"Sosyal Konut Tasarlanabilir mi?" konulu panelin konuşmacılarından görüşlerini aldık.
Arkitera Mimarlık Merkezi tarafından 30-31 Mart tarihlerinde gerçekleşecek olan ARKIPARC’11 kapsamında düzenlenecek olan etkinliklerden “Sosyal Konut Tasarlanabilir mi?” konulu panelin konuşmacılarından Cem İlhan, Rahmi Uysalkan, Özgür Bingöl ve moderatör Celal Abdi Güzer’in sosyal konut hakkındaki görüşlerini aldık.
Celal Abdi Güzer: “Sosyal konut” kavramı yapay bir kavramdır. Sanırım “ucuz”, “düşük maliyetli” ya da “diğerlerinin konutları” gibi kavramların açıkca kullanılmak istenmemesinden kaynaklanan bir isimlendirme. Oysa “sosyal konut” kavramını temsil eden çevrelere bakıldığında, özellikle Türkiye ortamında, bunların düşük bütçelerle, hızla, çevresel ve mimari değerleri öne almaksızın gerçekleştirilmiş yoğun yerleşim alanları olduğunu gözlüyoruz. Şüphesiz bu anlamda kısıtlı alımgücü olan gelir guruplarını hedef alan yatırımlardan bahsediyoruz. Öte yandan “bu gurupların alımgücü kısıtları bu konutların çevresel niteliklerinin meşrulaşması için bir haklı bir zemin oluşturmakta mıdır?” sorusunun yanıtı açık kalmaktadır. Bir başka deyişle “benzer bütçe olanakları ile ya da işlevselleştirilecek başka mekanizmalarla fiziksel çevre kaliteleri daha yüksek, dolayısı ile barındırdıkları yaşam kaliteleri arttırılmış çevreler elde etmek olası mıdır?” sorusu üzerinde düşünmek gerekir. Konut başında sosyal tamlaması olsun ya da olmasın insanların yaşama bağlandıkları, yaşamla ilişkilerini kurdukları ana fiziksel mekandır. Konut çevresi sadece bir barınma mekanı olarak algılanmamalı, insanların yaşam alışkanlıklarını, kültürel birikimlerini, sosyal ilişkilerini ve sonucunda da yaşam kalitelerini belirleyen birincil fiziksel girdi olarak algılanmalıdır. Bu anlamda bahsi geçen “bir yaşam çevresi” ve yapay olmayan anlamı ile bu çevrenin sürdürülebilirliğidir.
Cem İlhan: Sosyal konut, piyasa kanallarının mantığı üzerinden gitmeden üretilen konut denebilir en kestirme ifadeyle. Yani kar amaçlamaktan çok, özel girişimin üretimine alternatif bir konut anlayışından bahsedilebilir. Gelir grubu ya da hedef kitlenin tarif ettiği bir alan bu doğal olarak. Sabit gelirli orta ve orta-alt gelir grubuna odaklanan, ekonomik çözümler öneren, yoğun yerleşimler olarak tarif edilebilir. Daha da önemlisi sosyal konut olgusu özel sektörün risk alıp önermediği yerleşim formatlarını, üretim teknolojilerini de içerir. Çünkü kar beklentisi içinde olmamak ve devletin olanaklarını kullanıyor olmak bu gibi avantajları ve sorumlulukları da beraberinde getirir. Türkiye’de yapılmayan da budur.
