“Diğer bütün kentler ölümlüdür, ama sanırım İstanbul, insanlar var oldukça yaşayacaktır.”
Petrus Gyllius
Haliç’e Dokun-ma
Bir varlık olarak peyzajın tarihsel birikimlerini doğru okumak…
Haliç
Haliç, İstanbul’da, Çatalca Yarımadası’nın güneydoğu ucunda bulunan, Alibeyköy ve Kağıthane derelerinin birleşip döküldüğü yerden Marmara Denizi ile Boğaziçi’nin karıştıkları yere kadar uzanan coğrafi bir oluşum olup; İstanbul ve Beyoğlu platolarını birbirinden ayırmaktadır. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda 7.5 kilometre boyunca uzanan Haliç’in oluşumu, Boğaziçi gibi II. ve III. Jeolojik Zaman’da ortaya çıkan yükselme ve sıkışmalara dayanmaktadır. İlk oluşumundan beri kıyı çizgisinde ve derinliğinde büyük değişime uğramıştır. Haliç’in batı kısmı, doğal tortular ve iki ırmağın havzalarının atıkları ile dolmuş; diğer yandan inşaat arsası elde etmek için Haliç’e doğru dolgu alanları oluşturulmuştur. Bugün en geniş yeri, boğaza açılan ağız kesiminde, 1.010 metreye yaklaşır. İç kesimde en geniş yeri Kasımpaşa-Cibali arasında 700 metre; Eyüp hizasında ise genişlik 200 metreye kadar daralmaktadır. En derin yeri Galata Köprüsü’nün altında 60 metre, en sığ yeri de Eyüp’ten sonra 2-3 metredir. Haliç’in her iki yakasında Haliç’e paralel olarak uzanan tepeler vadilerle birbirinden ayrılmakta olup Eyüp ve Kağıthane bölgesinde 100-110 metre yüksekliğindedir.
2019
1970
1946
Tarihi Gelişim
Alibeyköy ve Kağıthane derelerinin Haliç’te birleştiği yerde, iki dere arasında Silivri Tepesi adı verilen bir tepe bulunmaktadır. Bu tepe, İlkçağ mitolojisine göre, Haliç’teki ilk yerleşim yeri olmuştur. İstanbul ile ilgili Antik çağdaki yerleşmelerle ilgili çoğu bilgimiz, efsanelere dayanmaktadır. Yunan mitolojisine dayanan bir efsaneye göre, Zeus’un sevgilisi olan İo, Zeus’un yasal karısı tanrıça Hera’dan kaçarken, Haliç kenarında Keroessa isimli kızını doğurmuştur. Keroessa, su perisi Semystra tarafından yetiştirilmiş, büyüdükten sonra denizler tanrısı Poseidon’dan Byzantion’un kurucusu Byzas’ı dünyaya getirmiştir. Haliç’in eski ismi olan Keras, bu efsanedeki Keroessa’ya dayandırılmıştır. Bugünkü Silahtarağa’da Roma dönemine ait bir yapının temelleri, çeşme veya sunak ile mermer heykel kalıntıları bulunmuştur.
Bizans canlandırması, saray ve Haliç’ten detay (İMP arşivi)
Haliç’in Marmara Denizi’ndeki limanlara göre daha korunaklı bir coğrafi konuma sahip olması ve girişinin zincirle kapatılmasıyla güvenliğin arttırılması, Roma ve Bizans döneminde Haliç’in kentin asıl limanı olmasına neden olmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u almasından bir süre sonra yeni düzen oturmaya başlamış ve Bizans zamanında gelişen deniz ticareti tekrar canlanmış; Haliç, kentin en önemli limanı olmaya devam etmiştir. Bizans dönemindeki ticaret bölgeleri, bu dönemde de aynı işlevlerini sürdürmüşlerdir.
Haliç kıyı şeridi, kuruluşu Bizans’a ve Osmanlı İmparatorluğu’na dayanan birçok semtten oluşmaktadır. Güney kıyısında bulunanlarından en önemlileri doğudan batıya doğru sırasıyla Sarayburnu, Sirkeci, Bahçekapı, Eminönü, Rüstempaşa, Yemiş İskelesi ve Küçükpazar, Unkapanı, Cibali, Ayakapı, Fener, Balat, Ayvansaray, Defterdar, Eyüp, Bahariye, Silahtarağa ve Alibeyköyü’dür. Kuzey kıyısındaki önemli semtler ise batıdan doğuya Kağıthane, Sütlüce, Halıcıoğlu, Hasköy, Kasımpaşa, Azapkapı, Perşembepazarı, Karaköy ve Galata’dır.
Grelot’un 1680 tarihli gravüründen detay, Haliç Limanı (Grelot, 1683: 57).
