Eşdeğer Ödül, “Taksim’i Hayal Et” Taksim Meydanı İçin Öğrenci Fikir Projesi Yarışması

Eşdeğer Ödül, “Taksim’i Hayal Et” Taksim Meydanı İçin Öğrenci Fikir Projesi Yarışması

HERKESE TAKSİM: BİR MEYDAN KARNAVALI

Taksim Meydanı üzerine düşünürken en çok önemsenmesi gereken, meydan kavramının beraberinde getirdiği ve beslendiği demokrasi ve çokçuluk; meydanı, mevcut hiyerarşik statü ayrımlarından bağımsız ve bunlara ayrıcalık tanımaksızın, içinde yaşayan kozmopolit halkın, demokratik bir biçimde kendini temsil etmeye ve var olmaya yer bulduğu, tüm kullanıcıları için kentte yer açan bir buluşma, temsil, varolma mekanı olarak tanımlanmasıdır. Bu mekan, birbirine yabancı, hiç de aşina olmayan, bambaşka değer sistemlerine sahip, hayatlarında müşterek bir paydada bir araya gel(e)meyen insanların buluştuğu, konuştuğu, paylaştığı, anladığı, empati kurduğu, sempati beslediği, düşündüğü, ürettiği belki de en önemli kamusal alandır. Biraraya gelmiş bireylerin kimliklerinden ödün vermeden kolektif bir bilinç üretebildiği, müştereklik ve karşılıklı anlayışın yaratılıp geliştirildiği mekanlardır meydanlar. Burada dert edilmesi gereken konu ise tüm bu tanımların içerisinde Taksim Meydanı’nın kendisine nasıl bir yer edinmiş(edindirilmiş), ediniyor (edindiriliyor) ve oranın kullanıcıları tarafından nasıl bir Taksim Meydanı hayal ediliyor olduğu.

Taksim Meydanı üzerinden, meydan ve kullanıcısı metropol insanının mevcut durumunun okunması ve bunun Bahtin’in “Karnavalesk” düşüncesiyle ilişkilendirilmesiyle meydanın aktif kullanıcıları olarak hayal ettiğimiz, bireyliğinden ödün vermeden kolektif paylaşım ve bilincin kurulabildiği bir buluşma, kutlama, protesto alanı haline gelmesi amaçlanmaktadır.

Meydan’ın, kamusal alanın bünyesinde barındırdığı kutlama ve protesto karakterlerini beraber taşırken, bu iki kavramın birbiri içinde çözünen, birleşen ve hem insanla hem birbiriyle etkileşen gücünden beslenip, bunu günümüz kapitalist dünyasında devasa bir şantiyeye dönüşen, her köşesinde yıkımların yaşandığı, siyasi erklerin güç gösterme objesi haline gelip otoriteye hizmet eden tepeden indirmeci tasarım(?) anlayışıyla, gerçek kullanıcısı olan kamunun aidiyet kuramadığı, sığlaştırılmış ilişkiler ağının kurduğu bir yerden, Bahtin’in Karnaval teorisinin kamusal alan üzerinden okunmasıyla gündelik hayatın içinde, insanların özgürce nefes alabileceği bir vaha, karşılaşıp güvenle etkileşim kurabileceği derinlikte bir odak, kutlama ve protestoların coşkusunun yaşanabildiği bir “Karnaval” hayal edilmektedir.

