Efsaneleşmiş Brezilyalı mimarın İspanya'da uygulanan ilk projesi, bir sahil endüstri şehrinde yer alan bir grup soyut sanat eserinden oluşuyor adeta.
Modern mimarinin bilim kurgu ile karşılaştırılması uzun zamandır yapılıyor. Bu karşılaştırma sadece şekilsel ve malzeme bağlamında olmuyor, aynı zamanda ideal demokrasinin ve ızgara şeklinde şehir planlamasının bir araya geldiği bir nevi sosyal bir uzay alanı gibi de algılanabiliyor. Adeta insanlar tarafından icat edilmiş son derece coşkulu ütopik futurizm algısı da var. Ancak genelde modernizm bir nevi kaplama ve nostalji olarak algılanıyor ve de atom çağı dönemine ait iyimserlik bu globalizm döneminde yerini karamsarlığa bırakmış gibi görünüyor.
Ne olursa olsun gelecek kendini hissettiriyor. Bir Ortaçağ yerleşim yeri olan ve İspanya’nın kuzeyindeki Asturias Bölgesi’nde yer alan Aviles şehrinde inşa edilmiş olan Centro Niemeyer Projesi adeta sürrealist bir gemi gibi duruyor. Bu muhteşem anıtsal yapıt 21. yüzyılda kültürel ekonomilerinin zaman içinde değişimine son derece çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. Bu projenin sürreal olmasının nedeni hem yeni olması hem de büyük ve ustalıklı bir çalışma olması. Başka bir nedeni de içinde yer alan labirent gibi taş yollardan oluşan şehir ile de tamamen zıtlık içinde olması. Burası aynı zamanda Jetgiller çizgi filmi veya 2001: A Space Odyssey bilim kurgu filminde yer alan hayali gelecekteki pop kültürün ürünü olan antik geleceği de anımsatıyor. Centro Niemeyer Projesi hem klasik 20. yüzyıl Uluslararası Stil’in özelliklerini benimsiyor, hem de çok kültürlülük ve sürdürülebilirlik kavramlarını çağdaş bir şekilde içselleştiriyor.
Şaşırtıcı olan Brezilyalı mimarın İspanya’da ilk projesini ancak 100 yaşında yapabilmesiydi. Günümüzde 103 yaşında olan Oscar Niemeyer kahramansallaştırdığı Modernizm imzasını Sao Paulo ve tabii ki Brezilya’da yer alan projelerinde olduğu gibi, bu projede de bir grup yapı ile ifade ediyor. Projenin merkezinde üç katlı ve 15 metrelik betonarme bir kubbe kamuya açık anıtsal bir meydana bağlanıyor. Müze, anfi-tiyatro, restoran ve karşılama binalarından oluşan Centro Niemeyer minimalist ciddi soyutlamaların üç boyutlu doğal cazibe merkezinden, etkileyici kanyon biçimindeki tasarımlardan ve adeta havada süzülen uçurumlardan oluşan bir tarla gibi. Proje tamamlandığında daha belirginleşen başka bir özelliği de hiçbir işaret tabelasının veya reklamın olmadığı bu ortamda yürümek, insanda ayda yürüme arzusu uyandırıyor olması. Düşünün ki bu etkileyici ilhamını doğadan alan mimar dökme betona müthiş bir tutku duyuyor, bunu bu eserlerine yansıtıyor ve siz de oradasınız.
Müze binasının dış cephesi PVC malzemesinden oluşan şişirilebilir bir kalıba beton püskürtülmesi yöntemiyle sadece bir günde inşa edildi. İç mekanda sanki hiç el değmemiş hissi veren geniş alanlar adeta havada yükseliyorlar. Mekanın ortasında bulunan 4 ton ağırlığında bir şamdan sanki balık solungaçlarının tanımsız çizgileri gibi gölgelerini mekana yansıtıyor. Mekan belli fonksiyonlara hizmet vermeye başlayana kadar inanılmaz derecede sade görünmeye devam edecek. Ara kata son derece çarpıcı bir döner merdiven ile ulaşılabilmesi, sanki bu mekanda yapılacak aydınlatma ve ses sistemlerinin çok etkileyici olabileceği düşüncesini doğuruyor.