Haliç’in Kuzey Kıyısı/Öteki Kent
Notitia’da Constantinopolis’in XIII. Bölgesi olarak değinilen 5. yüzyıl Sykai’si, 431 domus’u, bir tiyatrosu, hamamları ve liman tesisleriyle büyük bir yerleşmeydi. Bir olasılıkla henüz 5. yüzyılda, Hun saldırılarına karşı tahkim edilmişti. Roma ve Bizans döneminden başlayarak Haliç’in karşı kıyısında olduğundan Sykai’ye ‘Peran en Sykai’ ya da kısaca ‘Peran’ ya da ‘Peyre’ denmiş, karşı bir anlamda “öteki” yaklaşımındaki bu ad daha sonra Galata yerine de kullanılmıştır. Osmanlı döneminde Galata surları dışında kalan mahalleler Pera adıyla anılmıştır.
Galata çevresine ilk surları yapan ve buralara ‘İustinianae’ adını vererek kent statüsüne yükselten I. İustinianos, en ünlüsü Aya İrini olan birkaç kilise inşa ettirdi. Genelde kent dışında ücra yerlere inşa ettirilen Cüzzamlılarevi Ayios Zotikos da erken dönem Galata’ sının en önemli yapılarından biriydi.
8. yüzyıldan sonra hızla gelişen Galata daima “Öteki Kent” niteliğini taşımayı sürdürmüştür. 13. yüzyılda gelişen Latin istilası ile Venedikliler Tarihi Yarımada’ya yerleşince Cenevizliler Galata’ta taşındı. Gerek Latin İstilası ortadan kalktığında gerek Osmanlı fethi sırasında nötr davranan “Öteki Kent” adeta bir İtalyan kenti çehresinde ve liman faaliyetlerinin geliştiği şekilde varlığını alanı büyüyerek sürdürmüştür.
Fetih sonrası Fatih Sultan Mehmed aldığı kararlarla, bir yanı su olan “Öteki Kent”in bir yanına Tophane’yi, bir yanına Tersane’yi ve tepelere de Mevlevihane’yi kurarak gelişimi kontrol etmeye çalışmıştır. Tarihi yarımadada tepelere yerleşen anıtsal külliyeler kent siluetine egemen olurken; “Öteki Kent”in çehresini yıllar içinde kuzey yönde gelişen Tersane belirlemiştir.
18. yüzyıl başı Melling’in gravüründe, Sütlüce kıyılarında tersane gözleri
20. yüzyıl başında Sütlüce kıyıları (Atatürk Kitaplığı)
Haliç kıyısındaki semtlerde tarih boyunca saptanan işlevlerin etki alanları olmuştur. Kıyıda veya kıyının hemen arkasında yer alan bazı işlevlerin iç kesimlere de bir miktar yayıldığı gözlenmiştir. Anıtsal yapılar, Haliç siluetinin ve çevrelerindeki işlevlerin belirlenmesinde etkili olmuştur. Örneğin Bizans döneminde sur dışında çeşitli kırsal yerleşimlerin bulunduğu alanlar yer almaktaydı. Burada manastırlar, imparatorların av köşkleri, sayfiye sarayları, köy evleri gibi yapılar bulunmakta, bu bölgedeki köyler tarım, hayvancılık veya balıkçılıkla geçinmekteydi.
Osmanlı döneminde Tarihi Yarımada’da sur dışında konumlanan Eyüp kuzey yönde gelişimin başlamasına neden olmuştur. Bu yöndeki gelişimin diğer önemli unsuru deniz yoluyla ithal edilen eşyalar için Eminönü’nde bir gümrük kapanı bulunmasına karşın; karadan ithal edilen malların gümrüğünün Edirnekapı civarındaki Karagümrük’te olmasıydı. Bu durum, 19. yüzyılın sonuna kadar devam etmiştir. Debbağhane ve mezbaha surların dışında; boyahane, çırpıcı dibeği, zeytin cenderesi gibi işletmeler zanaat merkezlerinin yanlarında yer almaktaydı.
Proje alanı olan 5. Bölge’nin yer aldığı alan ise daima mesire niteliğini korumuş, Bizans’ta başlayan imparatorların av köşkleri, sayfiye sarayları geleneği Osmanlı döneminde de sürmüştür. Tersane kompleksinin adeta (gelişen) bir sur gibi sınırladığı alanın dışında kalan yörede sahilsarayları inşa edilmiştir. Osmanlı’nın adeta İstanbul’a küstüğü ve padişahların daha çok Edirne’de ikamet ettiği 17. yüzyıl boyunca kente geldiklerinde yöredeki sahilsaraylarında yaşadıkları bilinmektedir. Sarayın mesiresi olma durumu özellikle 18. yüzyıldaki Lale Devri’nde belirgindir.
