Siyasetin ‘İmar’cılık Yılı: 2011

Oktay ekinci, yazısında, 2011 yılının çarpıcı imar olaylarını değerlendiriyor.

Çılgın projeler, ‘kerpiç’i suçlamalar, TOKİ darbeleri, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı

Sonuna geldiğimiz 2011’in mimarlık ve şehircilik alanındaki belirgin özelliği “siyasetin etkin müdahalesi” oldu.

Gerçi imar afları, ayrıcalıklı yapılaşma izinleri, parsel ölçeğinde rant planı değişiklikleri gibi alışılagelen örnekler başta olmak üzere, egemen siyaset öteden beri mimarlık ve şehirciliğimiz üzerinde adeta “karabasan” gibidir. Çünkü bu tutum “kente ve çevreye saygılı, kimlikli ve özenli yapılaşma” özleminden değil, “her koşulda emlak rantı”nı çoğaltma hedefinden kaynaklanıyor.

Ancak aynı tutum 2011’de öylesine doruğa tırmandı ki örneğin denetimsiz yapılaşma yerine binyılların “kerpiç”i deprem suçlusu ilan edilirken demokrasi tarihimizde seçim kazanmak için ilk kez “çılgın projeler”e oy istendi.

Bunlara TOKİ’nin ülkeyi sarmalayan “çevre ve şehircilik düşmanı” uygulamaları ile yeni kurulan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın başına aynı TOKİ’cilerin getirilmesi de eklenince, kentleşmede 2011’in adı kendiliğinden ortaya çaktı: “Siyasetin İmarcılık Yılı…”

Suçlu ‘kerpiç’ mi?

8 Mart sabahı Elazığ’ın köylerini vuran deprem 50’den fazla yurttaşımızın yaşamını yitirmesine neden olurken, Başbakan can kaybının asıl sorumlusunun “kerpiç evler” olduğunu söyledi… Erdoğan’a göre köylerde de “betonarme” uygulanmalıydı!

Başbakan’ın bu görüşü için başta kerpiç üzerine bilimsel çalışma yapan akademisyenler olmak üzere, mimar-mühendis odaları ve kerpiçte uzmanlaşmış mimarlar özetle dediler ki:

“Depremde doğru yapılmış kerpiç binalar değil, niteliksiz yığma taş ya da harcı bile olmayan derme çatma yapılar çöktü. Kerpiç tarihsel birikimleriyle usulüne uygun kullanıldığında en sağlıklı yapı tarzıdır.”

Ne var ki siyasetçilerin sözlerini manşetlere çıkaran medya, bilimin bu açıklamalarına ilgisiz kaldı. Aynı tartışma, 23 Ekim ve 9 Kasım’daki Van depremlerinde de “kerpiç öldürdü” denilerek yinelendi. Ancak kamuoyu yine denetimsiz betonarmeyi sorgulayan uzmanların değil, betoncu siyasilerin görüşleriyle oluştu…

O kadar ki Vanlı mimarların “yıkılan köylerde TOKİ’nin kişiliksiz yapıları yerine yöresel mimarinin depreme dayanıklı örnekleri uygulanmalı” sözlerini duyan bile olmadı.

Çılgın projeler

12 Haziran genel seçimlerine doğru iktidar partisi alışılmamış bir propaganda söylemiyle öncelikle İstanbul, ardından Ankara, İzmir ve diğer bazı büyük kentler için “çılgın projeler”ini gündeme getirdi.

Uzun “meraklandırma” sürecinden sonra Başbakan’ın büyük bir gösteriyle kamuoyuna açıkladığı ilk çılgın proje, Karadeniz-Marmara arasına Boğaz’a paralel bir “Kanal-İstanbul” açmaktı.

Uzmanlar böyle bir projenin hem gereksiz, hem zararlı, hem de uygulanamaz olduğunu belirtseler de kanal çılgınlığı seçime kadar medya desteğiyle gündemi işgal etti… 12 Haziran’dan bugüne kadar ise “akıbeti”ni ne bilen var; ne açıklayan, ne de soran!

Aynı süreçte yine Başbakan’ın “İstanbul’daki her iki yakada birer milyonluk yeni şehir kurma” projesi ise başta şehircilerimiz olmak üzere tüm ilgili meslek kesimlerini hayrete düşürmüştü. Çünkü böyle bir karar ne kentin planlarında, ne de kentleşme kestirimlerinde vardı.

Bu gibi önermelerin İstanbul’da yeni kentsel bunalımlara neden olacağını belirten “1995-2015 / İstanbul Nâzım Plan Raporları”nda ise dönemin Belediye Başkanı olarak Erdoğan’ın da imzası vardı…

‘Çevre ve şehircilik’!

Hükümetin seçimlerin ardından “kanun hükmünde kararname”lerle (KHK) kurduğu Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, tüm Doğal Sitler, Tabiatı Koruma Alanları ve Tabiat Varlıklarının sorumluluğunu Orman ve Kültür bakanlıklarından devraldı.

Bu görevin, özerk olarak kurumsallaşmış koruma kurulları eliyle değil, bakanlığın oluşturacağı “bağımlı komisyonlar”la yürütülmesini öngören KHK, Türkiye’nin çevre alanındaki yasal ve idari birikimlerini yok sayan ve uygulamada geriye gidişin düzenlemesi oldu.

Aynı bakanlığın kentleşme ve şehircilikle ilgili TMMOB’ye bağlı özerk meslek odalarını da kendine bağlayarak, üyelik işlemlerine kadar tüm kurumsal yetki ve düzenlemelerine el koyması ise “ileri demokrasi” denen süreçteki “demokratik gerileme”nin en çarpıcı örneklerindendi.

Son yıllarda hem çevreye hem de şehirciliğe aykırı yapılaşmalarıyla eleştiri odağı olan TOKİ’nin eski başkanının Çevre ve Şehircilik Bakanı olarak getirilmesi ise “hayret verici” bir gelişmeydi.

Nitekim Mimarlar Odası Bursa Şubesi’nin Doğanbey’de gerçekleşen ve kentin siluet, peyzaj değerleriyle altyapısına ve özgün dokusuna ağır imar darbesi indiren TOKİ bloklarını konu alan “Bursa’ya Tokat” fotoğraf yarışması bile egemen siyaseti çok rahatsız etmişti.

TOKİ yönetiminin, fotoğraf yarışmasının durdurulması için açtığı davada, mahkeme bu çağdışı istemi kabul etmeyerek şehircilikteki yanlışlığa hukuk desteği vermemiş oldu…

Ne var ki TOKİ’ye bu gibi uygunsuzlukları yapma yetkisi veren düzenlemeler yine, “Siyasi İmar”cılığın 2011’den 2012’ye devredilen yasal dayanakları arasında kaldı…

Etiketler

Bir yanıt yazın