En karmaşık ve en eğrisel biçimlere sahip olan 1.000 kişilik anfi-tiyatro ise proje kompleksinin meydana direkt açılan bir bölgesinde yer alıyor. Kullanıma açıldığında sahnede olup bitenleri seyirciler hem anfi-tiyatronun içinden, hem de dışından rahatlıkla görebilecekler. Oldukça geniş bir rampa giriş kısmında yavaş yavaş yukarı doğru nerdeyse 90 derecelik bir açıyı dönerek çıkıyor. Oscar Niemeyer’in tamamen rasyonel ve fonksiyonel olmak yerine çoşkulu ve hassas modernizm eseri olan bu yapının cephesindeki sarı renk adeta dalgaların kıyıya vurması gibi boyanmış. Projenin mekanik akustik tasarımı da oldukça başarılı gözüküyor.
Bu projeye ek olarak Foster + Partners Firması da çevresindeki bölgeleri kökünden değiştirecek bir master plan üzerinde çalışıyor. Şu anda son derece kirli olan ve endüstriyel çelik üretim tesislerine sahip liman ve çevresindeki bölgenin 2020 yılına kadar, doğa sporları ile güneş ve rüzgar enerji araştırmaların merkezi olan bir Teknoloji Adası’na dönüşmesi hedefleniyor. Bu çevrede yer alan ve kömür ile çalışan fabrikaların oluşturduğu kirli hava yavaş yavaş yok olurken; yerini minimalist ve kamuya açık mimari elemanlardan oluşan bir peyzaj planlamasına bırakmaya başlayacak. Bu master plan ırmağın ağzının tamamen temizlenerek bu alanın ana karadan uzaklaştırılması ve dolayısıyla buraya deniz yoluyla ulaşılabilmesi gibi tasarım unsurlarını da içeriyor. Gökyüzünden bakıldığı zaman bu yeni ada ve onu saran marina bir balığın sembolik iskeletini tanımlıyor.
Centro Niemeyer’de yer alacak programlar oldukça etkileyici olacaklar gibi görünüyor. Çünkü bu projenin arkasında C8 var (C derken kastedilen tabii ki Cultura yani Kültür). Bu kültür merkezinde gerçekleşecek dünya çapında olması beklenen sergiler ve performanslar ve diğer Centro programları uluslararası sanat camiasından temsilciler tarafında organize edilecek. Bu organizasyonu yapacaklar arasında New York’ta yer alan Lincoln Center, Londra’da yer alan Barbican, Sydney Operası, Milan şehrinde yer alan La Scala, Tokyo Forum, Paris’te yer alan Alexandria Kütüphanesi ve Hong Kong Kültür Merkezi’nden temsilciler de yer alıyor.
Bilboa’nın ekonomik olarak tekrar hayata dönmesinden ilham alan Centro Niemeyer, dünya çapında bir heyecan ve ilgi görmeye odaklanıyor. Woody Allen, Kevin Spacey, Paulo Coelho, Stephen Hawking, Fatima Mernissi, Vinton Cerf, Joan Manuel Serrat ve Wole Soyinka gibi dünyaca tanınmış sanatçılar, bilim adamları ve entelektüellerden oluşan son derece yaratıcı bir yönetim kuruluna sahip bu kültür merkezi belki de bu amacını gerçekleştirmeye başladı bile.
İspanyol sanatçı ve film yapımcısı Carlos Saura küratörlüğünde hazırlanan ve altı ay sürecek La Luz adı verilen sergi ile müze 25 Mart 2011 tarihinde açıldı. Serginin açılışı dolayısıyla yapılan basın açıklamasında Carlos Saura şunları söyledi: “Işık hayat için birincil derecede öneme sahiptir: Doğmak doğum yapmaktır. Bu sergi yansımanın mekanı olarak oluşturuldu… Sadece ışığın değil de karanlığın ve ışığın eksikliğinin hissedildiği bir tecrübe olacak bu. Böylece uzun süren endişeyi ve görme ile diğer duyuların değerini anlayabilmek mümkün olacak.”