Kağıthane Mesiresi (Eldem, 1976: 8)
Kağıthane Mesiresi’nde bulunan yapıları gösteren çizimde yapıların isimleri harflerle belirtilmiştir. Buna göre; A: Çağlayan Kasrı, B:Çağlayan Camii, C: Kağıthane Kasrı, D: Koşu Köşkü, E: Kağıthane Köyü, F: Poligon Köşkü, G: İmrahor Köşkü, H: Baruthane, a: eski sahil boyu, b:Yeni Silahtar Köprüsü, c:eski Fil Köprüsü’nün yeri, d: İmrahor veya Sünnet Köprüsü, e:IV. Murat Çeşmesi, f: İmrahor Ahırları, g: mutfaklar, h: karakol, i: koğuş, j:Doğancı veya Damlı Köprü, k: Has Ahır.
18. yüzyıl sonu Melling gravüründe Karaağaç Sahilsarayı
18. yüzyıl sonu Melling gravüründe Aynalıkavak Sahilsarayı
Kent/Öteki Kent Bağlantısı
Constantinopolis-Sykai ulaşımı kayıklarla yapılıyordu. Kaynaklarda bir ahşap köprünün varlığından söz edilir. İustinianos döneminde bu köprünün yerine, 16. yüzyılda P.Gilles’ in kalıntılarını gördüğü bir taş köprü yapılmıştır.
Özgün kaynaklardan Bizans döneminin başlarında, 5. ve 6. yüzyıllarda Haliç üzerinde iki köprünün varlığına ilişkin bilgiler derlenebilmektedir. Osmanlı döneminde, ilk kez II. Mehmed’in (Fatih) İstanbul’un fethi sırasında yapılmış olduğu ileri sürülen geçici bir köprünün varlığı söz konusudur. Galata ile İstanbul’u bağlayan ilk köprülerin yapılması kentsel gelişmelerin yoğunluk kazandığı yıllarda, yani 19. yüzyılın ilk yarısında gerçekleşmiştir.
Haliç’te inşa edilen ilk köprü Azapkapı-Unkapanı arasında 1836’da ulaşıma açılmış ve “Hayratiye Köprüsü” olarak adlandırılmıştır. Köprü için yer seçiminde tersanenin varlığı önem taşır. 1877’de bitirilen Karaköy Köprüsü 1912-1936 arasında Unkapanı-Azapkapı aksına taşınarak Atatürk Köprüsü’nün yapımına dek burada hizmet vermiştir.
1877 tarihli Karaköy Köprüsü’nün yapımından yaklaşık 20 yıl sonra, yıpranmış olduğu ileri sürülerek yerine yapılmak üzere birçok öneri-proje hazırlanmıştır. Bütün bu önerilerin sonuncusu Alman MAN Şirketi tarafından 1912’de gerçekleştirilmiştir. Söz konusu köprü 21. yüzyıl başında yenilenmiştir.
1850’lerdeki ilk girişimden sonra Haliç üzerinde üçüncü geçişi oluşturan Haliç Köprüsü, hizmete girdiği 1974’ten bu yana Boğaziçi Köprüsü çevre yollarının Ayvansaray-Halıcıoğlu bağlantısını sağlamaktadır.
“5. Bölge” ve yakın çevresi Kentsel Gelişim/Dönüşüm Süreci
Haliç’in tarihsel süreç içinde kimlik oluşumunu inceleyen çalışmalar, Bizans Dönemi’nde doğa, doğal liman, surlar, yerleşim bölgeleri, kilise ve sinagoglar üzerine yoğunlaşmışlardır. Sur dışında çeşitli kırsal yerleşimlerin bulunduğu alanlar, manastırlar, imparatorların av köşkleri, sayfiye sarayları, köy evleri gibi yapılardan bahisle söz konusu bölgelerdeki köylerin tarım, hayvancılık veya balıkçılıkla geçinmekte olduğu belirtilmektedir.
Proje alanını oluşturan Sütlüce’nin Bizans dönemindeki ismi de aynı anlamda olan Galatiani idi. Bu ismin, Rumca’da “süt” anlamına gelen “Galatea” kelimesinden geldiği belirtilmektedir. Justinanus zamanında (527-565) deniz kenarında Hagia Anthimos’a adanmış bir martyrion yapılmıştır. Yapının denize bakan düz bir avlusu ve her tarafında altı süslemeli mermer sütunları vardır.
Mesire alanlarının uzantısında yer alan Kağıthane semtinin, Bizans dönemindeki adı Barbyzes olup, söz konusu dönemde semtte bir kâğıt imalathanesi bulunduğu, bu imalathanenin II. Bayezid dönemine kadar (1481-1512) işlediği bilinmektedir.
Alanın güneyinde yer alan Halıcıoğlu semti Armamentareas adıyla bilinmekteydi. Armamentareas, 9. yüzyılda Theophilos’un Haliç kıyısında yaptırdığı savaş malzemeleri ambarı idi ve bu ambar ormanlık alan içindeydi. Ayrıca Theophilos’un karısı Theodora’nın yaptırdığı Panteleimon Manastırı bulunmaktaydı.
