Antalya Mimarlık Bienali'nin (IABA) 3. gününde ilk oturum, "Batı Antalya için Gelecek Senaryoları - Kullanım Alanından Kentsel Çevreye" temasıyla yapılan workshop üzerine, bir tartışma ve arama konferansı olarak gerçekleşti.
Oturum moderatörü Yrd.Doç.Dr. Hüseyin Kahvecioğlu, çalışmanın genel çerçevesini ele aldığı kısa konuşmasında, Antalya’nın son yıllarda Türkiye’nin en hızlı gelişen kenti olduğunu vurguladı. “Antalya’da 1980 sonrası dönemde özellikle turizm konusunda uzun vadeli planlamaya bağlı değişimden çok, kısa dönemli müdahaleler görülüyor,” diyen Kahvecioğlu, daha yaşanabilir bir çevre yerine yüksek getirili yatırım hedefleri koyulmasını ve nitelik değil niceliklerin ön plana çıkıyor olmasını eleştirerek, “imar durumuna indirgenen planlama” anlayışının kente yansımasının bir “parçalanan kent” (fragmented city) oluşturduğunu söyledi. Böylece ortaya çıkan birbirinden ayrık alanlar, farklı kullanımların yan yana ancak birbirinden bağımsız dizilim göstermesine neden oluyor.
Bu verilere dayanılarak ortaya çıkan çalıştay fikri de, Batı Antalya’daki birbiriyle çok ilgili olmayan alanlar üzerinden bütüncül bir kent enerjisinin nasıl oluşacağını tartışmak üzere ortaya çıkmış. Çalışmanın amacı, tasarıma esas olacak bir proje geliştirmekten çok, bu bölgenin geleceğine dönük olarak düşünce üretilmesine zemin hazırlamak, kamuoyunun ilgisini çekmek için bir girişim ve fikir havuzu oluşturmak.
Temel İletkenlik Projesi
Bölge için fikir projesi üreten dört grubun sunum yaptığı oturumda, sözü ilk alan Anonim İstanbul ekibi adına Hayriye Sözen oldu. “Antalya şehir merkezi artık kullanılmaz hale geldi, yaşayan alanlar birbiriyle ilişkili değil. Bölge bölge hayat sürüyor, ama aralarında genel bir iletişimsizlik var,” şeklindeki analizlerini paylaşan Sözen ve ekibi, bu nedenlerle “Temel İletkenlik Projesi” adı altında bir tasarım ortaya koymuşlar. Ekip, “Falezlerin sınır oluşturması, otellerin özel kullanım nedeniyle bölgenin kamusal alana kapalı olması” gibi sorunları belirleyerek, bölgenin tamamını ilişkilendirecek ve aktivite alanlarına kendi iletken nokta potansiyellerini üretecek bir akışkan doku koymayı uygun görmüşler. Önerdikleri şey, sosyal ve fiziksel anlamda bir infrastrüktür ve zaman zaman binalaşan, yüzeyleşen, dinamik kazanan hibrit bir yapı.
Ekip böylece mevcutta olan altyapılara çok dokunmadan, üzerine eklemlenmeye çalışmış ve bu alanı günlük hayata katmayı, kamusal fonksiyonlarla özel ve ticari alanlar kurgulamayı, farklı kullanıcıları bir araya getirmeyi hedeflemiş. Projenin ikinci aşaması ise, bu iletken alanı şehrin tamamına taşımak.
Devrim Çimen, Eda Ekim ve Tutku Kutlutan’ın yaptığı projede ise ekip, parçalanmışlık ve süreksizlik meselesinin nasıl açığa çıkarılıp, gösterilebileceğini ele almış. Sorunu çözmekten çok görünür kılmayı ve nasıl bir metot kullanılabileceğini araştıran mimarlar, tasarım yapmamaya çalışmışlar ama yine de bundan çok da kaçamamışlar. Sunumda, “Yan yana var olan pek çok fonsiyon var ama bunlar birbirinden kopuk, kentsel durum da bunu destekler nitelikte,” diyen Çimen, “kentsel bağlayıcı” (urban connector) kavramının altını doldurmaya çalıştıklarını söyledi. Böylece, kentsel bağlayıcıların ana akslarını tarif etmişler, odak noktaları (program odakları) belirlemişler ve akslarla odakları birleştirmişler. Kentsel bağlayıcı olarak iki tipoloji belirleyen ekip, bunları dev kentsel saçaklar ve odak noktalarında işlevleri (kentsel programları) bir araya getiren yapılar olarak ele almış.
