İhsan Bilgin'in 24 Ekim 2012 tarihinde Taraf Gazetesi'nde yayınlanan yazısı.
İstanbul’un yeni gündemi: Maslak, paylaşılamama nedeni değerli olması dendi, ama niye değerli o zaman? 1970’lere, hatta 80’lere kadar kimsenin yüzüne bakmadığı, yukarıdan Boğaz yolunda geçip gittiği yer, ne oldu da değerlenip parti ve ilçeler arasında paylaşılamaz hâle geldi?
Anahtar, çevre yollarında; çevreyolu nedir? Bir nehrin iki kenarındaki düzlüğe yayılmış Paris, Londra gibi büyük, Frankfurt, Berlin gibi orta-karar, Floransa, Prag gibi küçük kentlere baktığımızda şu şemayı görürüz: Pergelin sivri ucunu merkezdeki katedralin veya eski belediyenin üzerine batırıp kentin en dışındaki mahalleleri içeride tutacak şekilde bir daire çizdiğimizde, bu daireyi çevre yolu olarak görebiliriz. Dışarıdan kente doğru gelen karayolu hatlarını da bu çemberle teğet kesiştirip uzatırsak ortaya bir kent şablonu çıkar. Dışarıdan kara hatlarından gelen araçlar, teğet noktalardan çembere dâhil olur, sonra tercih ettikleri noktadan içeri girerler. Kentteki araçlar da yine çevre kuşağa çıkıp dönerek, çemberin içindeki sıkışıklıktan kaçıp tercih ettikleri noktada kente yeniden dâhil olurlar. Kentin kalabalığından hızlanarak kaçmaktır bu, çevre yolu geniştir, debisi yüksektir. Böylelikle dışı içten soyutlayan, yavaşı hızlıdan kopararak ayıran, hızlıları dışarıda döndürerek kentten uzaklaştıran işlek bir sistem kurulmuş olur. Kentin makroformu ile kastedilen yaklaşık bu şablondur.
Dairenin çevresini ve merkezini nehir keser; eğer şablon doğru yöndeyse Türkiye haritası gibi yukarısı kuzey, aşağısı güneydir. Dairenin içindeki alanı kestirmeden çevreye iki taraftan bağlayan bir de çap çizgisi çizelim, ki bu da kentiçi bulvarlardan olsun; İstanbul bu şablonun, üstelik de basit ve yalın kısımlarına uymuyor. Nedeni basit: En ortasından nehir geçen bir düzlüğe kurulmamış da ondan; mesele nehir de değil çünkü onun yerine Boğaz, Haliç, Marmara gibi farklı türden doğal su rezervleri veya hatları var. Kent onlar tarafından üç yakaya 1. Eminönü, 2. Beyoğlu, 3. Kadıköy bölünmüş ama çevreyolu formu kent iki yerine üçe bölündüğünden demin çizdiğimiz gibi tam ve kesintisiz bir daire dolmuyor; sular bu ideal formu bozuyor. Sadece onlar değil, pergeli ortaya batırıp daireyi çizdiğimizde bir de tepeler ve yamaçlar var; su kenarlarıyla Çamlıca, Süleymaniye, Pera gibi yamaç ve tepelerle Kâğıthane, Ihlamur gibi vadilerle, yükseklikler kalıyor içeride. Kısacası pergeli Karaköy-Eminönü arasındaki geometrik ortaya batırırsak, içinde amorf bir yer yüzeyi kalıyor: “Aman derdimiz de bu olsun!” dememeliyiz çünkü bu derdimiz değil tersine, sevinç ve iyi yaşama kaynağımız. Evet, deminki kentlere göre berbat bir yapı stokumuz olduğu doğru, ama en basit şablona uymamak neden sorun olsun? Tam da bu coğrafi/ topografik özelliği İstanbul’u dünyanın en cazip ve sürprizli doğasına sahip büyük-kentlerinden yapıyor. Kendinden sonraki tüm kentlere rol modelliği yapmış antik-Roma da bu özelliğini tepeler ve yamaçlar kadar düzlüklere ve vadilere ustaca yayılmasına borçluydu Seattle için de benzer şeyler duydum. Heidelberg o kadar küçük ki, İstanbul’dan ziyade orta karar kentlerle anılabilir ancak.
Üç parçalı, engebeli ve lineer bir kent olduğundan dairesel ova-nehir kentlerine uymuyor, Edirne ve İzmit’ten gelen yollar, daire çizmeden, üç parçaya da dokunarak veya keserek öteki tarafa devam eden çevreyolu hatları İstanbul’un sularının veya derin engebe ve vadilerinin üstünden atlayarak, ki böylece kesintiye uğramıyorlar (mesela, iki Boğaz köprüsü ve Kâğıthane vadisindeki ve Haliç’teki iri ayaklı yüksek viyadükler, tam da bu yüksek/uzun atlama noktaları.
