UNESCO'nun Venedik Bölümü'nün; tarih yağması konusunda Güneydoğu Avrupa ülkeleri yetkilileri için Gaziantep'te düzenlediği üç günlük çalıştayda yeni Zeugma Müzesi yabancı konukları büyüledi.
UNESCO, UNIDROIT sözleşmeleri ile INTERPOL’ün uzmanları, arkeologlar, emniyetçiler, hukukçular “Kültürel Varlıkların Yasadışı Ticaretine Karşı Mücadeleyi” tartıştılar.
Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürü Osman Murat Süslü, Türkiye’nin çalışmalarını, beklentilerini anlattı. Marmara Üniversitesi’nden Prof. Dr. Sibel Özel, uluslararası uygulamalardaki hukuksal sorunlara dikkati çekti.
Genel Müdürlük Kaçakçılık Bölümü uzmanlarından arkeolog Zeynep Boz, bundan böyle nelerin, nasıl yapılması gerektiğini Türkiye’nin deneyimleriyle önerdi. Aynı bölümden arkeolog Funda Kumru, sahte eser olgusunun büyüdüğünü, uluslararası envanter düzenlemesi gerektiğini vurguladı.
Emniyet Genel Müdürlüğü Interpol bölümünden Tuncay Günaydın, kaçakçıların eserleri taşımada kullandıkları yöntemleri çeşitli örneklerle açıkladı.
Ben de Türkiye, Kıbrıs ve Yunanistan’a kazandırdığım tarihsel miraslardan örneklerin yanı sıra, yabancı basının ülkemizi “saldırgan” ve “şantajcı” olarak göstermesinde ABD müzelerinin rolünü anlattım. Toplantıyla ilgili çeşitli verilere zaman zaman değineceğim.
UNESCO’nun yeni Bulgar Genel Müdürü İrina Bokova’nın Paris’ten köşemize gönderdiği yazısını okurlarımıza sunuyorum:
Kültürel Eser
Kaçakçılığını Durdurmak
İrina Bokova
UNESCO Genel Müdürü
Küreselleşmenin hızlı ilerleyişi, ürünlerin, kişilerin ve kültürlerin, tarihte benzeri olmayan bir boyutta dolaşımına yol açmıştır. Öte yandan, kültürel bağlantıların ve kimlik kaygılarının, uluslararası ilişkilerde kalıcı bir biçimde ön plana çıkmaları, karşılıklı iletişimi sağlamak ve birbirimizi anlamak açısından yepyeni bir olanak yaratmıştır.
Bunun önkoşulu, özellikle kültürel eserlerin yağmalanması ve kaçakçılığının önüne geçerek, tüm kültürlere saygının gerçekleştirilebilmesidir. Son yıllarda bu kaçakçılık, bunalım sürecinden geçen toplumlardaki yönetsel boşluklar ve servet hırsı ile dolu kişilerin açgözlülüğünden yararlanarak, büyük artış göstermiş ve kaçakçılar, başka toplumların kültürel mirasını serbestçe alıp satmaya başlamışlardır.
Silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığının yanı sıra en önemli yasadışı etkinliklerden biri olan kültürel eser kaçakçılığını ve bunun uluslararası ilişkilere etkilerini ciddiye almanın zamanı gelmiştir.
Kültürel eserler sıradan ürünler değildir; tarihleri ve toplumsal değerleri vardır. Benliklerinde, toplumlarının kimliğini taşırlar. Bu nedenle, bu eserlerin kaçakçılığı, toplumların kimliğine karşı işlenmiş bir suçtur. Ve toplumları kimliklerinin önemli bir parçasından yoksun bırakarak, onların iç uyumluluklarını, onurlarını, gelişim olasılıklarını ve diğer uluslarla işbirliklerini olumsuz yönde etkiler.
“Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO)”, 65 yıldan fazla bir süredir, kültürel eserlerin kaçakçılığını durdurma uğraşının öncülüğünü yapmaktadır.
