Oya Eczacıbaşı anlattı/ İstanbul Modern’in ilginç hikayesi

Her şey AB'nin Türkiye'ye müzakere tarihi vereceği 17 Aralık tarihi ile başlıyor" Aslında İstanbul'un modern bir müzeye kavuşma yolculuğu daha öncelere, Eczacıbaşı ailesinin İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'nı kurduğu 80'lere dayanıyor.

Oya Eczacıbaşı, modern sanat müzesi kurmak için yaptığı girişimler, hükümetler tarafından “Ne modern sanatı, biz ne problemlerle uğraşıyoruz” denerek geri çevriliyor. 2003 yılına gelindiğinde 8. Bienal’in gerçekleştirildiği Denizcilik İşletmeleri’ne ait olan 4 no’lu Antrepo’nun aslında sanat merkezi için uygun bir mekan olduğu farkediliyor. Özelleştirme kapsamında olan antrepo, geçici bir süre için kiralanıyor. İstanbul Modern, inşaat aşamasındayken Başbakan Erdoğan tarafından ziyaret ediliyor. Tayyip Erdoğan destek vereceğini söylüyor ama bir de şart koyuyor: “Açılışı 17 Aralık tarihli Avrupa Birliği zirvesine yetişecek.” Oysa müzenin hedeflenen açılış tarihi 2005 Nisan ayı. Bundan sonrasını Oya Eczacıbaşı’ndan dinleyelim: “Eğer AB için bir pirinç tanesi kadar katkısı olabilecekse, açarız tabii dedik ve üç vardiya çalışarak müzeyi yetiştirdik.” İşin en ilginç tarafı ise; müzenin açılışında Avrupalı liderlerin gönderdikleri mesajlardan Başbakan Erdoğan’ın konuşmasına kadar hep aynı noktanın vurgulanıyor olması: “İstanbul Modern, Türkiye’nin kültürel, sanatsal birikimini evrensele açması ve İstanbul’un Avrupalılığını göstermesi açısından çok önemli bir proje.”

İstanbul, yıllarca Türkiye’nin göz bebeği, şımartılan çocuğu, Avrupa ülkelerindeki kardeşleriyle her fırsatta yarıştırılan bir şehir oldu. Öte yandan, güzelliği ‘yedi cihan’da nam salmış bu büyük şehir, Avrupa’daki benzerlerinde görüp de, yıllardır sahip olamadığı bir eksiklikten sıkıntılıydı.

İstanbul’un; ülkesinin sanatçılarının çağdaş eserlerini kucaklayacağı, gururla sergileyeceği bir modern sanat müzesi yoktu.

İstanbul, işte haftalardır gündemden düşmeyen, yıllardır özlemini çektiği modern sanat müzesine, şehre ve ülkeye sanatını bırakan sayısız sanatçının emeğini, herkese gururla sunacağı mekanına kavuştu.

Peki, turizme ciddi anlamda bel bağlanan ülkemizde, dünyanın her yerinden insanlar sırf müze ve sanat eserlerini görmek için Avrupa’daki Louvre’ların, Tate Modern’lerin kapılarında kuyruklar oluştururken, bir modern sanat müzesi açmak için neden bu kadar beklendi?

Sanatın bir ülke için süsten öte bir şey olduğu, hatta kimi zaman uluslararası politik ilişkilerde belirleyici bir etken olabileceği son günlerde herkesin hemfikir olduğu bir konu haline geldi.

İstanbul Modern’in açılışının da, Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye müzakere için tarih vereceği zirveden birkaç gün önce gerçekleşmesi, konuyu ilginç kılan noktalardan biri

Yıllarca sanatçıların, ressamların, akademisyenlerin Türkiye’de modern sanata neden gerekli ilginin gösterilmediğini ve bu ülkede bir tane bile modern sanat müzesi bulunmuyor olmasının sebebini sorguladıkları ülkemizde, işin sırrı yoksa Avrupa Birliği’nde miydi sorusu zihinlerde yer etmeye başladı.

İstanbul Modern’in kökleri 17 yıl geriye gidiyor…

Eczacıbaşı Holding öncülüğünde, arkasına aldığı güçlü sponsorlarla, Denizcilik İşletmeleri’ne ait olan 4 no’lu Antrepo’nun yenilenmesiyle oluşturulan İstanbul Modern’in Yönetim Kurulu Başkanı, bu işe hevesle sarılmış olan Oya Eczacıbaşı’yı mekanında, evi gibi benimsediği İstanbul Modern’de ziyaret ediyoruz.