Ekonomik olarak geri kalmış ve endüstri-sonrası (post-endüstriyel) bu şehre ünlülerin sponsor ettiği kültürün ne kadar etkili olacağını zaman gösterecek. Frank Gehry tarafından tasarlanmış ünlü Guggenheim Bilbao Müzesi inşa edildiği sırada Bilbao Limanı’nın müdürü olan kişi tarafından yürütülen bu projenin getirdiği iyimserliği şehrin kaldırımlarında bile gözlemlemek mümkün. Restoranlar Oscar Niemeyer’in binaları şeklinde tatlılar sunuyorlar, çocuklar için hazırlanmış tarih kitaplarının kapaklarında ağırlıklı olarak Oscar Niemeyer’in tasarımlarını andıran figürleri gözlemlemek mümkün.
Projenin yaklaşık 40,000,000 Euro olan maliyeti sadece Aviles İdari Yönetimi ve İspanya devleti tarafından finanse edildi. Global turizm sayesinde sadece açıldığı ilk yıl içinde yapılan masrafları karşılamayı hedefleyen Centro Niemeyer, maddi destek için bundan sonra daha çok özel sektöre yönlenmeyi planlıyor. Her ne kadar uzun vadede yerel olarak ilginin ne kadar olacağı belirsizliğini korusa da, Ağustos 2010’da yapılan bir açık hava etkinliklerine bile 12,000’den fazla ziyaretçi gelmişti.
Acaba bu karmaşık tasarımlar hayatı boyunca Marksist kalmış, sosyal ve hümanist dünya görüşlerinden asla taviz vermemiş ve mimarlığın yetersizliği konusunu sürekli gündeme getirmiş olan birisinin her şeyi kendi istediği gibi yapması sayesinde mi ortaya çıkıyorlar? Oscar Niemeyer her şeyden önce hayata bağlı kalmayı hedefliyor. Yani iyi vakit geçirmek, arkadaşlar, aile ve doğanın rezonansı. Oldukça cömertçe ve belli ki asla taviz vermediği iradesiyle, uluslararası Modernizm stilini takıntılı bir şekilde değil de, tarihi ve doğayı benimseyerek ve kendini bu işe adayarak uygulamayı başarıyor.
2000 yılında yazmış olduğu ve anılarını yazdığı kitabı Zamanın Eğriliği’nde (The Curves of Time) Oscar Niemeyer son derece cüretkar eğriler ve organik şekilleri kullanabilmek için rasyonel mimarinin 90 derecelik açılarını bilinçli olarak reddettiğini yazmıştı. Tıpkı Eero Saarinen, Jorn Utzon, Frank Lloyd Wright ve günümüzde belki Santiago Calatrava gibi, Oscar Niemeyer de dökme ve donatılı betonu mimaride en önemli faktörlerden birisi olarak görüyor. Bu bağlamda tasarladığı tüm eserlerde fonksiyonalizmin “yaşamak için makinalar” anlayışı ve monoton prefabrik cam kutular yerini heykelimsi, özgür formlara sahip ve yerinde dökülmüş yapılardan oluşan plastik bir özgürlüğe bırakıyor.
Geleneksel olarak Oscar Niemeyer modern mimarinin yaşayan en son temsilcilerinden birisi olarak kabul edilse de, aslında kendisi aynı zamanda çağdaş bir mimar. Altmış hatta yetmiş yıl önce tasarlamış olduğu projeler tarih sahnesinde tartışılmaz bir konuma oturdu. İspanya’da tasarlamış olduğu bu yeni binalar içerik olarak Corbusier’in uluslararası üslubunun ideallerinden radikal bir şekilde farklı. Kesinlikle CIAM kökenli katı şekilcilikten uzak duran Oscar Niemeyer’in tasarladığı Centro Niemeyer’in bu eski endüstri bölgesini kültürel bir çekim merkezi haline getireceği ümit ediliyor.