15 Aralık'ta Mimarlar Odası'nda bir konuşma yapan Deniz Mazlum, İstanbul'un tarihindeki yıkıcı olayları anlattı.
Konuşmada öncelikle Bizans döneminde, 532’de, en şiddetli ayaklanmalarından biri olan Nika Ayaklanması’na değinildi. Buna göre, dinsel ve siyasal bir kargaşanın olduğu, I. Jüstinyen’in imparatorluğunda ayaklanma, Hipodrom’da yarışan Maviler ve Yeşiller arasındaki anlaşmazlık ile başlayıp, sonrasında büyüdü. Kanlı ayaklanmada o dönem ikinci kez inşa edilmiş olan Ayasofya büyük ölçüde tahrip edilmekle birlikte, Konstantinopolis’te kent ölçeğinde bir zarar da söz konusu oldu. Bu olaylardan sonra günümüzdeki Ayasofya’nın inşaatı başlatıldı.
Mazlum, IV. Haçlı Seferi sırasında İstanbul’un Latinler tarafından işgal edilmesi sonucu oluşan tahripden de söz etti. “13. yüzyılın ilk yarısında, 50 yılı aşkın bir süre İstanbul’un işgal altında tutulduğu bir dönem bu… Dönemde kültür ve sanat eserleri yağmalanmıştır. 1204 senesinde İstanbul üç günde tamamen talan edildi. İşgalciler kentten ayrılırken de çok değerli sanat ve kültür eserlerini beraberlerinde götürdüler. Bunlardan birini Venedik-San Marko Kilisesi’nin cephesinde görmek mümkün. Bronz at heykelleri İstanbul’dan bu dönemde taşınmıştır. Bunun dışında bugün çok sade olarak Hipodrom’un Spina’sı üzerinde yer alan Örme Sütun’un üzerindeki değerli levhalar da yine dönem götürülen eserler arasındadır.”
Kağıthane Mesiresi Ortamı
Konuşmacı Osmanlı döneminin en yıkıcı ayaklanmasının Patrona Halil İsyanı olduğunu belirterek, eski bir yeniçerinin kışkırmasıyla patlak veren ve 28 Eylül-2 Ekim arası süren isyanın, Lale Devri olarak isimlendirilen döneme son verdiğini ifade etti.
“Ayaklanmada halk galeyana getirilip, Kağıthane ve Sadabad’daki köşkler ve kasırları tahrip etti. III. Ahmed tahttan indirildi, dönemin ünlü sadrazamı Nevşehirli İbrahim Paşa ise öldürüldü. Ayaklanmaya sadece yoksulluk değil, kadın ve erkeklerin bu dönemde mesire alanlarında birarada görülmesi de etkili olan sebeplerdendi. Kağıthane Yerleşkesi’nden günümüze yok denecek kadar az şey kalmıştır.”
6-7 Eylül Olayları
“Ayaklanmalarda 6-7 Eylül Olayları’nı anmadan olmazdı… 1955’te gerçekleşen, sonradan kurgulanmış bir olay olduğu anlaşılan olaylarda, özellikle İstanbul ve İzmir’de Rum vatandaşların mallarının yağmalandığı bir vandalizm yaşandı. 6000 kadar dükkan ve konut tahrip edildi, dini yapılar zarar gördü. İstanbul’un nüfus yapısı ve milli serveti önemli ölçüde zarar gördü”
Osmanlı arşiv belgelerinde yangınların ve depremlerin Tanrı’nın bir hikmeti olduğu yönünde genel bir yargının olduğunu belirten Mazlum, 16. yüzyıldan itibaren gerçekleşmiş yıkıcı yangınlara konuşmasında yer verdi.
1539 Zindankapı Yangını: Çok geniş alana yayılmış, en eski yangınlardan biri. Bu dönemde aynı zamanda veba salgını da olduğu için çok ağır atlatılan bir felaket.
1540 Eski Saray Yangını: Günümüzde İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu arazide bulunan Eski Saray’da çıkan yangın. Yapılar ve içerisindeki değerli eşyalar zarar gördü.
1569 Yahudi Mahallesi Yangını: Bir hafta süren yangında 36.000 ev kül oldu. Evin üstüne çıkacak bir merdiven inşa edilmesi ve her evde bir fıçı su bulundurulması gibi naif öneriler getirildi. Ehli olmayan kişiler mimarlık yaptığı için, ocaklardan yangın çıktığı dönemde tartışma yarattı. Burada mimarların rolü üzerinde durulduğu gözlemleniyor.
1574 Topkapı Sarayı Mutfakları Yangını: Bu yangından sonra Mimar Sinan, mutfakları daha geniş alana yayılacak şekilde tekrar inşa etti.
1633 Cibali Kapısı Yangını: Şehrin beşte birini harap eden yangında pek çok anıt zarar gördü.
1660 Yangını: Haliç’teki bir dükkandan çıkan ve kısa zamanda geniş bir alana yayılan yangında 120 saray ve köşk, 40 hamam, 100’ü aşkın mahzen ve dini yapılar zarar gördü.
1718 Haliç Yangını: Haliç’te başlayan yangın, Yarınmada’yı katedip Marmara’ya ulaşarak büyük zararlara yol açtı.
1755 Hocapaşa Yangını: Cağaloğlu-Divanyolu çevresinde çıkan yangında resmi yapılar oldukça zarar gördü.
1782 Yangınları: Bu yangının ardından bir risale çıkarıldı, bu açıdan bir ilk niteliğinde. 20.000 kadar yapı zarar gördü. Evsiz kalanlar göç ettiği için nüfusta da bri değişim söz konusu oldu.