Rahmi Uysalkan: Bana göre sosyal konut tanımı, dinamik bir tanımdır ve bu tanım sosyolojik, ekonomik, ekolojik, politik parametreler değiştikçe değişim gösterir. Sosyal konut alanları, herşeyden önce kenti oluşturan en büyük lekelerdir. Sosyal konut tanımını sözlük tanımına indirgemeye çalışmak bu anlamda çok doğru olmaz. Sosyal konut, ülkemizde adı da üzerinde, toplumun (‘sosyal’ sıfatını yapıştırıp, böylece kolaylıkla kestirip attığımız) bir kesiminin ihtiyacı olarak görünüyor aslında. Bu kesim ülkemizde, planlamacılar tarafından halkın çoğunluğunu oluşturan, dar gelirli, rutin günlük yaşamı ve hayata dair mütevazi beklentileri olup, geleneksel bir aile yaşantısı sürdüren bir grup olarak ele alınmaktadır. Sosyal konut kavramı bu indirgemelerden nasibini alıp akademik bir çalışma konusu olmaktan ziyade pratik bir basıp geçme (ucuz – hızlı – basit) refleksine sebep oluyor. Sosyal konut kavramı, kentsel planlamadan plan tipolojisi üretimine kadar bütünsel bir süreç ve hizmet edeceği sosyal gruba ne katkı sağlayacağına dair stratejilere uygun olarak ele alınmalıdır. Hangi kavramları içermeli? Saymakla bitmez aslında ama en azından aklıma gelen en önemli kelimeler şunlar: huzur, sağlıklı mahaller, doğru komşuluk, çevreye duyarlılık, kentsel altyapıya akıllı entegrasyon, mutlu çocuklar ve ebeveynleri…
Özgür Bingöl: Sosyal konut, devletin, yerel yönetimlerin yani kamunun veya sivil-sosyal kuruluşların özellikle dar gelir grubuna yönelik ürettiği konutları tanımlar. İçerdiği ilkeleri en genel anlamda, kamu teşebbüsü olması, kâr amacı güdülmemesi, ticari bir nesne olarak konutun değerlendirilmemesi, yapım hızı ve maliyetler açısından etkin bir planlama, toplu konut planlamasının temel unsurları olan sistem, yerleşme, örüntü tasarımı konularında kapsamlı bir zihinsel ve zamansal mesai talep etmesi olarak sıralanabilir.
Celal Abdi Güzer: Bir önceki soruda da altını çizmeye çalıştığım gibi konut edinecek gelir gurubunun ekonomik yapısı, kültürel ve sosyal alışanlıkları şüphesiz konut nitelikleri üzerinde etkileyicidir. Ancak gene önceden vurguladığım gibi bu durum “niteliksiz konut çevreleri” için meşrulaştırıcı bir zemin gibi algılanmamalıdır. Burada önemli olan önceliklerin sıralanmasıdır. Tasarım yanlızca belirli bir programı sağlama işlevi olarak algılanmamalı, programa paralel olarak hatta kimi zaman onunla çatışmayı öne alarak, önceliklerin belirlenmesine yönelik bir süreç olarak algılanmalıdır. Örneğin hepimizin bildiği gibi Türkiye’de özellikle son yıllarda sosyal konut adı altında üretilen konutların büyüklükleri, bize göre yıllık kişisel gelir ortalamaları çok yüksek olan Avrupa ülkelerinden çok daha yüksektir. Proje bütçeleri konut büyüklüklerini esas almakta, yeşil alan ve nitelikli mimari için kısıtlı bütçeler içinde kalınmaktadır. Tasarım aşamasında konutu bireysel mülkiyet sınırları ile kısıtlı görmemek, bireysel birimlerin eklemlendiği bütün bir yaşam çevresi olarak algılamak gerekir.
Cem İlhan: Bu soruya ilk soruyla bağlantılı olarak cevap vermek gerekir: Yani kullanıcı profili (gelir seviyesi) sosyal konutların içeriğini kendisi tek başına belirlemez ama esas çıkış noktalarından birisidir. Olmazsa olmaz kriterlerindendir elbette.
Rahmi Uysalkan: Sosyal konut, en azından kentsel planlamaya dair zihinsel pratik başladığında kullanıcı profilinden mümkün olduğunca bağımsız olarak ele alınmalıdır bence. Neticesinde kullanıcı profili ne olursa olsun, ister alt gelir, ister orta gelir, ister yoksul, yapılacak iş insan içindir. Bu anlamda elbette tüm bu grupların asgari ortak gereksinimi belirlenecek ve farklı ele alınsalar dahi bu yerleşkelerin kent ile olan alışverişlerinde bu profiller belirleyici olmayacaktır bana göre. Yerleşke iç organizasyonundan başlayarak, daha da artan bir dozajla profil parametrelerinin plan tipolojisini etkilememesi ise mümkün değildir.