Komşu konumdaki Hasköy ve çevresinin ismi Pikridion idi. 5. yüzyıldan itibaren imparatorlar tarafından yazlık köşkler, av köşkleri ile 6. yüzyılda Panagia Areobindus (Hasköy Manastırı) ve Eftihiu Manastırı inşa edilmiştir. Hasköy’de bugüne ulaşamayan Likaonus (Eftisyas) Manastırı ve günümüzde mevcut olan, 17. ve 19. yüzyıllarda tekrar inşa edilmiş olan Hagia Paraskevi Kilisesi de Bizans döneminde yapılmış binalardır. Hagia Paraskevi Kilisesi, bulunduğu yere ismini de vermiştir. Bizans döneminde Paraskeue olarak adlandırılan yer Parasköy’e, sonradan da Hasköy’e dönüşmüştür.
Söz konusu alanlarda Osmanlı Dönemi’nde dokuya eklenen camiler, yeni siluet etkisi, Sadabad Mesire’sinin etkisi ve farklı kültür gruplarının varlığı alanın şekillenmesinde etkili olmuştur. Haliç’in kuzey kıyılarında, tersaneden Sütlüce’ye kadar yeni yerleşimler oluşmuştur. Bu yerleşimler kıyıya paralel bir şekilde gelişmiştir. Tepeler genellikle boş ve yeşillikle kaplıydı.
Evliya Çelebi, Beyazıd Han ile I. Selim’in veziri, Hz. Ebubekir neslinden olan Kara Piri Paşa’nın, buranın kasaba olmasını ferman ettiğini belirtmiştir. Fatih döneminde Hasköy kıyılarında, Kuşkonmaz Camisi de denilen Handan Ağa Camisi yapılmıştır. Zamanla Eyüp’ün karşı kıyısında bulunan Sütlüce’nin kıyılarında yapılaşma başlamıştır.
Haliç’e hâkim, eğimli bir arazinin üstünde bulunan Çavuşbaşı (Sütlüce/Mahmut Ağa) Camisi (1538-39), Kaysunizade Mescidi, Sütlüce’nin en eski tekkesi olan Caferabad Tekesi, Çavuçbaşı Camisi’nin karşısında yer alan İshak Karamani Tekkesi bu yapılardan başlıcalarıdır. Evliya Çelebi Sütlüce’yi “…Galata Kadılığı’na bağlı, müstakil subaşısı olan, ikiyüz kadar bakımlı, cennet gibi bahçeleri olan saraylar ve diğer yüksek binalarla süslü şirin bir kasaba…” olarak anlatmaktadır. (Evliya Çelebi, 2004, 1: 371).
Sütlüce, İncicyan’ın belirttiğine göre, 18. yüzyılın ikinci yarısında 50 hanelik bir Türk köyüydü. Sütlüce’de bu dönem Haliç’e hâkim bir yamaçta önemli tekkelerden olan Hasırizade (Elif Efendi) Tekkesi (1784) yapılmıştır. İncicyan’ın belirttiğine göre, Halıcıoğlu’nda yaşayan Ermeni bir cemaat bulunmaktaydı. Burada Ermeniler’in Yenimahalle’de Surp Stepannos isminde bir kiliseleri bulunmaktaydı (İncicyan, 1976: 96).
Hasköy, bu ismini Fatih döneminde almıştır. İstanbul kuşatması sırasında Fatih’in otağını buraya kurmasından ve burada bulunan bahçelerden dolayı ismini aldığı rivayet edilmektedir. Evliya Çelebi’ye göre Fatih burayı mamur hale getirerek çeşitli avlular, köşkler, birçok odalar, sofalar ile hamam, havuz ve şadırvan yaptırmıştır. Hasköy’de Bizans’tan beri bulunan Yahudilerin sayısı gittikçe artmıştır. 1492 yılında II. Beyazıt, buraya İspanya’dan kovulan Sefarad Yahudilerini yerleştirmiştir, böylece Yahudi nüfusu Hasköy’de artmıştır.
Daha çok gayrimüslim yerleşmesi olan Hasköy’de, Evliya Çelebi’nin belirttiği üzere, bir de Müslüman mahallesi bulunmaktaydı (Evliya Çelebi, 2004, 1: 274, 275). 1715 ve 1756 tarihli sur içi yangınlarından dolayı buraya birçok Yahudi aile göç etmiştir. Evliya Çelebi burada 600’ü geçen dükkân bulunduğunu, bunlardan ellisinin debbağ boyahanesi, yüz tanesinin meyhane olduğunu, 300 tane de ev bulunduğunu yazmaktadır. Hasköy’ün tepelerinde Yahudi Mezarlığı olduğunu da belirtmektedir (Evliya Çelebi, 2004, 1: 375).
Hasköy’de 18. yüzyılda Yahudi nüfusu artmaya devam etmiştir. Böylece semt Okmeydanı’na doğru genişlemiştir. Hasköy tepelerinde bulunan Yahudi Mezarlığı’na sadece Hasköy değil, Balat ve çevresindeki Yahudiler de ölülerini gömmekteydiler (Hovhannesyan, 1996: 35).
