Oktay Ekinci Cumhuriyet'teki yazısında Van Depremi sonrası değerlendirmelerine ve betonarme yapılar ile ilgili görüşlerine yer veriyor.
Cumhuriyetimizin 88’inci yıldönümünü deprem dramının burukluğu içinde kutluyoruz.
Yine cumhuriyetimizin, tarihsel temelindeki “Anadolu birlikteliği”mizi adeta yeniden kanıtlayan “ulusal deprem dayanışmamız” ise gözlerimizi “gururlu bir burukluk”la nemlendiriyor.
Bizi bölmek, parçalamak, sözde “etnik temelli” ayrışmalara sürüklemek isteyenlere, onları körükleyerek destekleyen sömürgeci batıya ve yerli uzantılarına karşı, Van’a akan yardımların her bir kuruşu, bin yıllardan gelen yurtsever beraberliğimizin paha biçilmez kanıtıdır.
Kültürlerin mozaiğini değil, ayrışması olanaksız “alaşım”ını yaratan, zengininden yoksuluna hepimizi Vanlıların yaralarını sarma yarışına sokan ortak duyguların, sorumluluğun, sahiplenmenin, hüznün, sevginin ve sevdanın ortak mayası ve güvencesi de cumhuriyetimizdir.
Van’ımıza geçmiş olsun; yaşamlarını yitirenlerimiz nur içinde yatsın; yakınlarının ve herkesin başı sağ olsun; yaralananlar tez elden şifa bulsunlar; bağımsız ve onurlu cumhuriyetimizin, laik, demokratik, sosyal hukuk devletimizin 88’inci yaşı kutlu olsun…
Cumhuriyetin okulu
Milliyet’in 27 Ekim’deki “Taş Mektep Ayakta” başlıklı resimli haberini görmüş olmalısınız. Okumayanlar için özetleyelim: “Depremde en büyük hasarın yaşandığı Gedikbulak köyünde, ‘güler misin ağlar mısın’ misali bir manzara var. Köyün 1952’de, taştan yapılan eski okul binası depremi çatlaklarla atlattı… 1988’de yapılan betonarme okul ise yerle bir oldu.”
İki okul binasının aynı arsadaki yan yana halini Murat Öztürk’ün havadan çektiği fotoğraflarla gösteren habere şu yorum da eklenmişti: “Böylece depremde asıl darbeyi inşaatlardaki malzeme hırsızlığının vurduğu bir kez daha kanıtlandı.”
Bence bu haberin kupürü, başta inşaat mühendisliği olmak üzere yeni yapı tasarımında betonarmeden başka seçenekleri öğretmeyen tüm mühendislik ve mimarlık okullarımıza; betonarmeye sevdalanan eski Bayındırlık ve İskân, yeni Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın Ankara’daki bakanlık binası ile tüm il müdürlüklerine; TOKİ’nin tüm merkez ve taşra teşkilatı bürolarının duvarlarına büyütülerek asılmalı.
İster kamuya ait, isterse özel olsun, yeni binaların yöresel yapı malzemeleri ve inşaat teknikleriyle yapılması yerine, tüm yurtta ille de betonarme kullanılmasını savunan-sağlayan hatta bunu “gelişme göstergesi” kabul eden kurum ve kişilere de tüm ulustan artık özür dilemeleri ve inatlarından vazgeçmeleri için Çevre ve Şehircilik Bakanı tarafından “ders alalım” içerikli bir üst yazı ekinde gönderilmeli…
Çünkü betonarme taşıyıcı sistemle, malzemesi eksik, çalınmış ve tekniği hatalı olsa bile “ayakta duran”, dahası “kullanılabilen” bina yapılabilir… ancak ister taş, ister kerpiç ya da ahşap olsun, tarihten gelen birikim ve deneyimlerle depreme kafa tutan yöresel ve geleneksel yapı sistemlerinde bir eksiklik ya da yanlışlık yapılırsa, bina daha bitmeden, inşa halindeyken eğilir, yamulur, yıkılır, ayakta duramaz.
Bu nedenle betonarme taşıyıcı sistemi mühendislikle hiç ilgisi olmayan, dahası usta bile sayılmayacak insanlar uygulayabilir; “kalıp-demir-çimentolu harç”la en cahil insanın elinden bile binalar yükselebilir; eksik malzemeli ve yanlış teknikle yapıldıkları ise ancak depremde anlaşılır; hatta kimi zaman depremi bile beklemeden…
Betonarme uygulamanın güvenceli olabilmesindeki olmazsa olmaz şart ise “doğru mühendislik projesi” ve temelden çatıya “aralıksız uzman denetimi”dir. Bunun sağlanamadığı koşullarda betonarmeyi yeğlemek, mezar inşa etmek demektir.
Gedikbulak’ta, ayaktaki Taş Mektep, cumhuriyetin işte bunları gözettiği dönemin son mimarlık örneklerinden biri… Betonarme okul enkazı ise cumhuriyetin mimari duyarlılığından vazgeçmenin ürünü.
1999 depreminde de yerel yöntemle yapılmış köy evlerinde kimse yaşamını yitirmezken betonarme apartmanların ağır tabliyeleri altında ezildik. Hiç değilse şu yarım asırlık “Taş Mektep”ten artık ders alalım…