Çamlıca'ya cami meselesindeki usûl ve üslûp yanlışları kartopu gibi büyüyor. Peşinen ve samimiyetle ifade edeyim; bundan hiç hoşnut değilim.
Lâf kıtlığında nizâ konusu arayan ve “Yazılarım gündemi belirliyor” budalalığı ile kibirlenen yazar takımından değilim. Mevzudan uzaklaşmak istedikçe Çamlıca’ya cami muhibleri cemiyeti mensupları, sakarlık üstüne sakarlık yaparak konuyu gündemde tutuyorlar.
Pazartesi günü bazı gazetelerde “Çamlıca yeni siluetinin mimarını arıyor” anafikriyle bir mimarlık yarışması ilanı duyuruldu. Şaşırdım, çünkü daha önceki haberlere göre projenin mimarisi de ana hatları da belliydi, çok büyük olacaktı, çok yüksek olacaktı; mimar ekibini kurmuş çalışmaktaydı vs… Yarışma ilanı ile konuya yeni bir yaklaşım biçimi geliştirildiğini öğrendik; buna göre cami sipariş usulü değil yarışma ile projelenecekti ve masrafını kamu hazinesi değil, sivil hayırseverler üstlenecekti; “Bölgeden cemaat talebi yok ama” tenkidi ise büyük ihtimalle bir hafta kadar önce kurulmuş olması gereken “İstanbul Cami ve Eğitim Kültür Hizmet Birimleri Yaptırma ve Yaşatma Derneği” aracılığı ile göğüslenmiş oluyordu. Camiyi dernek yapacak ama devlet de, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı aracılığı ile projeyi bir nevi himâye edecekti.
Konuyla ilgilenen biri olarak ayrıntıları öğrenmek için gazete ilanındaki web adresine yöneldim ve bir sürprizle karşılaştım: İstanbulcami.com adresli site, kiraya verilmek için boş tutulan bir apartman dairesini andırıyordu ve ekranın bir köşesinde, John Doe diye profesyonel bir fotoğrafçının portfolyosunu incelememiz tavsiye ediliyordu. Garipti, memlekette alan adı (Domain) kıtlığı mı çekiliyordu yoksa ben mi yanlış görüyordum; birkaç defa kontrol ettim, yanlışlık yoktu. Çamlıca cami yarışmasının adresi olarak gösterilen sitede in-cin top oynuyordu.
Öğleden sonra 14 sularında birileri durumu fark etmiş olmalı ki, siteye apar topar bazı bilgiler konulmaya başladı; buna göre yarışmaya katılacaklar 3 Eylül’de yani hemen hemen bir ay içinde projeyi teslim etmeliydiler. Bu sürede projeyi teslim edenleri yüksek ödüller bekliyordu: Birinciye 300, ikinciye 150, üçüncüye 75 bin ve beş mansiyona 25’er binden toplam 650 bin lira! Bu işlerin piyasasını bilmem, bilenlere sordum, “Oo, çok yüksek rakamlar bunlar” dediler. Peki, bir ay makul bir süre midir dedim, “Çok az, velev ki proje önceden hazır ola; yoksa en az dört ay gerektirir” dediler. Şartname alelacele hazırlandığı için olsa gerek, yarışmacıların nasıl bir isimle katılabilecekleri bile akla gelmemiş görünüyordu. “Adrese teslim bir müsabaka mı yani?” dedim, “Eh yani, öyle gibi” dediler…
Hasılı garip bir iş bu; şöyle bir intiba edindim: Basında dile getirilen eleştirileri haklı bulan “Kurucu irade” hemen çevresini harekete geçirerek, yapılacak hayra uygun bir kanunî çerçeve hazırlanmasını emretmiş, fakat bilinmez nedendir, bu kadar aceleye gerek olmadığı halde daha burada dile getirilmeyen pek çok konuda esas ve usul hataları yapılmış. Mesela yarışma jürisinde gösterilen bir öğretim üyesinin durumdan haberdar olunca apar topar jüriden çekilmesi bunlardan biri…
“Tîzi reftar olanın pâyine dâmen dolaşır” mısrâını gel de hatırlama bakalım; “İlle de dediğim olacak” inadı yüzünden bir sürü gereksiz adım, acelecilikten doğan hatalar, lüzumsuz telâşeler… Ne gerek var? Çamlıca’ya ilelebed ve kesinlikle cami yapılmaz diye kendini helâk eden yok ki? Usûle ve esasa dair doğruları gözden kaçırmamak kaydıyla (Yani mâbedin varlık sebebi, vücut dili, mimari anlatımı, büyüklüğü, finansmanı, bânisinin kimliği) elbette yapılır fakat gömleğin ilk düğmesini doğru iliklemek kaydıyla. Bu işte ilk düğme yanlış iliğe raptedildi, encâmını yaşayan görür.
Yapılsa ne olur, yapılmasa ne olur; usûle dair ayrıntılarda hata yapmamakla sorumluyuz biz. Usûl derken imar mevzuatından değil ahlâktan bahsediyorum.
Bu arada kahve döğenin hınk deyicisi makamında projedeki usûl eksikliklerini savunan bazı yazar arkadaşlara, şu mübarek günde acımadan edemiyorum; insanlar rızk endişesiyle nelere katlanıyorlar yahu? Yazık!