Oktay Ekinci, yazısında, Van'ın güçlü mimarlık tarihi ile ilgili hatırlatmalarda bulunurken bugünkü deprem manzarasına hayıflanıyor.
Van’ın binyıllar önce başkentlik yaptığı Urartular, tarihin ‘kent ve yapı ustaları’ydılar…
Başlangıçta 6.6, ABD’nin saptaması üzerine de 7.2 büyüklüğünde denilen Van depremi, “tarihin mühendisleri” olarak anılan 3 bin yıl önceki “Urartu”ların başkentinde gerçekleşti. Yüzlerce insanımız çürük-çarık damların ve hesapsız betonarme tabliyelerin üzerlerine çökmesiyle canlarını yitirirken, “MS 21. yy”da; mühendislik, mimarlık ve şehircilikten tamamen yoksun yapılaşmanın bir kez daha cezasını çektik…
Henüz 4 ay önce Mimarlar Odası’nın Van’da düzenlediği “kent, kültür ve demokrasi forumu” (24-25 Haziran 2011) sonuç bildirgesinde özetle şu uyarı da yapılmıştı:
“Van’da gözlenen plansız ve denetimsiz yapılaşma, sadece kimliksiz ve kültür yoksunu yerleşmeler yaratmakla kalmıyor; depreme karşı korunaksız kentleşmenin de başlıca nedenini oluşturuyor.”
Mimarların bildirgesinde şu anımsatmalar da yer alıyordu.
“Van aynı zamanda yüksek düzeyde ve sürekli göç almaktadır. Bugün, yeşil alan, dere yatakları benzeri imara kapalı alanlarda, yaklaşık 30 bin ruhsatsız yapıda, güvencesiz ve sağlıksız koşullarda yaşamak zorunda kalan işsiz göçmenler nüfusun yarısını oluşturmaktadır.”
Nitekim depremin en büyük hasarı işte o binlerce kişinin barındığı ruhsatsız ve imara aykırı yapılarda meydana geldi. 3 ay önceki bu yaşamsal uyarılar ne yetkililerce ne de medyaca önemsenirken, 23 Ekim’deki 7.2’lik sarsıntının bilançosu ertesi gün özetle şöyle duyuruldu:
“Merkezi, Van’ın merkez ilçesine bağlı Tabanlı köyü olan depremde kent merkezinde çok sayıda binanın çöktüğü, harabeye dönen Erciş’te büyük hasarın ve yıkımların meydana geldiği belirtildi. Başbakanlık Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı 239 kişinin hayatını kaybettiğini, 1090 kişinin de yaralandığını bildirdi.” (24 Ekim-gazeteler)
Bugün can kaybı ve yaralı sayıları daha fazla, enkaz altında sönen yaşamların sayısı ise henüz bilinmiyor.
Sorumsuz sorumlular
Depremin ertesi günü telefonla görüşme olanağı bulduğum Mimarlar Odası Van Şubesi Başkanı Dr. Şahabettin Öztürk ilk izlenimlerini aktarırken “Çatlağı bile olmayan binalarla yerle bir olanlar yan yana… Teknik gereklere uyularak inşa edilenler depremi yendiler, uymayanlarsa yenildiler” diyor ve ekliyordu:
“Yeni ve lüks bir otel bile denetimsiz yapıldığından devrildi! İmar kurallarını ve disiplinini önemsemeyen sorumluların sorumsuzlukları yüzünden acı çekiyoruz.”
Deprem bölgesindeki ilçe ve köylerde ise durumun daha vahim olduğunu, Tabanlı, Mollakasım, Yeşilsu gibi köylerin ise neredeyse haritadan silindiklerini, sarsıntının gündüz meydana gelmesinin ise yegâne şans olduğunu, haberlerden okumuş, TV’lerden izlemiş olmalısınız…
Tarih ‘şaşkın’
Evet, mimarlık, mühendislik ve planlama bilimlerinden yoksun kentleşen Van ve çevre yerleşmeler, başta “Tuşpa Kalesi” olmak üzere nice anıtsal yapıları çağlar boyunca yüzlerce depremi göğüsleyen Urartu uygarlığının merkezidir.
MÖ 1’inci bin yıldan sonra bölgenin egemen kavmi olan Urartular kendilerine “Viaini”li demişler, bu isimden şimdiki Van adı türemiş.
İstanbul Üniversitesi’nden Arkeolog Prof. Dr. Oktay Belli’nin Van’da, 30 yıla yakın kesintisiz sürdürdüğü araştırmalarında, Urartuların metal işlemecilik sanatı, bugün bile yöresel gelenek olarak devam ederken, “kent ve kale inşa etmek”te çok yetenekli oldukları saptanmış.
O kadar ki Doğu Anadolu’da sulama amaçlı ilk göletleri ve kanalları inşa eden Urartuların “kehriz” denilen yeraltı su dağıtım sistemleri yakın yıllara dek bugünkü Van’ın da su şebekesi olarak değerlendirildi. Hatta DSİ’nin bu sistemi koruyarak kullanmaya yönelik özel bir “Kehriz Müdürlüğü” bile vardı…
Benzer şekilde yine bugünkü Van Ovası’nın sulandığı 50 km. uzunluğundaki “Şamran Kanalı” da Urartu Kralı Minua tarafından yaptırılmış. Kente eski adını da veren Tuşpa Kalesi’nden ise söz etmeye bile gerek yok; muhteşem mimarisini ve sağlamlığını görenler görmeyenlere anlatır…
Van’da düzenlenen tarih sempozyumlarında da bütün bunlara “2700 yıllık mühendislik harikaları” denilmiş; aynı coğrafyada, bugünkü yerleşmelerin büyük çoğunluğunda su şebekesinin bile bulunmuyor olması ise “geçmişten esinlenilmeyen ilkellik” olarak vurgulanmıştı.
İşte böylesi bir uygarlığı barındıran topraklarda şimdi yaşanan deprem dramı sadece “yoksul bölgemizde felaket” olarak adlandırılamaz. 1999 İzmit-Marmara depremi “en gelişmiş yerleşmelerimiz”i yerle bir ederken, 2011 Van depremi de aynı felaketi yarattı.
Yıllardır yinelenen tüm uyarılara rağmen, planlı ve depremi gözeten bir yapılaşma ciddiyetinin imar uygulamalarına hemen hiç yansımaması; tüm yeni imar yasalarının bilimsel gerekler yerine emlak rantını arttırmayı hedeflemesi, asıl felaketin “kafa”larda olduğunu göstermiyor mu?