Haliç kıyısında bulunan sur dışı yerleşim bölgeleri de geliştikçe kendi üretim faaliyetlerini yaratmış, ticaret hayatına katkıda bulunmuşlardır. Evliya Çelebi, Eyüpsultan yakınında Ensari çamuru denen yumuşak bir çamurun, Eyüpsultan ile Hasköy arasındaki denizden de bir tür siyah çamurun çıkarıldığını, bu çamurdan testiler, kaseler, çanaklar ve tabaklar yapıldığını belirtmektedir. Bu semtin sahilinde Balçık İskelesi bulunmaktaydı.
Kağıthane’de Bizans döneminden kalma kâğıt değirmenin olduğu, Osmanlı döneminde de işlemeye devam ettiği bilinmektedir. Evliya Çelebi, Kağıthane Mesiresi’nde harap durumda olan, büyük kagir kubbeleri ve su dolapları bulunan bir kağıthanenin bulunduğunu belirtmektedir. Evliya Çelebi de Kağıthane’de “hayat suyu kenarı” olarak tanımladığı Kağıthane Deresi kıyısındaki baruthaneden söz etmektedir.
Müller-Wiener de Kağıthane’nin, değirmenin işletilmesi için gerekli olan su enerjisinin bulunması bakımından avantajlı olduğunu ve buradaki baruthanenin, barut imalathanelerinin en büyüğü olduğunu belirtmektedir.
Sütlüce ile Hasköy arasında bulunan Halıcıoğlu Mahallesi’nin kuruluşu, 17. yüzyıl başlarında Eğin’den (Erzincan-Kemah) göç eden 20 kadar Ermeni ailesinin buraya yerleşmesi ile başlamıştır. Ermeniler tuğla harmancılığı, dokumacılık, kuyumculukla uğraşmışlar veya devlet idaresinde çalışmışlardır. Burada 1633 yılında Surp İstepanos Şapeli yapılmıştır.
Hasköy sahilinde, tersane için çıpa dökümhanesi olarak kullanılan Lengerhane binası yapılmıştır. Hovhannesyan, Piri Paşa Mahallesi kıyısında gemiler için demir imalatının yapıldığını belirtmektedir: “…Bu sahilde, küçük tophane ile gemi demiri yapılan beylik karhanesi yer alır. Buradan sonra gelen yerin asıl adı Hasköy’dür…” (Hovhannesyan, 1997:36). Müller-Wiener, Fransız-Macar asıllı Baronde Tott (1733-1793)’un teşvikiyle 1773 yılında Hasköy’de yeni bir top dökümhanesinin kurulduğunu belirtmiştir (Müller-Wiener, 1992: 67).
Haliç’in karşı kıyısında da ticaret ve zanaat ile uğraşanlar bulunmaktaydı. Sütlüce’de tuğla imalatı devam etmekteydi. Kalyoncular Kışlası ile Galata’nın Meyit İskelesi arasında buğday ambarları bulunmaktaydı. Hovannesyan’ın belirttiğine göre, buğday ambarlarının birkaçı yıktırılıp, yerine kalyonları kalafatlamak için taş bir bina yapılmıştır. Burada Tersane-i Amire için demir işleri yapan Çingeneler oturmaktaydı.
19. yüzyıl, Haliç’i kentsel dönüşüme hazırlayan gelişmelerin olduğu, ilk planlama çalışmalarının yapıldığı, yeni ulaşım sistemlerinin kente girdiği, Haliç’te önemli devlet fabrikalarının inşa edildiği ve İstanbul genelinde fiziksel ve sosyal değişimlerin yaşandığı bir dönemdir. Kentsel dönüşüm sırasında Haliç ile ilgili alınan yönetimsel kararları, Haliç Bölgesini etkileyen sanayileşme ve kentleşme politikalarını ve sanayileşmenin Haliç’te yoğunlaşmasının sebeplerini ortaya çıkarmak hedeflenmiştir.
Haliç’in, İstanbul’daki ilk yerleşimlerin görüldüğü tarihten itibaren, bölgenin gelişmesinde etkili olduğu, doğal bir liman olması sebebiyle ticaret ve liman işlevlerinin burada yerleştiği görülmektedir. Byzantion döneminde, bugünkü Sarayburnu’nda yönetim, Eminönü ve Galata kıyılarında liman ve ticaret işleviyle başlayan Haliç bölgesinin gelişimi, zamanla kıyılarda ve kıyıların çevresinde konut, sayfiye, kutsal alan ve sanayi alanlarının oluşmasıyla devam etmiştir. Haliç kıyılarındaki çok kültürlü ve çok işlevli bölgelerden oluşan bu çeşitlilik, Cumhuriyet döneminden sonra yerini ticaret ve sanayiye bırakmıştır.