1970 UNESCO Sözleşmesi, bu çabanın en temel uluslararası platformudur. Bu belgenin, barış zamanında kültürlerin korunması için imzalanmış ilk uluslararası sözleşme olması -ki Dünya Kültürel Miras Sözleşmesi’nden iki yıl önce kabul edilmiştir- tesadüf değildir.
Başkalarının kültürel mirasına saygı, ulusların birbirlerine karşılıklı saygılarının göstergesidir. Ekonomik veya siyasal olarak yükselişe geçen her ülke, kültürünü başkalarıyla paylaşmayı arzular ve bu süreçte, tarihi boyunca kendisinden çalınmış kültürel eserlerinin iade edilmesini talep eder.
Tüm Güneydoğu Avrupa ülkeleri, 1970 Sözleşmesi’ni onayladıkları gibi, kültürel mirasa gösterilen saygının bölgesel barışı ve bütünleşmeyi hızlandıracağı inancıyla, kaçakçılığa karşı önlemler almaktadırlar.
INTERPOL, UNIDROIT, Dünya Gümrükler Kurumu ve özel ulusal güvenlik güçleriyle işbirliği yapan UNESCO; gümrük ve polis memurlarının ve diğer yetkililerin kaçakçılık konusundaki uzmanlıklarını arttırmaya yönelik özel eğitım etkinlikleri düzenlemektedir. Geçen hafta Gaziantep’te yapılan çalıştay bu çabaların bir parçasıdır.
Ancak, UNESCO’nun tüm bu çabalarına karşın, bu konuda tek başına başarılı olması olanaksızdır. Medyaya, kaçakçılığın boyutlarını belgelemek ve toplumun hazine avcısı olarak hoşgörü ile baktığı bu yağmacıların gerçek yüzünü göstermek alanlarında önemli bir rol düşmektedir.
Bu bilinçlendirme etkinlikleri, Sözleşme çerçevesine girmeyen ve bu anlaşma öncesi satılmış eserleri de kapsayan kültürel işbirliği çabaları bağlamında çok önemlidir.
Geçen yıllarda, UNESCO’nun da yardımlarıyla, Türkiye ve Almanya arasında imzalanan ve Boğazköy Sfenksi’nin geri verilmesini öngören ikili anlaşma bunun en güzel örneklerindendir. Söz konusu eser, Sözleşme yürürlüğe girmeden, yani 1970’den önce Almanya’ya gitmesine karşın, anlaşmazlık, Sözleşme ile geliştirilen ilkeler ve uzman yaklaşım çerçevesinde ve UNESCO’nun kültürel eserlerin “geri verilmesi” görevini yüklenen devletlerarası komitesinin arabuluculuğu ile olumlu bir çözüme bağlanmıştır. Sfenks, Kasım 2011’de Türkiye’ye iade edilmiştir, halen Boğazköy Müzesi’nde sergilenmektedir.
Böyle anlaşmalar, ülkeler arasında simgesel ve siyasal bir yakınlaşma sağlarlar. Karşılıklı saygıyı da arttırırlar, bu anlamda küreselleşen dünyamızda önemli bir yapı oluştururlar.
Değişik kültürel mirasların dolaşımı ve paylaşımı, birbirimizi daha iyi anlamamıza yardımcı olduğu için, UNESCO her zaman bu tip paylaşımları isteyen ülkelerin yanında olacaktır. Ancak bunun gönüllü olarak ve tüm tarafların yarar sağlayabileceği bir işbirliği çerçevesinde yapılması gereklidir.
İnsanlık mirasının yasadışı yağmasına ve kaçakçılığına dur demenin zamanı gelmiştir. Kültürel kaynaklarımız, yaratıcılığı, yenileşimin ve toplumsal uyumun arttırılmasında en önemli yandaşlarımızdır. Gerek kendimiz, gerek gelecek kuşaklar için onları kollayalım, koruyalım.