PROJE RAPORU
Tıpkı Pierre Nora’nın belirttiği gibi ‘hem maddi, hem simgesel bir mekân.’
İstanbul’un önemli kıyı meydanlarından bir tanesi olan Üsküdar, geçmişten bugüne kadar şehrin ulaşım merkezi haline gelmiş ve insanların hayatında çok önemli bir yer edinmiştir. 16. yüzyıldan beri şehrin ‘ulaşım odağı’ olan Üsküdar; günümüzde de otobüs durakları, raylı hatlar, iskeleler, dolmuş ve taksi durakları sebebiyle hala bu özelliğini taşımaktadır. Bu sebeple İstanbul gibi metropol bir şehirde kentlilerin ‘kıyıya aktığı’ en önemli merkezlerden bir tanesi olmuştur. Buna rağmen ‘meydan’ olgusunun sorgulandığı bu nokta birçok insan için bir ‘geçiş noktası’ veya bir ‘bekleme alanı’ olmaktan ziyade, yoğun ve karmaşık bir deneyim barındıran yer haline gelmiş durumda. Belki de meydan olarak tanımlayabileceğimiz dolgu alanının geçmişten bugüne kadar genişletilmesi ile sadece daha geniş verimsiz ve tanımsız bir alan oluşturmak bizlere ‘kamusal alan’ kavramını sorgulatmaktadır. Bu nadide semtin kentliler için daha iyi bir hale getirilmesi için önerilen proje; ‘Sinan Üçgeni’ olarak adlandırılan sınırların içerisinde kıyı şeridindeki dolgu alanının üzerinde konumlanmaktadır. Üsküdar sahilinde yer alan proje, belki de burada daha önce görülmemiş bir enstalasyon programını ‘kültürel bir hızlandırıcı, deniz ile şehir arasındaki bağlantıları yeniden tanımlayan, kentliler arasında yeni iletişim ve etkileşimlere olanak sağlayan ve konumlandığı yeri daha verimli ve anlamlı bir hale dönüştürecek bir ‘anma mekânı’ önerisi sunmayı hedeflemektedir. Tüm bunlarla birlikte ‘Mimar Sinan’a dair düşündürmek ve geçmişten bugüne kadar kentin tarihi ile güncel durumunu göz önüne alarak belki de geleceğe bir atıfta bulunmak’ bu projenin gerçek var olma sebebidir.
Günümüzde kamusal alanların, mahallelerin ve şehirlerin hızla tahrip olduğunu göz önüne aldığımızda, sanat ve kentsel tasarım birlikteliğinin önemini kabul etmek kaçınılmazdır. Çünkü sanat; bir mesajın aktarılmasında ya da geniş kitlelere yayılmasında önemli bir araçtır; yaratıcılık gücünü elinde tutar ve toplumun ilgilendiği bir değeri, konuyu ya da olayı estetik olarak ifade edebilir. ‘Sanatın ve mimarinin çekici güç oluşturduğu katılımcı süreçlerle şekillenen projeler ‘sosyal ilişkileri’ ve ‘aidiyet duygusunu’ kuvvetlendirerek sadece fiziki mekânı değil; sosyal, ekonomik ve çevresel koşulları da iyileştirmektedir.’ Mekânın kültür-sanat ekseninde dönüştürülmesi, bozulmaya uğramış alanların hayata katılmasını sağlayabilmekte, çevre sakinlerinin yaşam koşullarını dönüştüren özgün uygulamalar ortaya çıkabilmektedir. Bahsi geçen bu durumlar göz önüne alındığında; ‘yere’ fiziksel, sosyo-kültürel ve kavramsal düzeyde yeni anlamlar katması ile birlikte dinamik bir toplum kültürü ve ‘kolektif belleğin’ oluşmasını sağlayacak ‘sanat ile mimarlık’ kavramlarını sorgulatan bir proje önerisi sunulmaktadır.
