İstemiyorlar işte. İnsanlar evlerini terk etmek istemiyor. Ama halk bir şeyi istemediğinde devletimizin eli ayağına dolaşıyor, şirketlere karşı çok mahcup oluyor.
Türkiye’de halka, hemen şekerli bir şeyler yemezse bayılacak bir prenses ile çikolatalı pasta arasındaki pürüz muamelesi yapılıyor.
Size İstanbul’dan bir Türkiye hikayesi anlatıp, konuyu Hasankeyf’in kadim sakinlerini bekleyen “örgüt üyeliği” suçlamalarına bağlayacağım.
İstanbul’un binlerce yıllık yerleşim bölgelerinde sosyal açılımları hiçbir şekilde irdelenmemiş kentsel dönüşüm projeleri çerçevesinde hükümetin gerçekleştirdiği yıkımdan haberdarsınız muhtemelen.
Bu projelerin varlığından son dakikada haberdar edilen insanların evlerinden edilecekleri gerçeğine verdikleri tepkiler medyada zaman zaman yer alıyor.
Kerameti ve gerekliliği kendinden menkul kentsel dönüşüm projelerinin bir kardeşi de bilirkişilerden aldığı olumsuz raporlara rağmen hükümetin pek bir övündüğü Üçüncü Köprü Projesi.
Bu proje de aynen kentsel dönüşüm projeleri gibi insanların yaşam alanlarına herhangi bir mutabakat aramaksızın göz dikmiş durumda.
Üçüncü Köprü Projesi’nden etkilenecek olan Sarıyer Derbent Mahallesi sakinleri bu duruma olan tepkilerini kurdukları bir dernek bünyesinde dile getiriyor ve seslerini duyurmaya çalışıyorlar.
Geçen gün bu dernek ile ilişkili kimi insanların evlerine polis baskınları düzenlenmiş ve 30’a yakın kişi gözaltına alınıp Terörle Mücadele Şubesi’ne götürülmüş.
Habere göre kendilerine yöneltilen suçlamalar arasında “örgüt üyesi ve örgüt yöneticisi olmak” da var.
Özetle dernek olup devlet projelerine karşı gelirseniz Terörle Mücadele’ye götürülüp “örgüt üyeliği” ile suçlanıyorsunuz.
Biraz sağduyusu olan herkesin buradaki yanlışlığı görmesini beklersiniz. Fakat Twitter’da takip ettiğim akademisyenlerden Serkan Köybaşı bu olayın hükümet yanlısı medyada nasıl resmedildiğine dikkat çekmiş.
Bakalım Zaman Gazetesi’nin haberi sizin perspektifinizi de değiştirmeye yetecek mi?
Zaman Gazetesi “her şey kontrol altında, güvenlik güçlerimiz rutin eşkıya, terörist avında” diyor.
“Suçlu değillerse ortaya çıkar” konformizmine sığınanlara da -tekil bir örnek olmasa da, sırf güncel olduğu için- 375 gün boyunca boş yere hapiste tutulan Ahmet Şık ve Nedim Şener’i hatırlatmak isterim. Türkiye’de devlet size “örgüt üyesi” dediyse vay halinize; maşası adaletten medet ummayın.
Derdi evini, yaşam alanını terk etmemek olan Derbent sakinlerinin örgüt üyeliği macerasında son durum bu. Gözaltına alınanlar yarın serbest kalsalar dahi hükümetin tutumunun vahametinden pek bir şey eksilmiyor.
Diğer taraftan Doğa Derneği benzer bir yıkım ile karşılaşmasına ramak kalmış olan Hasankeyfliler üzerine bir araştırma gerçekleştirip çok değerli bir rapor hazırlamış:
Araştırma sonuçlarına göre Hasankeyf sakinlerinin yüzde 67,8’i köylerini terk etmek istemiyormuş.
Bu insanlar asgari ücretin altında gelirle geçiniyor. Yarısından fazlası Devlet Su İşleri’nin (DSİ) evlerine ödeyeceği bedelin, kendiler için inşa edilen evlerin bedelinden daha az olduğunu dile getiriyor. Hoş ödeyebilecek güçleri olsa bile yüzde 69,2’si apartman dairesinde “yaşayamayacağını” belirtmiş.
İstemiyorlar işte. İnsanlar evlerini terk etmek istemiyor. Ama halk bir şeyi istemediğinde devletimizin eli ayağına dolaşıyor, şirketlere karşı çok mahcup oluyor.
Türkiye’de halk, hemen şekerli bir şeyler yemezse bayılacak bir prenses ile çikolatalı pasta arasındaki pürüz gibi. Histerik, sabırsız bir telaş ve atiklik ile ayak altından çekiliveriyor. Yüzlerce nesildir Hasankeyf’te yaşayan insanların da kaderinde örgüt üyesi olarak medyada boy göstermek var büyük olasılık; kısmet bu yüzyılaymış.
Bu hükümet ve bu medya ile geleceği görmek pek zor değil.
Eh, sıra size de gelir elbet.