Kamusal alan tartışmalarının ve kamusal alanda farklı söylem gruplarının çatışmalarının merkezi olan Taksim Meydanı, kamusal olarak üretilmesi kadar üretim biçimi de gündelik kullanıcısı tarafından değil, siyasi erk ve neo-libearal sermaye piyasası tarafından belirlenmiş ve yalnızca bu güç hiyerarşisinde yukarıda olanın var olabileceği bir temsil alanına, senaryosu, dekoru ve oyuncuları hakim ideolojiye göre şekillenen devlet ve sermayedarın soyut mizansenine ve somut mekanına dönüşmüştür. Yıldırım’ın da belirttiği gibi, yıkımlar, yerinden edilmeler ve devasa projelerin de beslediği, hiyerarşinin farklı kotlarındakilerininin ideoloji ve farklılıklarının çarpışıp, bu  farklılıkların yok edilmesinin amaçlandığı bir savaş sahnesine dönüşen, kentte herkese birey ve topluluk olarak var olabilmesi için alan açması gereken meydanda bulunmak tüm kullanıcılarında tekinsizlik ve aidiyetsizlik hissi geliştirir (Yıldırım, 2014). Bu noktada sitüasyonistlerin yaklaşımlarından da beslenerek kent mekanını; ilişkisellikleri, karşılıklı etkileşimleri, gündelik pratikleri, karşılaşmaları barındıran potansiyel bir toplumsal dönüşüm alanı olarak ele alıp, bu potansiyelin, kentin kapitalist temsiller üzerinden işleyişini saptıracak durumlar oluşturarak kenti bir “oyun alanı”na dönüştürmekle açığa çıkartmak amaçlanır. 1956’da ilk Sitüasyonist Enternasyonel kongresinde bir araya geldiklerinde söyledikleri gibi siyasal bir devrimin gündelik hayatın devriminden ayrılmadan karnaval havasında bir devrim ile öncelikle bireylerin yaşayış biçimlerini dönüştürmelidir(1956). Bu noktada meydanın içine girilip kullanıcısına yaklaşıldığında, bireyin içinde bulunduğu kayıp ve renksizleşmiş ruh hali ile bunun hem yansıyıp hem beslendiği toplumsal ağlar ve pek de kamusal olmayan bir mekanla karşılaşılıyor..

Bireysel farklılıkların değersizleşip herkesin aynı zaman ve değer sisteminde yaşadığı metropol düzeninde sürekli uyaranlara maruz kalan birey, çevresindeki her şeye karşı bir sığlaştırma, normalleştirme, görmezden gelme, grileştirme tutumu geliştirir. Günlük hayatın akışı içinde, yaşamına beklenen monotonlukta, öngörülmüş ritüelleri gerçekleştirip, kendisinden beklenen hayatı kendisi için uygun görülmüş çevrelerde yaşamaya devam ederken, kalabalık şehir sokaklarında, kendisi için öteki olan her şey ve kişiyle herhangi bir fikir ayrılığına düşmesi durumunda şiddet ve çatışmaya hazır gardını almış bir pozisyonda hissiz, rasyonel ve çıkarcı ilişkiler geliştirir. Gündelik hayatın akışında şehrin en kalabalık meydanlarından birinde bu defansif ruh halinden kurtulabilmesi, ancak kendi, öteki ve zaman gibi belirleyicileri askıya alabileceği bir “vaha”ya girmesiyle mümkün olabilir. Bu “vaha” ise hem temsil mekanı hem de şehrin bir temsili olan meydanda, şehrin kaosu ve içsel neşesinin dışavurumunu temsil eden karnavalesk bir atmosferde bireyin kendini temsil edebilmesiyle mümkün olabilir.

‘Rabelais ve Dünyası’ adlı eserin yazarı Rus filozof ve edebiyat teorisyeni Mihail Bahtin’e göre Karnaval bir performanstır; ancak bu performansta seyirci ile performansı icra edenler arasındaki sınır kaldırılmış, böylelikle herkes performansın öznesi konumuna gelmiştir. İnsanlar onun içinde yaşarlar, herkes ona katılır, karnaval bütün insanları kucaklar. Karnaval, farklı seslerin duyulduğu ve etkileşime girdiği, teamülleri bozduğu ve hakiki diyalogu mümkün kıldığı bir durum yaratır. Var olan her şeyin göreceli doğasını göstererek yeni bir bakış açısı ve yeni bir düzen oluşturur. Bahtin için karnaval ve karnavalesk, özgürlük, eşitlik ve bolluk ile nitelenen alternatif bir sosyal alan yaratır. Karnaval sırasında, rütbe kaldırılır ve herkes eşittir. İnsanlar, sadece hayal edilen değil aynı zamanda da deneyimlenen gerçek insan ilişkilerinin içerisinde yeniden doğar. Bu sadece egemen kültürün yapısökümü değil, aynı zamanda bir oyun modeline dayanan alternatif bir yaşam biçimidir. Bereket ve özgürlük ütopyası olarak başka türlü inşa edilmiş bir insanlığa delalet eder. Karşılıklı işbirliği ve eşitlik vizyonu ile hiyerarşiler tarafından yaratılan insanlar arasındaki engelleri ortadan kaldırır. Grotesk bedenin dinamizmi resmi düzenin durağanlığına bir alternatiftir. Çünkü grotesk beden, olma eyleminde bir bedendir. Asla bitmez, asla tamamlanmaz; sürekli olarak inşa edilir, yaratılır ve başka bir beden yaratır. Dahası, beden dünyayı yutar ve kendisi dünya tarafından yutulur. Karnaval, otoriter olanı, oluşturduğu tehdidi yok edecek şekilde emer; çünkü Karnaval satiriktir, yarattığı alaycı kahkaha ile otoritenin ürettiği korkunun üstesinden gelir. Bahtin karnaval gülüşünün halkın gülüşü olduğunu, evrensel ve müphem olduğunu vurgular. Müphemdir, yani hem neşe ve zafer dolu hem de alaycı ve taklitçidir. Kahkaha gürültülü, kolektif, toplumsal bir fenomendir ve günlük yaşam normlarını protesto eden bir özgürlük kutlamasıdır(Bahtin, 1965).