Farklı hassasiyetler taşıyan ve kolektif süreçlerle şekillenen projenin ana fikri; kentlinin bölgedeki doğal, kültürel ve mimari mirasına ‘yürüyerek’ temas etmesine olanak sağlamaktır. Öte yandan; kurgulanan senaryoda ‘kenti ve suyu’ yeniden keşfederken Mimar Sinan’a dair anlatılar sunan bir nesnede daha önce görülmemiş bir ‘deneyim’ sunmaktır. Tarihi bir merkezi olan bu kentte sanatın kullanımı, alanın yeniden canlandırılmasında bir katalizör işlevi görerek, kentsel çevrenin bozulmasıyla mücadele etmeyi amaçlamakta. Sanatın kentsel tasarım aracı olarak kullanımının artmasına rağmen hâlâ yeteri kadar yaygın olmaması bu ilişkinin güçlenmesine önayak olmaktadır.
Mekânın belleğinin oluşturulmasında sanatın kapsayıcı ve sonsuz gücü kullanılmıştır. Kente ve Mimar Sinan’a saygı duyan, bundan beslenen ve yeniden yorumlayan proje, kültürel bir değer kazanarak konumlandığı alanı daha verimli bir yer haline getirmektedir. ‘Mimari, teknoloji ve sanat’ arakesitinde şekillenen proje; kentliyi yaşadığı çevreyle ve doğayla bütünleştirmekte, yerleştiği yeri bir buluşma-bekleme noktasına çevirerek insanlar arasındaki ‘etkileşimi ve sosyal ilişkileri’ kuvvetlendirmektedir. İnsanı içine çeken bir merak duygusu uyandırarak ve yoldan gelip geçenlerin tesadüfi karşılaşmalarına olanak sağlayarak zihinlerinde bir iz bırakır; dolayısıyla bu mekân bir ‘anı mekânı’ olarak kavramsallaşmaya başlar.
Heykelimsi bu nesne, altından geçilmesini olanaklı kılan ‘geçirgenliği’ sayesinde kullanıcı ile kentin ana arterleriyle arasında bağ kurmakta, izleyiciyi ve çevreyi kendi yüzeyine alarak, kentin değişen döngüsünü, bir tür sinema perdesi gibi yansıtmaktadır. ‘Erişilebilirliği’ yüksek bir açık alan yaratma fikri ile şekillendirilmiş birçok farklı aktiviteye ev sahipliği yapabilecek, balıkçılık için ya da etkinlikler için (konser, sergi, pazar yeri, kermes alanı) değişken kullanımlara açık, insanları bir araya toplayabilecek servis ağı iyi bir ‘merkezi’ platform (boşluk) yaratılmıştır. Farklı kullanıcıların kendi programlarına göre özelleşen mimari öğeleri mekâna dâhil edebilecekleri bir senaryo arzulanmış ve ‘mekânın dönüşümüne’ olanak sağlanması amaçlanmıştır. ‘Basit geometrinin’ ışık ve gölge oyunlarıyla buluştuğu yer burası. Kentlilere, günün farklı saatlerinde farklı gölgelik alanlar oluşturarak birbirleriyle etkileşime girmeleri için bir mekân tanımlanıyor. Sadeliği vurgulamak adına tek bir materyal kullanılarak tasarlanan proje, malzemenin verdiği yansıma etkisiyle mekânın derinliğini artırmakta. Merkezdeki ‘boşluğu’ çevreleyen mütevazi bir sirkülasyon hattı ile görünen şeyleri yani kenti ve suyu ‘farklı kotlarda deneyimlemeye’ teşvik ediyor. Etrafını saran zarif korkuluklar ise denizle çevrelenme duygusunu kuvvetlendirmekte. Tüm bu basitlik sayesinde ‘insan ölçeğinden’ hiç kopmadığımız projede gösterilen şey rampanın çevrelendiği boşluğun merkezindeki ‘küre’. ‘Hiç kimseye ait olmayan ve herkese ait olan.’ Yersiz ve zamansız bir nitelik taşıyan küre havada durarak hayretler içerisinde bırakıyor bizi, tıpkı Mimar Sinan’ın eserleri gibi belki de. Sanki alışılmadık bir biçimde bilimkurgudan çıkmış başka bir boyutta gerçeklik yaşıyoruz. Yeni medya sanatı, mimari ve ileri teknolojinin birbiri ile ve bellekle olan sinerjisi etkileyici bir görsel haline gelerek bambaşka keşif dünyalarına götürüyor bizi. Çağın tüm materyal zenginliğini kullanarak zamanın ötesinde ve ‘yenilikçi’ bir proje önerisi sunmak amaçlanmıştır.