Cumhuriyet Dönemi’nde ise kentleşmenin unsurları olarak sanayi, gecekondulaşma ve kirlilik bölgede ağır basan unsurlar oldu. 1980’lerde oluşan durum önemli yıkım kararlarına neden oldu.
1980’lere girerken Haliç
1980 Öncesi Haliç Kıyı Kesiminde Mevcut Arazi Kullanış Planı (Mimarlık/78/4 Sayı: 157)
Aradan geçen 40 yılda yıkım sonrasında genelde yeşil alan düzenlemeleri tasarlanmış ve uygulanmıştır. Feshane, Cibali Tütün Fabrikası, Silahtarağa Elektrik Santrali ve Lengerhane gibi önemli tarihi ve özellikle sanayi mirasının bulunduğu alanlarda bazı restorasyon ve yeniden işlevlendirme çalışmaları tamamlanmıştır.
1980’ler yıkım ve düzenlemelerinden sonra Feshane
19. yüzyıl sonunda Feshane
5. Bölge sınırlarında yer alan iki önemli yapı da söz konusu dönemde yeniden işlevlendirilmiştir. Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi’nin kullandığı tarihi Humbaracı Kışlası ve Bilgi Üniversitesi (2007)’nin bir kampüsünü oluşturan tarihi Elektrik Santrali.
19. yüzyılda Halıcıoğlu’ndaki Humbaracı Kışlası
21. yüzyılda Haliç Köprüsü gölgesinde Halıcıoğlu’ndaki Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi Kampüsü
20. yüzyıl ortalarında günümüz Bilgi Üniversitesi Kampüsü’nü oluşturan Silahtarağa Elektrik Santrali ve çevresi
Proje alanı sınırlarındaki vakıf üniversiteleri, Fatih Sultan Mehmed, Rumeli ve Bilgi Üniversiteleri ile karşı yakadaki Kadir Has (eski Cibali Tütün Fabrikası) ve Ayvansaray Üniversiteleri’ne kısa dönem önce kıyıda İstanbul Ticaret ve Haliç Üniversiteleri ile Kağıthane Deresi yakınında Nişantaşı ve Atlas Üniversiteleri sayılabilir. Bu gelişim doğrultusunda proje şekillendirilirken ağırlıklı olarak üniversite öğrencisi yaş grubu dikkate alınmıştır.
Cumhuriyetin ilk yıllarında inşa edilen İstanbul’un en büyük kesimhanesi de proje alanındadır. Söz konusu kesim tesisleri, 61 yıl hizmet verdikten sonra Haliç’te yarattıkları yüksek hava ve su kirliliği nedeniyle kapatılmıştır. Haliç için başlatılan kapsamlı temizleme çalışmaları ve gözden geçirilen kent planlarıyla birlikte bölgenin çehresi hızla değişmiştir. Santralistanbul, Miniatürk ve Rahmi M. Koç Müzesi gibi yapıların inşasıyla hızlanan kentsel dönüşüm, kesimhane binalarının elden geçirilerek kongre ve kültür merkezine dönüştürülmesiyle sürmüştür.
20. yüzyıl ortalarında Sütlüce Mezbahası
Atıl durumdaki kesimhaneler İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1998 yılında bakıma alınarak 2009 yılında Haliç Kültür ve Kongre Merkezi olarak yeniden kullanıma sokulmuştur. Yaklaşık 65 bin metrekarelik bir alana sahip merkez bünyesinde, 3 bin kişi kapasiteli konser, 1120 kişi kapasiteli tiyatro, 900’er kişi kapasiteli 3 sinema salonu ve 14 çalışma salonu bulunmaktadır.
Haliç Kültür ve Kongre Merkezi’nin oluşumu proje alanının önemli trafik yoğunluğu kaynaklarından biridir.
Sütlüce Mezbahası ve çevresine bakış
Proje alanının bir diğer orta vadede çözümlenebilecek sorunu da kıyı şeridi ile sırtlar arasındaki kopukluk ve yerleşim bölgelerinin gecekondulaşmadan gelen geçmişi nedeniyle plansız kentsel dokusudur. Dar kıyı şeridinin sırtını dayadığı tepelerde topografyayı dikkate alan bir öneri geliştirilmelidir.
Alman Mavileri’nde Kırkağaç-Sütlüce kıyılarından detay (Atatürk Kitaplığı)
Haliç Bütününde Planlama/Tasarım Kararları
“yeşil-akıllı-yaratıcı” kentsel gelişim
Yarışma alanı, 7 alt bölgeye ayrılmış olsa da her bölgenin senaryosu oluşturulurken Haliç’in tarihten gelen güçlü bağlamından ve coğrafyanın bütünselliğinden bağımsız bir tasarım yaklaşımı önermek olası değildir. Haliç tarih boyunca coğrafik ve morfolojik özelliklerinin de etkisiyle farklı kültürlere, farklı yaşam biçimine sahip insan topluluklarına barınak olmuş bir mozaik niteliğini sürdürmektedir.