Karnaval, bir kutlamadır; karnaval bir protestodur; karnaval kamunun kutlama ve/veya protesto için bir araya geldiği kamusal alandır; Karnaval Taksim Meydanının ta kendisidir!

Toplumun meydanda kendini temsil etme biçimleri olan kutlama ve protestolar, politik ve yapısallaştırılmış düzene bir karşı duruşla karnavaleskte birleşir. Toplumdaki eğlence anarşiyle dürtülür ve politika bir cümbüşe dönüşür. Siyasi erkler tarafından oluşturulan kolektif anksiyete, siyasi otoritenin manipüle edilmesiyle neşe ve kabulleniş içinde çözünür; özgürlük, kendi ve ötekine güven, kabullenilme gibi kayıp hisler yeniden deneyimlenebilir hale gelir. Kamusal, politik, yapılandırılmış mekan da hareketli bir sokak tiyatrosunun sahnesine dönüşür ve kent peyzajı bir duygu taşımı yaşar. Gündelik hayat şenlik hayatına dönüşür. Eğlence ve kahkahada kişiler arası iletişimdeki odak, ilişkilerin tek taraflı kurulduğu ve hiyerarşik anlamları olan sosyal etiketlerden, bu ilişkilerin kurulma biçimine kayar. Bu durumda birey, öteki ile kurduğu ilişkide kendi kimliği ve dış kimliklerin oluşturduğu kurgusal anlatıdan soyutlanır ve bu sayede öteki ile doğrudan ilişki kurup farklılaşması, metamorfoz geçirip, kişileşmekten çıkması mümkün olur. Gündelik hayat ve şenlik hayatı arasındaki geçiş de bu mekanda sağlanır. Meydan, sosyal müdahale ile şehir dokusu içinde yeni bireysel anlamlar kazanır. Zaman, dönüşümü ifade eden bir sembol haline gelir. Ritim(değişimin ritmi), toplumu yıl boyu belirleyen bir anti-strüktürdür/ karnavalesk dans ritimleri geçici ve kalıcıyı belirler. Bu yeni meydan, toplumsal hiyerarşileri ters çevirir ve kişinin daha önce olamadığı kadar özgür bir perspektife sahip olmasını sağlayarak, kültürel ve sosyal birikimlerin üst üste binmesiyle oluşan yoğunluk sayesinde şehrin ve meydanın yeniden benimsenip, mevcut sınırların tahrip edilmesi ile “geleneksel”leş(tiril)miş hayata kişisel eleştiri getirir. Geçmiş deneyimler ve modern yorumun çarpışmasıyla anlam değiştiren meydan, içinde tüm bu figürlerin serbest dolaşımı ve toplanmasının mümkün olduğu bir koreografiye sahiptir.