Oya Eczacıbaşı, açılışından itibaren ciddi bir ilgi toplayan İstanbul Modern’in her ne kadar arkasındaki özel sponsorlar ve devlet desteğiyle, bir ekip işi olduğunu vurgulasa da İstanbul Modern’in kökleri 1987 yılına kadar gidiyor.

“Ne modern sanatı, biz ne problemlerle uğraşıyoruz”

80’lerden beri Türkiye’de özellikle kültür sanat festivallerinin öncülüğünü üstlenen Eczacıbaşı ailesinin kurmuş olduğu İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı, 1987 yılında düzenlediği Birinci Bienal’de, aslında bir modern sanat müzesi kurmak için arayışlara başlıyorÉ İlk olarak Feshane binası modern sanat müzesi için uygun bulunsa da, sonrasındaki hikaye tanıdık: Bürokratik engeller, yerel yönetimle uyuşmazlıklar, daha sonra bulunan yerlerin de modern sanat yapıtları için uygun olmaması…

Oya Eczacıbaşı’nın modern sanata yıllardır duyduğu inanca karşılık, bundan önceki süreçlerde hükümetlerden aldığı tepki; ‘Oya Hanım, ne modern sanatı, biz ne problemlerle uğraşıyoruz!’ şeklinde oluyor.

İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği 8. Bienal’in mekanı olan 4 no’lu Antrepo, Eczacıbaşı ailesi tarafından müze için en uygun yer olarak fark ediliyor. Özelleştirme kapsamında olan antrepo, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ın olumlu yanıtı sonucu, geçici bir süre için kiralanıyor. Kalıcı mekan için ise, Başbakan’ın projeye ikna olması gerekiyor…

Başbakan’dan destek için 17 Aralık şartı

Oya Eczacıbaşı, İstanbul Modern’in inşaat aşamasındayken Başbakan Erdoğan tarafından ziyaret edildiğini anlatıyor: “Başbakan çok destek oldu. Burası inşaat altındayken geldi, ona bir prezantasyon yaptık. Bir modern sanat müzesinin eksikliği kendisinin de hissettiğini söyledi. Kendisi modern sanatla ne kadar ilgili onu bilmiyorum ama müthiş bir ilgiyle kucakladı projemizi.”

Başbakan, geç de olsa hükümetin bu konuya bir el atması gerektiğine inanmış olacak ki, hevesle destekliyor projeyi ve müze için ayrı bir yol yapılması talebini de hemen kabul ediyor.

Ancak bir şartla: İstanbul Modern’in açılışı 17 Aralık tarihli Avrupa Birliği zirvesine yetişecek.

İstanbul’un Avrupalılığı

Müzenin ilk başta hedeflenen açılış tarihi 2005 Nisan ayı. Ancak Başbakan’ın İstanbul Modern’e tahmin edilenin üzerinde bir ilgiyle yaklaşması ve konuyu AB’ye bağlaması, işleri hızlandırıyor. “Öyle bir şey sundu ki bize, eğer AB için bir pirinç tanesi kadar katkısı olabilecekse, açarız tabii dedik ve üç vardiya çalışarak müzeyi yetiştirdik” diyor, Eczacıbaşı.

Böylece, İstanbul’un ilk modern sanat müzesi, 17 Aralık zirvesinin gündeme oturduğu hafta, toplantıdan 4 gün önce açılıyor. İstanbul Modern’in açılışında, Avrupalı liderlerin gönderdikleri mesajlardan, Başbakan Erdoğan’ın konuşmasına kadar, hep aynı nokta vurgulanıyordu: “İstanbul Modern, Türkiye’nin kültürel, sanatsal birikimini evrensele açması ve İstanbul’un Avrupalılığını göstermesi açısından çok önemli bir proje.”

Tam da herkesin soluklarını tutmuş, AB liderlerinin her sözüne altın kıymeti verildiği günlerde, Fransa’dan, Almanya’dan ve İngiltere’den İstanbul Modern’e gelen övgü dolu mesajlar, birçok kişiye, bu iş için geç kalınmış olduğu duygusunu uyandırdı. Başbakan Erdoğan bile itiraf ediyordu: “Biz kültür ve sanata yeterince eğilmedik.”