İnsanoğlunun her geçen gün birer algoritmaya indirgendiği, duygu ve düşüncelerin ileri teknoloji sayesinde gözlenebildiği bu çağda; Mimar Sinan’ı ‘Sinan Üçgeni’ olarak belirttiğimiz bir alan içerisindeki tek bir noktada anmanın mümkün olmadığını vurgulayan bu proje; teknolojinin tüm nimetlerinden faydalanarak ruhumuzu etkisi altına alan bir ‘anma mekânı’ öneriyor. Bunu yaparken ‘ışık ve verilerin’ bir iletişim aracı olarak kullanıldığı ‘kürede’; ‘hislerin, duygu ve düşüncelerin’ şiirsel bir biçimde karşımıza çıktığı ve hiç tanımadığımız insanlarla ve tabi ki dolaylı yoldan Mimar Sinan ile etkileşime geçtiğimiz bir gerçeklik yaşatıyor bize. Mimar Sinan’ın başka eserlerini ziyaret eden ve deneyimleyen farklı insanların, o mekâna karşı olan hislerinin soyutlanmış birer yansımasını görmekteyiz burada. Telefonlarındaki ‘sensörler’ aracılığıyla beynin sağ tarafın negatif, sol tarafın ise pozitif hislerle ayrıldığı bölümdeki sinyaller toplanmasıyla birer ‘veriye’ dönüşmekte. İnsan beyni ile bilinç arasındaki süreçleri ölçümleyen ‘veri sensörü’ toplanan verileri rakamlardan ve harflerden oluşan sonsuz ‘algoritmalara’ çeviriyor. ‘Yapay zekâ’ ise bu algoritmaları kullanarak bizlere ışık ve renk aracılığıyla bir görsel sunuyor. Ve nihayetinde; ‘manyetik levitasyon’ sistemiyle havada asılı durabilen ‘led medya ekranlardan’ oluşmuş kürenin yüzeyinde gösterilerek burayı deneyimlemek için gelen insanlara sunuluyor. Teknoloji-insan ve insan-insan diyaloğunun bir çıktısı aslında. Bu sayede, zaman kavramını en küçük birimine indirgeyerek Dünya’nın farklı yerlerindeki Mimar Sinan eserlerini ziyaret eden insanlarla, Üsküdar Meydanındaki insanlar arasında bir iletişim kurmuş olduk. Ve böylece sanat, mimarı ve teknoloji arakesitinde kentin daha iyi bir yer olması amaçlanarak bu proje tasarlanmıştır.
Mekânın belleğinin oluşturulmasında sanatın kapsayıcı ve sonsuz gücü kullanılmıştır. Kente ve Mimar Sinan’a saygı duyan, bundan beslenen ve yeniden yorumlayan proje, kültürel bir değer kazanarak konumlandığı alanı daha verimli bir yer haline getirmektedir. ‘Mimari, teknoloji ve sanat’ arakesitinde şekillenen proje; kentliyi yaşadığı çevreyle ve doğayla bütünleştirmekte, yerleştiği yeri bir buluşma-bekleme noktasına çevirerek insanlar arasındaki ‘etkileşimi ve sosyal ilişkileri’ kuvvetlendirmektedir. İnsanı içine çeken bir merak duygusu uyandırarak ve yoldan gelip geçenlerin tesadüfi karşılaşmalarına olanak sağlayarak zihinlerinde bir iz bırakır; dolayısıyla bu mekân bir ‘anı mekânı’ olarak kavramsallaşmaya başlar.