Özgür Bingöl: Nitelikli bir toplu konut tasarımının yerleşme, sistem ve konut birimi tasarımı bağlamında sosyal konut tasarımında söz konusu olan birçok ilkeyi içermesi gerektiğini düşünüyorum. Ancak yoğunluk kararları, yapım sistemi, malzeme kararları, detay teknolojisi, peyzaj düzenleme ilkeleri ve sosyal donatılar bağlamında farklı tercihler olması sanırım çok doğal.
Ülkemizde sosyal konut üretimi adına ilk akla gelen isim olarak TOKİ’yi örnek verebiliyoruz. Sizce sosyal konut üretiminin aktörleri açısından devletin yanı sıra mimarların veya mimarlık ofislerinin bu rolü üstlenmesi konusundaki düşünceleriniz neler?
TOKİ Konutları
Celal Abdi Güzer: Türkiye’de sosyal ya da değil, konut maliyetlerinin yüksek olmasının en önemli nedeni arsa maliyetleridir. Bugün özellikle metropol alanlarda şehrin çok dışında bile arsa maliyetleri toplam proje maliyetinin yarısına yaklaşmakta hatta belli bölgelerde bunu aşmaktadır. TOKİ gerek örgütlenme biçimi, gerek arsa üretme verimliliği, gerekse inşaat hızı ve sayısal üretimi ile başarılı bir model sergilemekle birlikte ürettiği konut ve yaşam çevrelerinin nitelikleri açısından son derece başarısızdır. Daha önceki bir yazımda gecekondu alanlarından yasal alanlara geçişi sağlayan toplu konut yatırımlarını, bu anlamda, yatay gecekondudan dikey gecekonduya geçiş olarak nitelemiştim. Bu eleştirinin en önemli zemini öncelikle TOKİ’nin yer, iklim, kültür farkı gözetmeksizin sürdürmekte ısrar ettiği “tip” projeler, sonrasında da bunların oluşturduğu yoğunluk ve çevresel tasarım kriterleridir. TOKİ projelerinin büyük çoğunluğunda “mimarsız mimarlık yapma” ısrarı içindedir. Bu durumu proje maliyetlerini düşürmekle meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Oysa özellikle Türkiye ölçeğinde proje maliyet girdileri genel bütçe içinde çok düşük bir pay tutmakta, hatta nitelikli projelerin uzun dönemde maliyet açısından daha verimli olabileceği göz ardı edilmektedir. Aslında TOKİ gibi pazar lideri olan bir kurumun mimarlarla daha yoğun bir işbirliği içinde olması, onları bir paydaş olarak algılaması gerekir.
Cem İlhan: Mimarlık ofisleri tasarım anlamında katkı koyarak bir vizyon oluşturabilir, ufuk açıcı öneriler getirebilir. Ancak bu alternatif öneriler reel üretime geçmedikleri sürece tasarlanan konutlar hakkında bir değerlendirme yapmak, kentsel yaşama katkılarını ve performanslarını değerlendirmek mümkün olmaz. Yani TOKİ gibi kudretli kurumlardan bu tip tasarımların her türlü riskini alarak onları hayata geçirmesi beklenir. Kayabaşı yarışması sonrasında yaşanan süreçler kamu kurumlarının henüz bu riskleri almaya eğilimli olmadığını göstermektedir.
Rahmi Uysalkan: Aslında bence bu bir yanılgıdır. Ülkemizde doğru ya da yanlış bir çok sosyal konut üretilmektedir. Lüks siteler, yeni yaşam biçimleri, cennet bahçeleri vs. olarak lanse edilen bir çok kar amaçlı proje esasında bir boşluğu doldurmaktadır ve ister istemez sosyal konut kategorisine girmektedirler. Bu projeler, bütüncül bir stratejinin ürünü olmadıkları için, mimarın insiyatifi ve duyarlılığına, yani insafına bırakılmaktadırlar. Ülkemizde de özel sektör eli ile yapılmış bir çok -ucuz ya da lüks- iyi denemler olduğuna inanıyorum.