“Müzecilik konusunda çok geriyiz”

Müzecilik konusunda eğitim almış ve Boğaziçi Üniversitesi’nde bu alanda ders veren Oya Eczacıbaşı da bu konuda, Başbakan’ın görüşüne katılıyor. Şimdiye kadar sayısız bürokratik engelle karşılaşan Eczacıbaşı, söz konusu olan AB üyeliği olunca konunun hassasiyet kazandığının farkında.

Başka ülkelerle kıyasladığımızda, Türkiye’nin müzecilik konusunda çok geri kaldığını söyleyen Eczacıbaşı, “Çok geç kalmış bir proje ama neyse ki yapabildik!” diyor ve devam ediyor: “Avrupa’da yoku çıkartıyorlar piyasaya…Biz ise olanı çıkartamıyoruz. Ülkemizin çok zengin bir kültürü var, çok şanslıyız ama bundan faydalanamıyoruz.”

“Modern sanat bizim yarınımızdır”

İstanbul Modern için son aylarda geceli gündüzlü çalışan Eczacıbaşı, Türkiye’nin güzel sanatlar alanındaki geleceği konusunda iyimser:

“Aynı hafta içinde çok önemli bir müzayede gerçekleştirildi. Hemen ardından Raffi Portakal’ın çabalarıyla dünyaca ünlü ressamların eserleri ilk defa ülkemize geldi. Ben bu yoğunluğun devam edeceğine inanıyorum. İstanbul zaten bir kültür başkentidir.

Ama artık Türkiye’nin tarihi eserleri dışında da sanat birikimine sahip olduğunu göstermemiz gerekiyor. Evet eskiden Türk insanı çok zengin bir kültür birikimine sahipmiş, işte Topkapı Sarayı, İslam eserleri. Peki şimdi ne yapıyoruz? Bizim bugünümüz de var. Modern sanat bugündür, yarındır.”

İstanbul’un modern sanat kentine dönüşmemesi için sebep yok

Türkiye’nin AB’den çıkacak karara kilitlendiği günlerde, bir ilk de Raffi Portakal’dan geldi.

Mesleğini aile geleneği olarak sürdüren ve müzayedecilik alanında Türkiye’nin önde gelenlerinden olan Raffi Portakal, iki senelik bir çalışmanın sonucu olarak, 19. ve 20. yy.ın ünlü ressamlarının eserlerini ilk defa İstanbul’a getirtti.

Picasso, Renoir, Dali ve Monet gibi ressamların da aralarında olduğu 19. yüzyılın büyük ustalarının şehri ilk ziyaret tarihinin, 17 Aralık haftasına denk gelmesi pek çok insan tarafından AB’ye olumlu bir sinyal olarak algılandı.

Rafi Portakal, İstanbul’un da bir modern sanat kentine dönüşmemesi için hiçbir sebep göremediğini belirterek, şunları söylüyor: “Sanat ve kültüre yatkın olan insanlar, bir serginin, bir müzenin açılışını bekleyip, vakitlerini ona denk getirirler. İnşallah İstanbul kenti de, Türkiye’nin başka kentlerinde de böyle olur. Yani bizim müzelerimizde, sergi salonlarımızda açılacak önemli sergiler, dünyada ayrı turist getirir ülkeye.

Hollanda’da bir Van Gogh sergisi yapıldı, günlerce uzun kuyruklar vardı. İnsanlar bakanlıklardan özel izinler alıp içeri girmek istediler. Bunlar yalnız Hollandalılar değildi, Hollandalılar da tekrar anavatan topraklarına kavuşan Van Gogh’ları görmek için gelip gezdiler ama dünyanın bir çok yerinden, Japonya’dan tutun Amerika’dan, Amerika’dan tutun Türkiye’den bir sürü insan gitti oraya.”

Raffi Portakal, her ne kadar İstanbul’daki sanat yoğunluğundan ve karşılaştığı ilgiden umutlu olsa da, resmin daha çok teşvik edilebilmesinin şartlarından birinin para olduğunu söylüyor:

“Futbol, çok para getirmediği için, eskiden bazı aileler hiç istemezdi çocuklarının futbolla uğraşmasını. Şimdi ise tam tersi, çok isteniyor. İşte resim de bir gün para getirecek olursa, belki teşvik edilir.”

Etiketler

Bir yanıt yazın