkarılması dolayısıyla düşen arsa maliyetleri, müteahhitlerin kârlılık oranlarını artırmaktadır. Bu durumun o yaşam alanı içinde yaşayanlara yansıtılmaması, gelir dağılımındaki adaletsizliği daha da artıracaktır.
Türkiye’de Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından yürütülmekte olan kentsel dönüşüm eylem planı, kentsel dönüşümün sürdürülebilir kalkınma ve gelir dağılımı boyutunu da dikkate almaktadır. Ancak, eylem planında yer verilen temel hedeflerin ve ilkelerin taviz verilmeden uygulanması gerekmektedir. Kentsel dönüşüm olgusu, toplumsal öğelerden dışlanarak; matematiksel olarak uygun, ancak estetik, sosyal bilinç ve sosyo-ekonomik adalet açısından olumsuz örnekler oluşturacak şekilde dizayn edilmemelidir.