Gölgekent Projesi
Bir sonraki sunumu gerçekleştiren Ömer Kanıpak, Zeynep Sümbül Enhoş’la beraber yaptıkları “Gölgekent” projesini anlattı. Antalya’nın, Türkiye’nin misafir odası gibi olduğunu, kentin yarıdan fazlasının turizm sektöründe çalıştığını belirten Kanıpak, buranın planı profesyonellerce çizilmiş, her şeyin kitabına göre yapıldığı bir yer olduğunu, ama planda işlemesi gerektiği ön görülen pek çok şeyin gerçek hayatta işlemediğini belirtti. “Sosyal donatı alanlarının birbirinden çok uzak olduğu, araba veya toplu taşımanın zorunluluk haline geldiği kentte, bir yerden bir yere giderken yürümek mümkün değil. Kamu yapıları birbirinden uzak ve bir bütün oluşturamıyor,” gibi tespitlerini paylaşan Kanıpak ve Enhoş, söz konusu bölgede yer alan boş arazinin kullanımına odaklanan bir tasarım yapmışlar. Bu alanda küçük bir kent dokusu oluşturmaya çalışan mimarlar, plancıların şekillendirdiği otoriter şablondan ziyade, kendiliğinden gelişip oluşacak, insanların şekillendiriceği esnek bir yapı ön görüyor. Antalya’nın planlama anlayışında “gölge”nin mekansal öğe olduğunun ihmal edildiğini düşünen ekip, sıcak iklimlerdeki kent dokusunun bunu gerektirdiğini hatırlatarak, gölge alanları yaratan konut modülleri öneriyor. Ayaklar üzerine yerleşen, prefabrik bir sistem olan bu modüllerin tekrarı ile ortaya çıkan kent dokusunda, zemin kotunda her türlü sosyal ve kamusal mekan yer alacak, modüller ise konut olarak kullanılacak. Bu alanda yoğun bir doku oluşturup, bölge için tetikleyici olmasını sağlamak isteyen mimarlar, Konyaaltı Plajı’nın da buraya yerleşen insanlardan besleneceğini ve eski hareketli günlerine döneceğini düşünüyor.
Sergi Alanı
Nazım Özer, Emrah Söylemez, Zeynep Esengil ve Nuri Cihan Kayaçetin’den oluşan dördüncü ekip ise Antalyalı oldukları için yaklaşımlarını yaşamsal deneyimden aldıklarını söylüyor ve “Boşluktan Mekana” başlıklı bir proje öneriyorlar. Bu alanın yıllardır sorunlu olduğunu, ancak proje üretilmeyip sadece tartışıldığını belirten ekip, en önemli sorunların “boşluk, boşaltılmış kamusal mekan, kullanım amacı net olmayan alanlar” olduğunu esas alarak, ulaşım sisteminin düzenlenmesi, yaya ulaşımın desteklenmesi, ağlar ve merkezlerin sistematik olarak bütünleşmesi ve böylece alanın sürekliliğinin sağlanması konuları üzerinde duruyor. Bu bölgenin kültür odağı ihtiyacına dikkat çekerek, Antalya’nın çok turist alıyor olmasının yanı sıra, kongreler için de çok sık kullanıldığını belirten ekip, alana kimlik kazandırılması ihtiyacına dikkat çekiyor. “Antalya’nın bir kent kütüphanesi bile yok” diyen mimarlar, mevcutun üzerinde gelen yeni bir kent örüntüsü dahilinde, kültür odağı haline gelecek bir kongre merkezinin bölgeye hakettiği canlılığı kazandıracağını düşünüyor.
Tüm ekiplerin sunumlarını gerçekleştirmesinin ardından söz alan Bünyamin Derman, bu projelerin öneminden ve her birinden alınacak fikirler üzerine düşünülmesi gerektiğinden söz etti. Bu alan için düşünülenleri kente yaymanın ve tartışmanın değerinden bahseden bazı dinleyiciler de fikirlerini belirttiler. Özellikle tartışmaların odağında yer alan “Gölgekent” projesi de yeşil alan, konut ve bunların kent içindeki konumları gibi tartışmalar açılmasına vesile oldu.