İKSV’yi nasıl bilirsiniz?

Berk Efe Altınal'ın, İstanbul Tasarım Bienali ile ilgili görüşleri.

İstanbul’da yaşayan ve sanatın herhangi bir dalı ile ilgilenen herkes şöyle ya da böyle İKSV’nin bir etkinliğini takip eder ve her sene bekler. Ben de bunlardan birisiyim.

Bu sene İKSV, 40. yılını kutlarken etkinliklerinin arasına Tasarım Bienalini de katıyor. 10 Ekim’de, Dejan Sudjic’in oryantalist Kusurluluk temasının hakkını vermek istercesine sergilenmesi beklenen işlerin üçte biri ortada olmamasına rağmen 10 Ekim’de Egemen Bağış’ın ve Ertuğrul Günay’ın katılımı ile bienalin açılışı yapıldı.

Kuratörlere göre kusurluluk değerli bir şey. Ne var ki kusurluluk durumu, prodüksiyon ekibi tarafından küratörler kadar hoş görülmüyor olacak. Sergi yerli ve yabancı basın mensuplarına açık olmasına rağmen bir yandan da kurulum süreci devam ediyor. Bu da serginin mutfağında yoğun bir strese sebep oluyor. İKSV prodüksiyon şeflerinin stresi, bugün sözlü şiddete dönüştü ve fiziksel şiddete dönüşmesine an kalmıştı.

Şiddet

Paralelkenar’ı başlatırken, en önemli sebeplerden birisi sanat dünyasına alışılmışın dışında bir bakış getirmekti. Dergilere ve gazetelerin kültür-sanat sayfalarına bakarsanız, bütün sergiler muhteşem bütün sanatçılar ise birer dahiydi. Beyaz küplerin ve pek havalı katalog cümlelerin arkasında kalanlar ise pek o sayfalara yansımıyordu.Ne birer sanat tarihçisi ne de sanat teorisyeni vs. olmayan bu sitenin kurucuları, birer izleyici olarak, sanatı takip eden insanlar olarak ya da birer sosyal bilim öğrencisi bu durumdan sıkılmış ve bu siteyi başlatmıştık.

Bugün tam da böyle bir siteye ne kadar çok ihtiyaç olduğunu anladığım bir olay yaşadım. Bir süre önce İKSV’nin düzenlemekte olduğu İstanbul Tasarım Bienali için rehberlik yapmak üzere kabul edilmiştim. İKSV etkinliklerini uzun zamandır takip eden pek çok kişi gibi beni de işin mutfağında yer almak fikri heyecanlandırıyordu.

Bir süredir sergilerin içerikleri hakkında bir eğitim programına devam ediyordum. 10 Ekim’de bienal açıldı. Adhokrasi isimli serginin gerçekleştiği Galata Rum Okulu binasında görevlendirilmiştim. Gerçekleştiği diyorum, ancak sergi açılmış ve basına tanıtılmış olmasına rağmen katalogda yer alan işlerin önemli bir kısmı (3’te 1’i diyebilirim) sergide kurulmamıştı. Bir yandan ziyaretçiler sergiyi geziyor, bir yandan da kurulumda çalışanlar ve prodüksiyon ekibi ellerinde matkaplar ve boya aletleri ile etrafta kuruluma devam ediyorlardı. Videolar çalışmıyor, işleri tanıtan yazılar duvarlara asılmıyordu. Asılmıyordu, çünkü küratörler tarafından gönderilen İngilizce metinler korkunç biçimlerde (Google Translate kadar korkunç) Türkçe’ye çevrilmiş ve bu durum o güne kadar fark edilmemişti.

Bugün serginin ikinci günü olmasına rağmen kurulum devam etmekteydi. Dolayısıyla da alanda stres de artmaktaydı. Bu esnada prodüksiyon ekibinin şefi olduğunu öne süren bir kişi benden yardım istedi. Ben tur rehberi olmama ve kesinlikle serginin kurulumu ile ilgili bir işim olmamasına rağmen destek olmak için yardımı kabul ettim. Bir tane metal parçasının taşınması gerekiyormuş. Bana yan tutmamı söyledi. Söylediği gibi yan tuttum ama bu durumda bir parçası yere düştü.

Arkamdan “İşte bilmeyen adam taşırsa böyle olur” diye bağırdı. Ben de nazik bir şekilde “Bilmiyorum çünkü bu benim görevim değil. Nasıl dediyseniz öyle taşıdım” dedim. Bunun üzerine bu şahıs üzerime yürüyerek boynumda bulunan rehber kartımı çıkardı ve “Git buradan, kovuldun” şeklinde sözler sarf ederek bağırmaya başladı.

Bu esnada güvelik görevlileri araya girdiler. Bu esnada bağırmakta olan şahsın gözlerinden ateş fışkırıyordu ve belki de büyük bir fiyaskoya ve hatta skandala dönüşen yarım kalmış bienal prodüksiyonu başarısızlığının hırsı ile üzerime yürüyordu. Araya giren güvenlik görevlileri olmasa sözlü saldırısı fiziksel şiddete dönüşecekti.

Bu esnada, benim bağlı bulunduğum ekip yöneticisi de oradaydı. Bu şahsa herhangi bir müdahalede bulunmadı, onu engellemedi.

Herhalde serginin güvenlik görevlilerinin onu sakinleştirmeye çalışmalarını ya da engellemelerini beklersiniz değil mi? Ancak durum böyle olmadı. Bunun yerine güvenlik görevlileri benden eşyalarımı toplamama eşlik edeceklerini ve orayı terk etmem gerektiğini ilettiler. Elbette kendi kararları değildi bu durum. İKSV, bağırıp çağırandan yana olmuştu.

Yani şiddete maruz kalan ben olduğum gibi mekandan uzaklaştırılan da ben oldum.

Daha sonra bienal ekibinden bir yönetici beni arayarak olan biten için çok üzgün olduklarını ve eğer istersem İstanbul Modern’de, bienalin diğer ayağı olan Musibet sergisinde çalışmaya devam edebileceğimi söyledi. Elbette böyle bir muamelenin üzerine böyle bir şeyi kabul edecek değilim.

Basın

İKSV’nin Tasarım Bienalinin Adhokrasi sergisinde, önümüzdeki iki ay boyunca sizlere, işbirliğinin ve açık kaynak kullanımının öneminden, marksist tasarımcılardan, şehirdeki gerilla-tasarımcılardan, Musibet sergisinde ise kentsel dönüşümün İstanbul’a getirdiği neoliberal baskıdan söz edilecek.

Öte taraftan bu sergilerin, düşük ücretlere, iş güvencesi olmadan çalışan görevlilerin, tur rehberlerinin ve buna benzer işler yapan bir dizi insanın emekleri ve şiddeti meşru gören, ancak güvenlik görevlilerinin araya girmesi ile durdurulabilen kişilerin yönetimi ile mümkün olduğunu bilmenizi isterim.

Adhokrasi sergisine giderseniz, Açık Kaynak Kodlarına övgü yapan panoların hemen bitişiğinde yer alan iMacleri ve Macbookları göreceksiniz. Birkaç yıldır, Apple’ın, Microsoft’tan dahi daha büyük bir Açık Kaynak düşmanına dönüştüğü tartışılırken, bilgisayarlar konusunda yapılan bu tercih dahi, nasıl bir çelişkiler yumağının ortaya çıktığını gösteriyor.

Öte yandan hiçbir gazetede ve sanat sitesinde bienalin “kusurlu” bir biçimde açıldığını okudunuz mu? Sergiler iki gündür ulusal ve uluslararası basına açık. Gazetlerin bütün yazdıkları yapılan konuşmaların yer aldığı basın metninden kopyalananlar. Peki ya, kültür sanat muhabirlerinin ve eleştirmenlerinin görevi veya işi nedir? Dünyanın neresinde olursa olsun skandal sayılacak bu durumu yazmıyorlarsa niçin varlar?

Etiketler

Bir yanıt yazın