Özgür Bingöl: TOKİ, ülkemizde sosyal konut üretimi adına verilebilecek tek örnek değil. TOKİ, sosyal konut üretiminde kamu adına merkezi otorite. Yine kamu adına yerel yönetimlerin girişimlerine tanık olmaktayız. Örneğin, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin iştiraki KİPTAŞ, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin iştiraki Kent-Konut sosyal konut üreten ve ilk akla gelen örnekler. Bir de bu kapsamda kooperatif oluşumlarından da söz etmek yerinde olacaktır. Mimarların sosyal konut üretim sürecindeki üstlenecekleri rola gelince, karar vericilerin ancak daveti ile mimarlar operasyonel anlamda rol üstlenebilir. Yoksa bu alanda mimarların üretimleri kağıt üzerinde kalan araştırma-geliştirme projeleri olarak kalmaya mahkum gözükmektedir. Sürece dahil edildiğiniz müddetçe söz konusu alanda bir rol üstlenebilirsiniz. Aksi takdirde rolünüz eleştirel pozisyonunuzu korumanın ve entellektüel bir faaliyet olarak bir üretimin içinde bulunmanın ötesine maalesef geçemez.
Celal Abdi Güzer: Bir önceki yanıt kısmen bu sorunun da yanıtını içeriyor. Burada sorun zihniyetle ilgilidir. Dikkat ederseniz konut konusundaki değerlendirme ve başarı ölçütleri hep rakamsal verilere indirgenmektedir. Şu kadar yılda şu kadar konut yaptık gibi. Hız ve sayı. Bu eleştirel kültürden uzak kültürlerin değer sistemidir. “Peki nasıl konutlar bunlar?” sorusu açıkta kalmaktadır. Maliyet bunların niteliklerinin meşrulaştırılma zemini olamaz. TOKİ’nin asıl projesi, bundan sonra, “bu çevreleri, aynı maliyetler içinde kalarak, nasıl daha nitelikli hale getirebilir?” sorusuna cevap aramak olmalıdır. Bence şu anda TOKİ’nin onlarca araştırma projesi, onlarca değerlendirme çalışması, onlarca arama toplantısı, onlarca yarışma yürütüyor, bir sürü kurumsal işbirliği gerçekleştiriyor olması gerekir. Özellikle belli bir sayısal doygunluğun yakalandığı bu dönemde bu radikal dönüşüm TOKİ açısından kaçınılmazdır.
Cem İlhan: Kendi deneyimimiz üzerinden konuşarak maliyet, yapım teknolojileri ve onların alışık olmadığı tasarım/inşaat sürelerinin ön plana çıktığını söyleyebilirim. Yoksa hedef kitlenin neyi kapsadığı konusunda bir mutabakat sağlanmış durumda.
Özgür Bingöl: Öncelikle temel sorunun konuya niteliksel değil niceliksel açıdan yaklaşılması olduğu belirtilebilir. Konut sorununun ivedi olarak ve salt üretilen konut adetleri açısından ele alınması bugünkü tabloyu ortaya çıkarmıştır. Konuyu kadro yetersizliği olarak görmediğimi ifade etmeliyim. Maliyet ve süre konusunda sınırların olması da sosyal konut üretimi söz konusu olduğunda çok doğaldır. Zaten bu sınırlar dahilinde tasarımcı üretimini nitelikli olarak yapmak durumundadır. Önemli nokta karar vericilerin konuyu tip proje mantığında uzaklaşarak tasarım ve tasarımcı ile buluşturma isteğinde ve kararlılığındadır. Ancak genellikle sıkça karşılaşılan tavır bu alandaki zihinsel üretimin dikkate alınmayarak pragmatik ve fırsatçı bir yaklaşımla tasarım evresinin sürecin dışına itilmesi ve üretimin özellikle sadece nokta blok tipolojisine göre üretilmiş tip projelere teslim edilmesidir.
