Taksim Cumhuriyet Anıtı nasıl eleştirildi?

Büyükşehir Belediyesi tarafından Taksim Meydanı için hazırlanan yayalaştırma projesi uygulamaya konuldu.

Bu meydanı, sekiz ay sürecek bir çilenin ardından, kaotik bir trafik kavşağı olmaktan kurtulmuş, gerçekten meydan hüviyeti taşıyan bir yaşama alanı olarak görmeyi umuyoruz.

1930’lardan önce, Taksim deyince insanların aklına Maksem dediğimiz, uzun mesafelerden getirilen suyun şehre taksim edildiği tarihî yapı, 1940’ta Vali Lütfi Kırdar’ın yerine İnönü Parkı yaptırmak için kör kazmaya teslim ettiği Osmanlı kışlası ve bu kışlanın talim yeri, yani Talimhane gelirdi. Cumhuriyet Anıtı, 1928 yılında bu meydanın kimliğine damgasını vurmuş, Taksim Kışlası yıkıldıktan sonra da tek belirleyici olmuştur denebilir. 1925 yılında bağış yoluyla para toplanarak İtalyan heykeltıraş Pietro Canonica’ya ısmarlanan ve 1928 yılı ortalarında İtalya’dan gemiyle getirilerek meydana yerleştirildikten sonra 8 Ağustos 1928’de resmen açılan Cumhuriyet Anıtı’nın çok ciddi eleştirilere uğradığını biliyor muydunuz?

Geçenlerde Taksim Atatürk Kitaplığı’nda araştırdığım bir konu için Yedigün dergisini yeniden tararken 10 Mayıs 1933 tarihli 9. sayısında Peyami Safa’nın bir başyazısına rastladım: “Bir Abidenin İntiharı”. Yazı şöyle başlıyordu:

“Taksim’deki Zafer Abidesi’nden hiç kimse memnun değil. Ne halk, ne de İsmail Hakkı ve Namık İsmail Beyler gibi ilk önce bu allı yeşilli Eyüp oyuncağına hararetle rey verdikleri halde sonradan Milliyet gazetesinde vicdan azabı duyduklarını ilan eden sanatkârlar…”

Bu yazıdan anlaşıldığına göre, bu anıt için İstanbul milletvekili Hakkı Şinasi Paşa başkanlığında kurulan komisyonda İsmail Hakkı (Baltacıoğlu) ve Güzel Sanatlar Akademisi’nin ünlü müdürü ressam Namık İsmail de varmış ve sonradan bu abideyi beğendiklerine pişman olmuşlar. Canonica da, her nedense, abideyi genişletmek için 1933 yılında Belediye’ye başvurmuş, fakat red cevabı almış. Peyami Safa’nın yazdığına göre, abideyi parçalayıp bayrak tutan askerleri birkaç adım öteye alacak, üzerine bir tâk kuracak, tepesine de bir hilal konduracakmış.

Peyami Safa’nın, yapıldıktan kısa bir süre sonra yer yer çatlamaya başladığını söylediği abideyle ilgili asıl eleştirileri şöyle:

“Sinyor Kanonika’nın İstiklâl cengi ile, Millî Mücadele zaferiyle ne alâkası olmuştur ki ondan millî bir hassasiyetin en büyük ifadesini bekledik? Sakarya’da bu sinyorun babası mı şehit düşmüştür, oğlu mu? Sırtında cephane taşıyan Türk köylü kadını bu Sinyorun nesidir, anası mı, kız kardeşi mi? Mütareke’de işgal kuvvetlerinin işkenceleri altında inleyen, sanatkâr Mimar Sinan’ın torunları değildir de bu İtalyan mıdır? Her malımız yerli olacak da millî vicdanımızı Avrupa’dan mı getireceğiz? Millî benliğimiz Avrupa’nın hangi tezgâhında imal ediliyor? Türk sanatkârları dururken Avrupa’ya müracaat etmek, takma saç gibi, göğsümüzün içine iğreti bir kalp oturtmak demektir. Bunlar öyle kaba ve basit hakikatlerdir ki yarım liralık bir estetik kitabının sahifelerinden öğrenmek kabilken bize yüz binlerce liraya mal oldu.”

Taksim Cumhuriyet Anıtı’nı o yıllarda eleştiren sadece Peyami Safa değil. Devrin basını taranırsa, başta Cumhuriyet olmak üzere birçok gazetede buna benzer eleştirilerin çıktığı görülecektir. Yerim olsaydı hepsinden bahsedebilirdim, fakat gazetemizin yeni şekli dolayısıyla artık daha kısa yazmak zorundayız.

Etiketler

Bir yanıt yazın