Peyzajın, coğrafyanın tam da kendisi olduğu ve insan müdahalesi ile kültürel, sosyal ve ekonomik parametrelerle oluşturduğu mekânsal bir organizasyonun bütünü olduğunu söyleyebiliriz. Peyzaj oluşturulan mekânların tarihsel süreçlerdeki toplumsal hafıza süreçlerini de kaydeder ve Gilberto Onedo’nun dediği gibi “kültürel peyzaj, yaşadığı ya da çektiği acıların, müdahalelerin ve şiddetin tüm belirtilerinin, aynı zamanda iyi şeylerin kaldığı bir karatahta” ya da Derrida’nın tariflediği hali ile üstündeki elyazmasından temizlenerek tekrar tekrar kullanılmış parşömen parçası olan “palimpsest”tir.
Mekânsal çeşitlilik Haliç’in en belirgin kültürel peyzajını oluşturur. Bu farklılıkları yok etmeden mekânsal çeşitliliği bir senaryo çerçevesinde bütünleştirmek, sahil boyunca uzanan kentsel yeşil sistemi bir bağlaç olarak kullanmak fikri projemizin çıkış yolunu oluşturmaktadır. Bu bütünsellik sadece mekânsal sürekliliği değil, aynı zamanda ulaşım sistemindeki, kentsel yeşil/mavi altyapıdaki sürekliliği de ifade etmektedir.
Bu bağlamda Haliç bütününde düşünülen metropolitan ölçekte planlama kararları şunlardır:
Haliç Geneline İlişkin Ulaşım Stratejileri
Haliç ve çevresinin genel özelliklerini belirleyen yerleşimi ve önemi, kentin tarihi ve geleneksel iki merkezi bölgesinin (Tarihi Yarımada ve Beyoğlu) arasında ve onları ayıran bir su engelini oluşturmasıdır. Kent geliştikçe ve yayıldıkça yerleşim bütününde Taksim, Nişantaşı, Mecidiyeköy, Levent, Bakırköy gibi yeni merkezler ve alt merkezler oluşmuş, ulaşım bağlantıları yolculuk hareketlerini Haliç bölgesinden uzaklaştırmış, Haliç Çevresi yolculuk başlangıç ve bitiş alanı değil bir geçiş alanı haline dönüşmüştür.
Mevcut ulaşım yapısında Haliç bölgesinin yolcu ve yük hareketleri dört ana grupta toplanmaktadır;
Haliç ve çevresindeki yolculukların ve kullanımlara erişimin kolaylaştırılması için belirlenen temel stratejiler aşağıda sıralanmakla birlikte bunların etkili olarak uygulanabilmesi sadece Haliç ve çevresinin bir bütün olarak düzenlenmesi değil, kentin geneline ilişkin ulaşım strateji ve kararları ile mümkün olabilecektir.
Proje kararlarını yönlendiren ulaşım stratejilerinin Haliç ve çevresinde de uygulanacağı varsayımı ile proje alanında mekânsal kararlara yansıtılması hedeflenmiştir. Proje kararlarının oluşmasında yol gösterici olan temel ulaşım stratejileri;
– proje alnındaki mevcut transit geçişlerin azaltılması ve yavaşlatılması,
– Haliç çevresindeki konutların ve konut dışı kullanımların erişim ihtiyacının karşılanmasında Haliç’teki yeni düzenlemelerin bir ortam ve ulaşım mekânı olarak hizmet vererek, çevrede yaşayanlara daha yeşil, sağlıklı ve sürdürülebilir ulaşım olanakları oluşturulması,
– çalışma alanından geçen, burada başlayan ve burada biten tüm yolculukların olabildiğince yaya ulaşımı öncelikli olmak üzere bisiklet ve toplu ulaşım türlerine yönlendirilmesi ve
– bu amaçla yaya, bisiklet ve toplu ulaşım altyapı ve hizmetlerinin geliştirilerek altyapı kapasitesi ve hizmet düzeyinin arttırılması planlama kararlarını yönlendiren temel stratejiler olmuştur.
Otomobil
Otomobil trafiğinin özellikle transit geçişlerin azaltılması için koridorda herhangi bir kapasite artış önerilmemiş tersine hız kontrolü, şerit azaltma ve yeni ışıklı kavşaklarla İmrahor ve Karaağaç Caddelerinin transit geçiş yolu olarak kullanımının çekiciliğinin azaltılması amaçlanmıştır.
Bölge dışından gelen otomobillerin Haliç Kültür Merkezi ve spor alanları altında önerilen otoparklarla emilerek trafik oluşturmaları ve yol kapasitesini azaltması önerilmiştir.
Toplutaşım
Haliç bölgesine hizmet veren toplu ulaşım otobüslerinin kapasite ve durak sayılarının arttırılması ile bölgeye erişimin arttırılması ve otomobil kullanımına gerek kalmayacak bir ulaşım sistemi hedeflenmekte, Haliç Kongre Merkezi ve alandaki üniversitelerin faaliyetlerine uyumlu, mevsimlik, günlük ve saatlik esnek tarifeler sunan toplu ulaşım hizmetlerinin kentin farklı noktalarından başlayacak şekilde zenginleştirilmesi öngörülmektedir.