Maslak’a dönersek, ne oldu da yüzüne bakılmayan yer, en büyük rant ve siyasi hesap odağı oldu bu son 30-40 yıl içinde? Gayet basit, yukarıda anlattığım birbirlerini de burada kesen iki çevreyolu inşa edildi (1. kırmızı 2. mavi hatlar). Kenti boydan boya kuşatan ve girip çıkmayı sağlayan bu lineer hatlar anlattığım hareketli topografya ve kentin derin tarihî katmanlarıyla da kesişince kent birden büzüştü. Yok hayır, bir de fark edilmeden geçip gitmiş bir doğal felaketin haberini vermiyorum; tabii ki büzüşüp, buruşmaz yeryüzü, ama yeni yol ağlarıyla yerlerin arasındaki tüm ilişkiler değişebilir. Çevreyolları kentin çevre noktalarını sadece merkeze değil birbirlerine de yaklaştırıp, hayatı ve algıyı tersyüz eder. 70’lerin başı: Çamlıca’dan Şişli’ye gidelim: Değil gitmek vasıta ve süreleri saymaya bile üşeniriz en az dört beş araç ve bir o kadar da saat. 73’te 1. Çevreyolu/ Köprü’nün açıldığının ertesi günü tek araç ve 20-25 dk. Çamlıca ile Şişli birbirine yaklaşırken Kadıköy ve Taksim’den uzaklaştılar. İşte buna büzüşme ya da buruşma diyoruz. Üstelik daha ne dijital telefon var ne de internet, yani zaman sıkışmamış henüz. Her şeyi yapan Roma’dan kalma bin yıllık viyadük ve köprü destekli karayolu.
Bu bir, bir de 80’lerdeki 2. Çevreyolu ve Köprü’yü eklersek toplam 20-30 yıl içinde İstanbul’un nasıl bir ceketin ters-yüz edilmesi gibi tersyüz olduğunu anlarız. İki taraftan da hata yapılıp, köprü diye adlandırılıp (üzerine) konuşuldu hep. Oysa bunlar çevreyoluydu ve köprüler de yolun bittiği yerde karşıya, uzun/yüksek atlamaktan başka şey değildi. Şu tuhaflığa bakın ki şimdi de üçüncüleri konuşuluyor üstelik tam da diğer büzüşmeleri ve tersyüz oluşları gölgede bırakıp tümüyle yeniden altüst gelişme İstanbul tarihinin Konstantin’den beri en önemli projesi metronun tamamlanmasının eşiğinde. Tarih, değil yapanları, ilgilenenleri bile affetmez, böyle önemli bir girişimi yana koyup, Taksim’in, Haliç köprüsünün ve ne idüğü belirsiz bir “dönüşüm” lafının peşine takılınmanın. Şuur kaybı bulaşıcı olsa gerek.
Yeniden Maslak: İki çevreyolunun tetiklediği kentsel değişimler, bu arada onlardan kısmen bağımsız, üçüncü bir gelişmeyle biraraya geldi. Geç-İstanbul’un iş ve hareketlilik merkezi, Beyoğlu ve Beşiktaş’tan hareketlenip, yukarıya Mecidiyeköy ve Zincirlikuyu’ya doğru göçüyordu (yeşil hat). İşte bu üç farklı hareket ve etki gücünün üzerinde buluşup en yoğun etkiyi yaparak birleştiği balan Levent-Maslak hattı oldu (turuncu). Çevreyolları tam burada kesişerek ve de Karaköy’den bu hareketli yeryüzünün sırtlarını izleyerek kuzeye ilerleyen iş merkezinin de varış noktası olarak burası batısına hep Boğaz’ı ve prestijli yerleri alarak ilerlemiş sırt çizgisinin de sonu noktası olduğundan, genişleyen Boğaz-Marmara manzarasıyla birlikte çekiciliği ve cazibesi iyice katmerlenip pekişti. Bu kadar zorlanmaya ne dayanır? Dolayısıyla siyasi ve ekonomik hesaplardan çok daha güçlü ve başa çıkılması olanaksız bir güç alanı yoğunlaşması oldu Maslak’ta, ve de Emden’in kadrajında gayet iyi gözüktüğü şekilde adeta kontağı attı daha da doğalı şimşeğe dönüşüp çaktı. Doğa olayıydı sanki; istek, irade, etik ve vicdandan uzak; mekanizma bir kere işlemeye görsün, durdurmak neredeyse imkânsızdı.