Önemli medeniyetlere ev sahipliği yapan İstanbul hakkındaki 100 efsane, 'İstanbul'un 100 Efsanesi' kitabında toplandı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür AŞ’nin ‘İstanbul’un Yüzleri’ serisi adlı kitaptan derlediği bilgiye göre, araştırmacı Ferhat Aslan tarafından hazırlanan kitaptaki efsaneler, tabiatla, İstanbul’un kuruluş, İstanbul’un tılsımlı sütunları, İstanbul’un semtleri, İstanbul’un fethi, tarihi yapıları ve İstanbul’un gönül sultanları kategorilerinde toplandı.
Marmara Denizi’nin oluşumu ve Ab-ı Hayat konusunda kitapta aktarılan efsanede, İskender’in bir gün balık tutmak için küçük bir dereye girdiği, o güne kadar görmediği güzellikteki balıkları tutarak yemek istediği ama yakalayamaması üzerine öfkelenerek suyun akışını değiştirerek, balıkları susuz bırakıp yakalamaya çalıştığı belirtiliyor. Bu çabası sırasında arkasında gelen sesle irkilen İskender’e, ‘Ey İskender! Boşuna uğraşma, o balıkları tutamayacaksın. Balık tutmak, ülkeleri fethetmeye benzemez. Her işin bir bileni var. Biliyorum canın bu balıkları çok çekti’ dediği anlatılan efsanede, o anda yaşlı adam elini dereye daldırıp üç balığı İskender’e verdiği ifade ediliyor. Aldığı balıkları kızartmaya çalışan ancak balıkların kızarmaması üzerine sinirlenen İskender’in, ormandan odunlar getirerek büyük bir ateş yaktığı, ancak balıkların yine kızarmaması üzerine umudu kesilerek balıkları dereye attığına inanılıyor.
Efsane, şu şekilde devam ediyor: İskender, ihtiyara dönerek, “Bu balıklar büyülüydü, benimle alay etmek için verdin. Bunun cezasını ödeyeceksin” deyip kılıcını çekerek ihtiyarın başını uçurdu. İhtiyarın kafası yuvarlanarak bir tepenin üzerine ulaştı. İhtiyarın boynundan fışkıran kanlar suya dönüştü. Öyle bir hızlı akmaya başladı ki İskender neye uğradığını şaşırdı. Sular fışkırdığında İskender atına atlayıp geri çekilmeye ve sulardan kaçmaya başladı. Geri gide gide kendini bugünkü Yalova kıyılarında buldu ve arada kalan yerler denize dönüştü.
Ayasofya’nın yapımı için gönderilen hazineler
Ayasofya’nın kubbesinin yerleştirilmesi sırasında paranın tükenmesi üzerine İmparator Lustinianos’un yanına gelen genç adam imparatora istediği kadar katır vermesini söyler. Bu katırları altın yükleyip kendisine göndereceğini söylemesi üzerine imparator buna aldırış etmez. Ertesi gün tekrar gelen genç, imparatora neden katırları vermediğini sorar. Bunun üzerine Lustinianos, ‘Bu işin içinde bir iş var, şu delikanlının istediği katırları verelim, bakalım ne olacak’ der. Katırları alan genç, şehir dışına çıkarak oradaki gizli bir sarayın hazinesinden aldığı altınları katırlara yükleyerek imparatora getirir. İmparatorun bu olayı yakınlarına anlatması üzerine tılsım bozulur ve bir melek olan delikanlıyı ve altınları gören olmaz.’
Perilerin şehri: İstanbul
İnsanoğlunun henüz yaratılmadığı günlerde yeryüzünde bugünkü insanlar gibi toplumsal bir yaşayış tarzına sahip cinlerin yaşadığına inanılan efsanede, cinlerden birinin oğlunun başka bir cinin kızına aşık olduğu ve kızın babasının bu birliktelik karşılığında kendilerine dünyanın en güzel yerinde güzel bir saray yaptırılması’ şartını koyduğu anlatılıyor. Oğlanın babasının bu şarta rıza göstererek tüm dünyayı dolaştığı, sonra da dünyanın en güzel yerinin İstanbul’un bulunduğu bölge olduğuna karar vererek, buraya çok güzel bir saray yaptırdığı rivayet ediliyor.
Resmi rüyasında görür
Bizans İmparatoru Lustinianos’un, Ayasofya’yı yaptırmak için en ünlü mimarları İstanbul’a davet eder. Yaptıracağı kilise için mimarlardan taslak hazırlamalarını ister ama beğenmez. İmparator uykuya daldığı gecelerden birinde bir rüya görür. Rüyasında, kiliseyi yaptıracağı alanda nur yüzlü bir ihtiyarı gören imparator, hemen adamın yanına gider. İhtiyarın elindeki levhada kilisenin resmi çizilmiştir. İmparator, Allah’a dua eder ve kilisesini yaptırabilmek için ondan bu resmi ister. İhtiyar, “Al bu resmi kiliseni buna göre yap” der. Sevinçle resmi alan Lustinianos, “Peki, kilisenin ismi ne olsun?” diye sorar. Yaşlı adam da “Adı Ayasofya olacak” der.
Kapalıçarşı’nın altındaki tüneller
Efsanede İstanbul’un altının birbirlerine bağlı dehlizlerle kaplı olduğu, bu dehlizlere Yerebatan Sarayı’nın gizli bir bölmesinden girildiği ve Marmara Denizi’nin altından devam edilerek Kınalıada’ya kadar uzandığına inanılıyor. Dehlizlerin Kapalıçarşı’nın da altında geçtiğine inanılan efsaneye göre, çarşının gizli tutulan bir yerinden bu dehlizlere girildiği, buralarda yemek takımı üzerinde çalışan gümüş kaplama atölyelerinin bulunduğu, çalışanlara da işe başladıkları gün söz konusu dehlizlerden bahsetmemeleri için Kuran-ı Kerime el bastırıldığı söyleniyor.