Hafsia Konutları, Tunus
Dar Lamane Konutları, Fas
Celal Abdi Güzer: Dünyada başarılı konut projelerinin çoğu aynı zamanda bir planlama, bir çevresel tasarım başarısını temsil etmektedir. Bu başarı kimi zaman mimari, kimi zaman örgütlenme biçimi, kimi zaman maliyet, kimi zaman bağlamla kurulan ilişki, kimi zaman da sosyal ve kültürel bir proje olarak anlam kazanmaktadır. Şüphesiz batıda gerçekleştirilmiş çok sayıda nitelikli projeden söz etmek olası. Ancak burada altı çizilmesi gereken bizim özellikle sosyal konut konusunda “yıllık kişisel gelir düzeyi” çok daha düşük olan bazı ülkelerin gösterdikleri duyarlılığı gösterememiş olmamız. Örneğin bu ülkelerdeki mimariye odaklanan Aga Khan Ödül programı arşivine baktığımızda Hindistan (örneğin Araya Toplu Konutları), Tunus (örneğin Hafsia Konutları), Fas (örneğin Dar Lamane Konutları) gibi ülkelerde gerçekleştirilen projeler düşük maliyetli konut çevreleri için alternatif arayış ve örgütlenme süreçlerini, bunların yansıdığı özgün ve bağlamsal mimarlık çalışmalarını temsil etmektedir.
Cem İlhan: Burada mimar saymak çok anlamlı olmayacak. Almanya, Avusturya, İspanya ve Hollanda sosyal konuta ciddi anlamda yatırım yapan, bu konuda başı çeken ülkeler. Rotterdam, Almere, Barcelona, Berlin, Düsseldorf gibi şehirlerde kapsamlı uygulamalar görüyoruz. Bildik tüm ana akım mimarların sosyal konut alanında çarpıcı tasarımları olduğunu söyleyebiliriz.
Rahmi Uysalkan: Bu konuda tekil örnekler vermek, daha önceki argümanlarıma esasen ters düşer. Sosyal konutu her ne kadar eninde sonunda müellifleri de yapsa, bu iş bir starteji ve bütüncül bir politika uygulandığı takdirde başarıya uğrar. Daha önce 12 sene yaşamış olduğum Viyana’da, özellikle savaş sonrası ortaya çıkan akut konut sıkıntısı doğru ve soğukkanlı stratejilerin uygulanması ile ortaya kentsel bir rezalet yerine, mimarlarını dahi bilmediğimiz ama doğru prensipler kullanılınca ortaya çıkması kaçınılmaz olan çok ilginç yerleşkeler yaratmıştır. Dolayısı ile modern anlamda ben İspanyollar’ın yaklaşımını beğeniyorum. Bu ülkede ulusal akademik strateji oturtulmuş ve son dokunuşu yapan mimarların teknik ve plastik kapasiteleri de çok çok iyi. Sosyal konut mimarı dediğimiz zaman ama, aklıma gerçekten ilk isim olarak Roland Rainer geliyor.
Carabanchel Sosyal Konutları, Madrid, İspanya (2008 RIBA Ulusal Ödülü Sahibi)
Özgür Bingöl: 20. yüzyılın ilk çeyreğine ait H.P. Berlage’nin Güney Amsterdam Planı ve E. May’ın Frankfurt şehrindeki uydu yerleşmeleri nitelikli bir yerleşme tasarımı ve uygulamasına yönelik ipuçlarını barındırmaktadır. Güncel üretimler bağlamında, 1990’lı yıllarda Hollanda’da (Vinex Programı) ve de özellikle 2000’li yıllarda İspanya’da üretilen sosyal konutlar arasında bir çok başarılı örnek yer almaktadır. Dönemin çoğulcu karekterinden hareketle söz konusu kitlesel üretimlerin içinden bir kaç isimi öne çıkarmak, ismi zikredilmeyenler için büyük haksızlık olacaktır. Bu nedenle isim belirtmekten kaçınarak bu dönemdeki gelişmelerin tümünün süreci örgütleyen ve konut politikalarını yönlendiren merkezi ve yerel ölçekteki kamu otoriteleri ile birlikte ele alınmaya değer olduğunu ifade etmek yerinde olacaktır.
ARKIPARC’da gerçekleşecek olan “Sosyal Konut Tasarlanabilir mi?” paneli 30 Mart 2011 Çarşamba, saat: 11:00’de Fulya Fuar ve Kongre Merkezi’nde. Konuşmacılar “sosyal konut” kavramı ve TOKİ’nin düzenlemiş olduğu Kayabaşı Yarışması’nda ödül alan projeleri hakkında konuşacaklar. Detaylı bilgiye www.arkiparc.com adresinden ulaşılabilir.