Çok uzun zaman Pamukkale’nin travertenleri hoyratça gezildi. Kireçli sıcak su had safhada otel inşasıyla azaltıldı ve travertenler kararmaya başladı. Son zamanlarda bu oteller yıkılıyor.
Şimdi gene turistik mülahazalarla kazıların yavaş gittiği söyleniyor; arkeolojik kazı kanalizasyon sistemi kazmaya benzemez.
Pamukkale, Roma dönemi Küçük Asya’sının en önemli şehirlerindendir. Zengin tarımsal bölgenin merkezinde ve ticaret yolları üzerinde bir tedavi merkeziydi. Bu işlevi dolayısıyla bir dini ziyaret merkezi de olmuştur.
Denizli Pamukkale aslında Roma dönemi Küçük Asya’sının başta Ephesos sonra Antakya olmak üzere en önemli şehirlerindendir. Zengin bir tarımsal bölgenin merkeziydi. Ticaret yolları üzerindeydi ve asıl önemlisi bir tedavi merkeziydi. Bu işlevi dolayısıyla bir dini ziyaret merkezi de olmuştur ve eski çağdaki bu fonksiyonunu erken Hristiyanlık döneminde de başka bir biçimde devam etmiştir. Zira Hierapolis’in koruyucu azizi St. Philippus’tur. 1950’lerde başlayan kazıları hep İtalyan arkeologlar devam ettirdi. Uzun zamandır Lecce Üniversitesi’nden tanınmış arkeolog Profesör Francesco D’Andria kazı ve restorasyona devam ediyor. En son buluntusu şehrin en yüksek noktasındaki Aziz Philippus’un anıtsal mezarıdır. Bu ilk Hristiyanlık dönemlerinden itibaren önemli bir hac merkeziydi. Çok uzun zaman Pamukkale’nin travertenleri hoyratça gezildi. Travertenleri yaratan kireçli sıcak su had safhada otel inşasıyla azaltıldı ve bildiğimiz beyaz travertenler kararmaya başladı. Son zamanlarda bu oteller yıkılmaya başladı. Endişe edilen husus, tabiatın tahribinden çok altın yumurta yumurtlayan turizm tavuğunun kesilmesiydi. Şimdi gene turistik mülahazalarla kazıların yavaş gittiği söyleniyor; arkeolojik kazı kanalizasyon sistemi kazmaya benzemez. Şayet buluntular tasnif ve değerlendirmeden geçirilmezse hızlı arkeolojik kazı bir tahribtir. Arkeoloji ilmi Heinrich Schliemann’ın 19. yüzyıldaki Troya kazısı gibi tahribkâr kazılardan çok zarar görmüştür.
Ben Hierapolis Kazısı’nın yeni bilgiler getirdiğini düşünenlerdenim. Tiyatronun restorasyonu için klasik tiyatrolarda zamanın getirdiği tahribat, (bunun en hazin örneği Side Tiyatrosu’dur), çok zor tesbit edilir. Hierapolis Tiyatrosu’nda üç bin kadar parçanın tasnif edildiğini gösteriyorlar. Bu restorasyona sağlam bir başlangıç sağlayacaktır. Şehrin ana caddesi olan Frontinus Yolu ve çok tipik bir örnek olan umumi hela (Latrina) ve cadde üzerinde Hristiyan arkeolojisi için çok mühim olan Aziz Philippus Mozelesi’nin kazı çalışmaları ve restorasyonu önemli adımlardır.
Hierapolis ve Laodikeia Denizli bölgesinin kozmopolit tarihini ortaya koyacak önemli çalışmalardır. Anadolu mevcut kültler ve eserler itibariyle bir tarihi geçişi temsil eder. Klasik dünya sadece Hellenizm ve Roma değildir. Kazılarda her türlü buluntunun iyi değerlendirilmesi ve turistik endişeden uzak hızlı kazılara müracaat edilmemesi gerekir. Bu bakımdan yavaş da olsa emin ilerleyen bir kazı en doğru sistemdir.
1861 yılının Ağustos başında yakın zamanlar Türkiye tarihinin en önemli diplomat ve sadrazamı Mehmed Emin Âli Paşa, Sultan Abdülaziz Han’ın elinden sadaret mührünü aldı. Gerçekten fakir bir İstanbul ailesinden geliyordu. Babası Mısır Çarşısı’nın kapısını kapamakla görevli bir küçük esnaf olduğu için ileride muhalifleri kendisini “bevvabzade” yani “kapıcıoğlu” diye hafife alacaklardır. Tabii hafife alınacak biri değildi. Lamartine, Osmanlı İmparatorluğu’nun Hariciye Nazırı’ndan “Fransa’da okuduğu için Fransızcası benim kadar düzgün” diye bahsediyor. Oysa Paşa’nın Lamertine ile karşılaştığı zaman Fransa’yı gördüğü şüphelidir. Bütün fakir İstanbullu çocuklar gibi mahalle mescidinin yanındaki sıbyan mektebinde Kuran hıfzetti ve okuma yazma öğrendi.
1814 doğumludur. Babasını erken yaşta kaybedince çalışmak zorunda kaldı ve kendini yetiştirdiği için 1830’da Divan-ı Hümayun kalemine çırak (stajyer) olarak girdi. İki yıl içinde Fransızcasını o derecede geliştirdi ki 1833’ten itibaren tercüme odasına alındı. 1835’te Avusturya İmparatoru’nun cülusu için Viyana’ya gönderilen heyette başkatibti. Burada 1.5 sene kaldı. Avusturya’nın diplomasi muhiti Fransızca’yı tıpkı Prens Metternich gibi mükemmel kullanan bir ortamdı, o da oraya uydu. İki sene sonra Rusya başkenti St. Petersburg’taydı. Aslında Mustafa Reşit Paşa’nın yetiştirmesidir; fakat 1856 Paris Kongresi’nden itibaren onla arası açılacaktır. 1846’da nazır, 1852’de sadarete vekâlet etti. 1853 yılından itibaren İzmir (Aydın vilayeti) ve Bursa (Hüdavendigar) valisi oldu. Tanzimat döneminin yöneticisi hariciyede ve dâhiliyede aynı derecede başarılı ve tecrübeli olarak yetiştirilirdi. Bugün Türkiye bu yola giremedikçe içişlerinde tecrübeli ve dünyayı tanıyan bir kadro aramak beyhudedir.
Sadrazam Mehmed Emin Âli Paşa bu tarihten itibaren Keçecizade Mehmet Fuat Paşa ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu’nu yönetmiştir. Babıâli’nin üstünlüğüne ve sadrazamın etiketine son derece dikkat ederdi. Bu konuda bizzat padişahın dahi lakayd hareketine tahammül edememiştir. Öldüğünde yazı takımlarını Prens Bismarck’ın satın aldırdığı biliniyor. Bu adeta kendisine onun marifeti geçsin diye yapılan işlemdir. Girit Olayları’nın çözümünde imparatorluk tebaası arasındaki din farklılığının hayata yansımaması için Fransız medeni kanununun alınmasını öneren odur. Milliyetler asrında hassas bir yoldan geçen Osmanlı İmparatorluğu’nun muvaffakiyetle ayakta tutabildi. Ona muhalefet edenlerin kendisinden sonra hiçbiri bu derecede başarılı olamadı ve reformcu kadro çalışması sergileyemedi.
1871’de elli yedi yaşında öldüğü zaman dağdalı imparatorluğun yönetim ve modernleşmesinde başardıklarını bu kadar kısa bir ömre nasıl sığdırabildiği sorulmuş olmalıdır.