Haliç’in batı yakasında açılması planlanan tramvayın Haliç’in doğu yakasına da hizmet verebilmesi içim uygun duraklardan karşı yakaya küçük motorlarla sağlanan kısa mesafeli taşıma hizmetleri vermesi öngörülmüştür.
Yaya
Proje alanındaki yüksek eğimli konut bölgelerinden sahile inen sokakların yayalaştırılması ve merdivenlerin yeniden düzenlenerek proje alanındaki yeme-içme ve ticaret kullanımları ile bütünleşmesi, bölgede yaşayanlara isdihtam olanakları yaratması, sahil bile konutlar arasındaki ilişkinin güçlendirilmesi öngörülmüştür.
Bisiklet
Proje alanda bisiklet sadece bir ulaşım değil, bir rekreasyon ve spor aracı olarak da geliştirilmiştir. Önerilen bisiklet yolu ve şeritleri hem ulaşım talebini karşılamak üzere sahil boyunca bir bisiklet koridoru oluştururken hem de yer yer yoldan uzaklaşarak sahil ile bütünleşen ve mekânsal değerler ve su ile zenginleşen bir eylem koridoru yaratılmıştır.
Deniz Ulaşımı
Günümüzde Haliç’in ulaşım amaçlı bir su yolu olarak kullanılması giderek azalırken proje kapsamında önerilen iki yaka arasındaki geçişlerle yakaların ve kullanımların bütünleşmesi, mevcut ve öneri kullanımların konut alanları ve tramvay sistemi ile birleştirilerek geliştirilmesi amaçlanmıştır.
5. Bölge Kentsel Tasarım ve Peyzaj Tasarım Kararları
Proje alanı Haliç’in tarih boyunca en önemli mesire yerleri olan Alibeyköy ve Kağıthane derelerinin kesiştiği noktada yer almaktadır. Söz konusu alan konumu itibariyle oldukça dik bir topografyaya sahip olup uzun yıllar boyunca morfolojik özelliklerinden dolayı yapılaşmamış ve yeşil alan olarak işlevini sürdürmüştür. İçinde barındırdığı küçük vadicikler ve yamaçlar ile dere yataklarının sahip olduğu sulak alan ekosistemi, bu alanı İstanbul’un en önemli mesire alanı haline getirmiştir. Özellikle 15. yüzyılda yapımı başlanan ve tarihi süreçte Halic’in kuzeyi yönünde yaygınlaşan Tersaneler, kentin Galata bölgesinin çeperini oluşturmuş, tersanelerin arkasında kalan yamaçlar yeşil ve doğal yapısını uzun süre korumuştur.
1950’lerden başlayarak kentte yaşanan hızlı denetimsiz kentleşme ile gecekondulaşma hareketi maalesef Sütlüce ve Halıcıoğlu semtleri üzerinde de olumsuz etkisini göstermiştir. Plan olmaksızın gelişmesinden ötürü yerleşim alanlarının kentsel altyapısı oldukça niteliksiz durumdadır. Topografyaya dik taşıt yolları, yerleşim alanlarına ulaşımı zorlaştırmakta, topografyaya oldukça fazla zarar vermektedir.
Yerleşim alanlarında yaşayanların (özellikle engelli ve yaşlı nüfus) günlük yaşam konforlarını olumsuz etkileyen bu durum sahile yaklaştıkça sahil boyunca devam eden 2×1 taşıt yolu nedeniyle mahallede yaşayanların sahil ile olan ilişkisini zayıflatmaktadır.
Proje sınırları her ne kadar Haliç sahilini içerse de sahilin arkasına dayandığı coğrafya olmaksızın kentsel ölçekte karar üretmek oldukça zordur. Bu nedenle sahil boyunca çözüm önerileri üretilirken aynı zamanda doğusunda yer alan topografya ile uyumlu yeni kentleşme formu ve peyzajla bütünleşme önerisi getirilmiştir.
Sahilin kentle bütünleşmesi sahilin bugünkü kentten kopuk ve yalnızlaşmış görüntüsünü de olumlu yönde etkileyecektir. Trafiğin sakinleştirilmesi ve sahil yolunda bisiklet kullanımının bir ulaşım altyapısı olarak özendirilmesiyle mevcut dar kaldırımlar genişlemiş, adeta bulvarlaşmıştır. Genişleyen kaldırımlarla birlikte sahile cepheli binaların büyük çoğunluğunun sahil kafeleri ve sokak mağazacılığına dönüşmesi beklenebilir.
Alan bütününde alınan kentsel tasarım kararları şunlardır:
Haliç’e Dokun-ma
Mimari Konsept
Kaynakça: