İstanbul’dan Başka Her Şey

Cumhuriyet Gazetesi yazarlarından Turgay Fişekçi eski İstanbul'u anıyor.

Yaşadığımız şehir, uzun süredir yaşanmaz oldu. Bir yerden bir yere gidebilmek ömür törpüsü. Yollarda kavga edenlere futbol oynayanlar, tuvalet ihtiyacını giderenler eklendi. Delirenler sayısal olarak belirlenmiş değil, ama araç kullananlara bakınca bu oranın ne denli yükseldiği açıkça görülüyor.

İstanbul’da Venedik yapılıyor, Toscana yapılıyor, daha neler neler yapılıyor; ama İstanbul’u ara ki bulasın. Füruzan’ın bir öyküsü vardı. “Sokaklarından Gemilerin Geçtiği Kent” diye. Yalnızca adı nice öyküye değen bir anlatı. Belki o zaman İstanbul daha Venedik’ti, daha kendisiydi.

Çok gülünç şu Venedik yapıları. Çünkü bu yapılar dört gidiş dört gelişli otoyolun kıyısında yer almalarının yanında otuzar katlı bloklardan oluşuyor. Venedik bunun neresinde derseniz, işte ortasına kanal benzeri bir havuz yapıyorlar, alın size Venedik. Yerseniz. Görünüşe göre nasıl zenginleştiği belli olmayan insanlar da yiyor bu palavraları; gidip o taşıt ve insan kirliliğinin üst üste olduğu yerleri alıp oturuyorlar.

İstanbul’un yerinde yeller esiyor. Sultanahmet Camisi’nin tepesinden gökdelenler kafalarını uzatmış bakıyor. Kenti kuşatan ormanların içinde yeni otoyollar, yerleşim yerleri planlanıyor. İstanbul, her şeyin üst üste yığıldığı Türkiye oldu. Sanayi, ticaret, bankacılık, ulaşım, aklınıza ne gelirse hepsi İstanbul’da. Yeni yerleşim alanları artık bir milyon insan da burada yaşasın diye planlanıyor. Dikine kurulmuş yapılarda insan konserveleri.

Neden böyle olduğunu, Ege Cansen, 11 Ağustos günlü Hürriyet’teki yazısında çok güzel dile getirdi:

“Türkiye’de en bol kaynak devletin mülkiyetindeki ‘toprak’, yani arazidir. AKP’nin iktisat kurmayları, ‘rantlarla sermaye birikimi yaratma’ yöntemini benimsemiştir. ‘Toprak eşittir sermaye’dir. Ancak toprağı sermayeye dönüştürmek için bir mekanizma gereklidir. Bu mekanizma kırsal arazileri kentsel arsalara dönüştürme ile arsaların imar yoğunluğunu artırmadır. Bu yolla ‘mekân rantları’ oluşmaktadır. Yani ‘atıl duran doğal servet’, ‘finans kapital’e dönüşmektedir.”

Gördüğünüz gibi son on yılın temel ekonomik ivmesini İstanbul’un taşının toprağının satılması oluşturmaktadır. Bu sürecin ilk başladığı Özal’lı yıllarda Ferhan Şensoy, İstanbul’u Satıyorum adlı bir oyun yazıp sahnelemişti. Sanatçının neredeyse otuz yıl önceki oyunu, hayatta bir türlü sonlanamadı. İstanbul sat sat bitmiyor. Bittikçe sınırları genişletilerek Anadolu ve Rumeli’ye yayılıyor. Sattıkça nefes alacak yer kalmıyor. Sattıkça insan insanlığından çıkıyor. İstanbul’un daracık toprakları içinde insan unsurunun beş kuruşluk değerinin olmadığı bir Çin yaratılmaya çalışılıyor. Para olsun, insan arkadan gelir diye düşünülüyor herhalde, ama insanın önde geldiği toplumlar gelişiyor. Ötekiler dünyanın hizmetçisi olmaktan öte geçemiyor.

İnternet Kazası: Ünlü şairlerin adı kullanılarak sanal ortama salınan sahte şiirlerin son kurbanı Hürriyet’te Yaşasın Hayat köşesinin yazarı Osman Müftüoğlu oldu. Pazar günkü yazısı Can Yücel’in bir fotoğrafı ve “Sağlık Olsun” adlı sözde şiirle kaplıydı. Tam bir facia! Ne Can Yücel’in böyle bir şiiri var ne de böyle bir laf salatasına şiir demek mümkün.

Etiketler

Bir yanıt yazın