Günümüz neo-liberal politikalarıyla kocaman ve bitmek bilmeyen bir şantiyeye dönüşen, her köşesinde yıkımların bulunduğu, aynı zamanda yeni bir yaşam vaadiyle binaların ve zenginlerin yükseldiği, siyasi otoritelerin güç gösterme aracı haline gelen ve bu otoriteyle inorganik bir bağ kurmuş olan tepeden indirmeci tasarım(?) anlayışıyla kullanıcısı olan kamunun aidiyet kuramadığı Taksim Meydanı için daha önce bahsedilen Bahtin’in karnaval teorisinin kamusal alan üzerinden okunmasıyla Taksim Meydanının gerçek sahibi olan kamuya iade edilmesi hedeflenmektedir. Meydan, kullanıcılarının herhangi bir ölçekte bir kutlama veya protesto sırasında en çok aidiyeti hissedebildiği bir yerdir. Bu açıdan yaklaşılınca, bu eylemleri; bir gösteri yürüyüşü sonunda topluca meydanda varolup kimliğini temsil edişin kutlanmasının, aynı zamanda bu kimliklerin gündelik hayatta karşılaştığı zorlukların protestosu oluşu; iki arkadaşın bankta oturup muhabbet etmesinin arkadaşlık ve ilişkilenmenin kutlanması kadar, ötekileştirme ve iletişimsizliğin protestosu oluşu, merdivenlerde oturup tek başına kitap okumanın bireyselliğin kutlanması olduğu kadar aynılık ve uyum sağlama baskısının protestosu oluşu, aslında meydanda gerçekleşen tüm eylemlerin kutlama ve protestonun ara kesitinde konumlanması, hatta belki de bu iki kavramı bir anlamda tıpatıp aynı olduğu görülebilir. Kimlik ve birlikteliğin önemsendiği bu karnavalda, kullanıcıların tasarım sürecinden itibaren bilfiil çalıştığı bir durum öngörülmektedir. Bu nedenle Taksim Meydanı tüm bu kutlama ve protestoların birleşip, coşup yayıldığı, gündelik hayatın içinde bir vaha, bir Karnaval alanıdır. Devasa fiziksel yapılar veya peyzaj müdahaleleri yerine, gündelik hayatta insanların karşısına çıkan, özellikle siyasi güçlere hizmet edip kamunun kutlama ve protestolarına engel olmaya çalışan nesneler(polis bariyeri veya toma gibi) ile sermayenin özellikle inşaat olarak tezahür ettiği durumlardaki nesnelerin(inşaat iskeleleri gibi) bir araya gelerek kullanıcıların insiyatifiyle biraraya getirilip yine kullanıcıların tasarrufuyla herhangi bir prospektüse ihtiyaç duymaksızın belirli zamanlarda farklı şekiller alan tıpkı grotesk bir beden gibi asla bitmeyen, son hali olmayan, bazen yok olan, bazen her şeyi yutan bir canlı tasarım ve özellikle de yaşayan bir süreç hayal edilmektedir.

Bu hayalin uygulanabilmesi adına bu nesnelerden oluşturulmuş ve belirli senaryolar üzerinden üretilmiş bir kombinasyonu, insanları Taksim Meydanına yakınlaştırmak, kamunun ve kamusal alanın ne olduğunu kavramalarını sağlamak, bir araya gelebilmenin, birlikte fikir üretmenin önemini aşılayabilmek amacıyla bazı programlar oluşturarak ilk adımı atmaya ve de karnavalı başlatmaya mimar sıfatımızla hazırız. Ancak mimar olmanın ötesinde Taksim Meydanının aktif kullanıcıları olarak, sürekli değişen ve sonsuz alternatife açık bu karnavalın ilk haline bazı müdahalelerde bulunarak yeni süreçler doğurmaya çalıştık. Zamanla (kısa veya uzun veya hiçbir zaman) kamunun, kendisine ait olan Taksim Meydanı’nı benimseyip, kendi gibi olmayanı ötekileştirmeden, kutsallar ve diğerleri arasındaki hiyerarşiyi yok ederek, beraber var olmanın gücüyle protesto ve kutlamarına göre yeni müdahaleler ve yeni mekansallaşmalar üreteceklerine inanıyoruz. Bu noktada insanların gözünü korkutan bu nesnelerin, satirik bir şekilde manipüle edilerek bambaşka kullanımlara hizmet etmesi bir yana, tanrıcılık rolü oynayan mimarlık anlayışıyla da alay edildiği için, zaten önceden belirlenemeyecek ucu açık, alternatif dünyalarla karşılaşacağımızı umuyoruz. Başlattığımız tasarımın mevcut haliyle veya varyasyonlarıyla kullanımı dışında, belki de hiçbir değişime yol açmayacak bir durum ortaya çıkacak ve kimse gerçekte kendisine ait olana müdahale etme cesaretini gösteremeyecektir. Ya da büyük bir cesaretle ihtiyaç duydukları nesneleri bir bir evlerine götürüp Taksim Meydanı’nı olduğu gibi kabulleneceklerdir. Her ne olursa olsun, kararın gerçek sahibi olan gündelik hayattaki kullanıcılarının iradesinde olduğu bir Taksim Meydanı hayal ediyoruz. Çünkü Herkese Taksim!

Referanslar:

  • Birge Yıldırım, Kamusal Alanın Üretimi: Taksim Meydanı, Doktora Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, 2014.
  • Mikhail Bakhtin (Çev: Çiçek Öztek), Rabelais ve Dünyası, Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2019.
Etiketler

Bir yanıt yazın