Heykelimsi bu nesne, altından geçilmesini olanaklı kılan ‘geçirgenliği’ sayesinde kullanıcı ile kentin ana arterleriyle arasında bağ kurmakta, izleyiciyi ve çevreyi kendi yüzeyine alarak, kentin değişen döngüsünü, bir tür sinema perdesi gibi yansıtmaktadır. ‘Erişilebilirliği’ yüksek bir açık alan yaratma fikri ile şekillendirilmiş birçok farklı aktiviteye ev sahipliği yapabilecek, balıkçılık için ya da etkinlikler için (konser, sergi, pazar yeri, kermes alanı) değişken kullanımlara açık, insanları bir araya toplayabilecek servis ağı iyi bir ‘merkezi’ platform (boşluk) yaratılmıştır. Farklı kullanıcıların kendi programlarına göre özelleşen mimari öğeleri mekâna dâhil edebilecekleri bir senaryo arzulanmış ve ‘mekânın dönüşümüne’ olanak sağlanması amaçlanmıştır. ‘Basit geometrinin’ ışık ve gölge oyunlarıyla buluştuğu yer burası. Kentlilere, günün farklı saatlerinde farklı gölgelik alanlar oluşturarak birbirleriyle etkileşime girmeleri için bir mekân tanımlanıyor. Sadeliği vurgulamak adına tek bir materyal kullanılarak tasarlanan proje, malzemenin verdiği yansıma etkisiyle mekânın derinliğini artırmakta. Merkezdeki ‘boşluğu’ çevreleyen mütevazi bir sirkülasyon hattı ile görünen şeyleri yani kenti ve suyu ‘farklı kotlarda deneyimlemeye’ teşvik ediyor. Etrafını saran zarif korkuluklar ise denizle çevrelenme duygusunu kuvvetlendirmekte. Tüm bu basitlik sayesinde ‘insan ölçeğinden’ hiç kopmadığımız projede gösterilen şey rampanın çevrelendiği boşluğun merkezindeki ‘küre’. ‘Hiç kimseye ait olmayan ve herkese ait olan.’ Yersiz ve zamansız bir nitelik taşıyan küre havada durarak hayretler içerisinde bırakıyor bizi, tıpkı Mimar Sinan’ın eserleri gibi belki de. Sanki alışılmadık bir biçimde bilimkurgudan çıkmış başka bir boyutta gerçeklik yaşıyoruz. Yeni medya sanatı, mimari ve ileri teknolojinin birbiri ile ve bellekle olan sinerjisi etkileyici bir görsel haline gelerek bambaşka keşif dünyalarına götürüyor bizi. Çağın tüm materyal zenginliğini kullanarak zamanın ötesinde ve ‘yenilikçi’ bir proje önerisi sunmak amaçlanmıştır.
İnsanoğlunun her geçen gün birer algoritmaya indirgendiği, duygu ve düşüncelerin ileri teknoloji sayesinde gözlenebildiği bu çağda; Mimar Sinan’ı ‘Sinan Üçgeni’ olarak belirttiğimiz bir alan içerisindeki tek bir noktada anmanın mümkün olmadığını vurgulayan bu proje; teknolojinin tüm nimetlerinden faydalanarak ruhumuzu etkisi altına alan bir ‘anma mekânı’ öneriyor. Bunu yaparken ‘ışık ve verilerin’ bir iletişim aracı olarak kullanıldığı ‘kürede’; ‘hislerin, duygu ve düşüncelerin’ şiirsel bir biçimde karşımıza çıktığı ve hiç tanımadığımız insanlarla ve tabi ki dolaylı yoldan Mimar Sinan ile etkileşime geçtiğimiz bir gerçeklik yaşatıyor bize. Mimar Sinan’ın başka eserlerini ziyaret eden ve deneyimleyen farklı insanların, o mekâna karşı olan hislerinin soyutlanmış birer yansımasını görmekteyiz burada. Telefonlarındaki ‘sensörler’ aracılığıyla beynin sağ tarafın negatif, sol tarafın ise pozitif hislerle ayrıldığı bölümdeki sinyaller toplanmasıyla birer ‘veriye’ dönüşmekte. İnsan beyni ile bilinç arasındaki süreçleri ölçümleyen ‘veri sensörü’ toplanan verileri rakamlardan ve harflerden oluşan sonsuz ‘algoritmalara’ çeviriyor. ‘Yapay zekâ’ ise bu algoritmaları kullanarak bizlere ışık ve renk aracılığıyla bir görsel sunuyor. Ve nihayetinde; ‘manyetik levitasyon’ sistemiyle havada asılı durabilen ‘led medya ekranlardan’ oluşmuş kürenin yüzeyinde gösterilerek burayı deneyimlemek için gelen insanlara sunuluyor. Teknoloji-insan ve insan-insan diyaloğunun bir çıktısı aslında. Bu sayede, zaman kavramını en küçük birimine indirgeyerek Dünya’nın farklı yerlerindeki Mimar Sinan eserlerini ziyaret eden insanlarla, Üsküdar Meydanındaki insanlar arasında bir iletişim kurmuş olduk. Ve böylece sanat, mimarı ve teknoloji arakesitinde kentin daha iyi bir yer olması amaçlanarak bu proje tasarlanmıştır.