Gravürlerde yapıların çoğu ahşap olduğu için yangın sonrası sadece kagir bacaların zarar görmeden kaldığı gözlemleniyor.
1865 Hocapaşa Yangını’nın etki alanı
1865 Hocapaşa Yangını: 19 Eylül’de başlayan yangın çok büyük bir alana yayılıp, büyük zararlara sebep oldu. Bu yangından sonra ilk defa “Islahat-ı Turuk” isminde bir komisyon kuruldu. Şehrin düzenlenmesini öngören komisyonun faaliyetleri sonucu caddeler genişletildi. Bu uygulamalar sırasında Atik Ali Paşa Camisi’de olduğu gibi bazı yapıların bir kısmı yol genişletmelerinde kesildi.
Ayvansaray ve Samatya’da Islahat-ı Turuk düzenlemeleri
1861 Ayvansaray Yangını: Bu yangın sonrasında ise “Islahat-ı Turuk” komisyonu ile öncesinde çevrede görülen organik yapının, gridal bir sokak sistemine çevrildiğini görüyoruz. Bu uygulamanın aynısı 1866 senesinde Samatya’da çıkan yangından sonra da gerçekleştirildi.
1870 Pera Yangını: 3000 ev ve dükkan yangında kül oldu. Dönemde naif bir uygulama olarak görülebilecek tulumbacılar görev almaktaydı.
Tarih boyunca İstanbul’da büyük depremlerin yaşandığını belirten Mazlum, Osmanlı döneminde üç depremin öne çıktığını ifade etti.
1509 Depremi: “Kıyamet-i Sugra” (Küçük Kıyamet) olarak anılan bu depremin yaklaşık 8 şiddetinde olduğu biliniyor. Deprem sonrası İstanbul dışından çok fazla kişi çağrılarak onarım faaliyetleri başladı. En önemli yapılardan Ayasofya’da ise büyük bir hasar olmadığı, mozaikleri örten sıvanın döküldüğü ve bir minaresinin düştüğü kayıtlardan anlaşılmaktadır.
1766 Depremi: Aynı sene içerisinde iki büyük deprem oldu. Fatih Camisi onarılamayacak dercede hasar gördüğü için, yeniden inşa edilmek durumunda kaldı. Bu depremde Ayasofya yine hafif hasar gördü. Depremden sonra imparatorluğun her yerinden taşçılar, dülgerler İstanbul’a çağırıldı. 1766’nın en çok hasar gören yapılarının arasında Kapalıçarşı’da bulunuyor. Eyüp Camisi de tekrar inşa edilen camiler arasında.
1894 Depremi: II: Abdülhamid döneminde yaşanan depremde basına sansür uygulandığı için tam olarak ne kadar can ve mal kaybı olduğu bilinmiyor. En büyük hasar Prens Adaları’nda ve Kapalıçarşı’da gerçekleşti. 1766’deki onarılan binalar özellikle zarar gördü.
“İstanbul’da 1936-51 seneleri arasında görev yapmış olan Henri Prost, içeriğinde radikal kararları barındıran bir Nazım İmar Planı hazırlıyor. 1950-60 senelerinde Demokrat Parti’nin iktidarda olduğu dönemde, Menderes imar faaliyetleri sırasında bu kararlar bir imar planına dönüştürülerek uygulanmıştır”
Lütfi Kırdar’ın başkanlık döneminde Atatürk Bulvarı’nın açılmasıyla yolun her iki yanında yer alan Firuzağa Mescidi ve Çandarlı Hamamı gibi çok sayıda kültür varlığının yokedildiğini belirten Mazlum, Dolmabahçe Sarayı Ahırları’nın da 1947 senesinde İnönü Stadyumu yapımı için yıkıldığını sözlerine ekledi.
“Menderes İmarı olarak anılan dönemi çok önemli buluyorum. ‘İstanbul’u bir kere daha fethedeceğiz’ düşüncesiyle hareket edildiği için şehrin çehresini oldukça değiştirmiş bir faaliyetler bütünü. Vatan ve Millet caddelerinin açılması sırasında yine çok sayıda yapı zarar görmüştü. İstanbul büyük bir şantiye görünümündeydi”
Karaköy Camisi
Mazlum, Eminönü ve Karaköy’de de aynı dönemde büyük değişikliklerin yaşandığını, istimlaklar sırasında Karaköy Camisi’nin her ne kadar sökülüp, depolanıp, tekrar yapılacağı söylense de gerçekleşmediğini belirtti. Bunun dışında Barbaros Bulvarı’nın açılmasının kente vurulan darbelerden birisi olduğunu vurgulayan Mazlum, 1984-89 seneleri arasında Bedrettin Dalan döneminde de Haliç kıyılarındaki kültür varlıklarının yok edilmesi, Tarlabaşı Bulvarı’nın açılması sırasında 500’e yakın kagir binanın yıkılması gibi planlama ilkelerine uygun olmayan uygulamaların gerçekleştirildiğini söyledi.
2005 senesinde çıkarılan 5366 sayılı Kentsel Dönüşüm Yasası’nı da değerlendiren Mazlum, “Adı bile tartışmaya açık. Yıpranan varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılması mottosuyla yola çıkıyorlar. Yenileme, koruma açısından tercih edilen bir durum değil” derken, Sulukule ve Tarlabaşı gibi gündemdeki dönüşüm alanlarına değindi.