Enstalasyonun 'e'si yokken mekana özgü işler üreten Ayşe Erkmen, azınlığın ilgisini çeken kavramsal çizgisinden hiç sapmadı. Bu nedenle Türkiye'den önce uluslararası sanat camiasında tanınmış bir isim oldu.
Ayşe Erkmen’in sanatı, Türkiye sanat ortamı için her zaman biraz fazla soğuk, mesafeli, zihinsel ve entelektüel bir pratiğin ifadesi oldu. Bunun bir nedeni, sanatının içeriğinin, mekân ve algı gibi birtakım temel meseleler dışına hemen hemen hiç çıkmamasıydı. Biçime gelince, sanatta üçüncü boyutun yalnızca geleneksel anlamda heykel üretmek anlamına gelmediğinde ısrar eden az kişiden biri olarak Erkmen’in sanatı, çok başka bir görsel dil arayışıyla şekillendi.
Evet, Akademi’de ‘Pop’, ‘Minimalizm’ ve ‘Kavramsal Sanat’ gibi yeni eğilimlere belirgin bir merakın uyandığı 1970’li yıllarda yetişmiş bir sanatçıydı ama, o yıllarda bu tür alternatif pratiklerin Türkiye’de kaç kişi tarafından ve nasıl algılandığını göz önünde bulundurduğumuzda, yaptıkları basbayağı şaşırtıcıydı.
Mekândan yola çıktı
Enstalasyonun ‘e’sinin olmadığı bir ortamda, mekândan yola çıkan bir sanatçı olması ilginçti bir kere. Enstalasyon diye üç boyutlu kolaj (asemblaj) da yapmıyordu Erkmen, gerçekten mekâna özgü işler üretiyordu. İzleyicinin fiziksel olarak içinde gezdiği mekânı algılamasını sağlamak, farklı algı biçimlerinin bilincine varmasına aracı olmak gibi meselelerle ilgilenen Erkmen, ne yapmaya çalıştığını gören için esprili bile sayılabilecek mekânsal müdahaleler yaratıyordu. Duruma sanatsal soyağacı açısından bakarsak, Ayşe Erkmen’in Akademi’deki hocası Şadi Çalık, 1950’li yıllarda Türkiye’de yapılmış en radikal işlerden biri olan ‘Minimumizm’in yaratıcısıydı. Heykelde mekân algısına yönelik tek bir sözdü bu: Yassı bir kaide üzerinde duran bir adet demir çubuk. Ne yazık ki o yıllarda sanatçısının bile yeterince ciddiye almadığı bir heykeldi; oysa aynı yıllarda Amerika’da ‘Minimalizm’ çıkmak üzereydi.
Ayşe Erkmen ise, alternatif eğilimlere daha açık bir Türkiye sanat ortamında yıllarca çok küçük bir azınlığa hitab eden sanatsal dilinde ısrarcı oldu. Kavramsal ve teorik işler üretti. Çağdaş sanatta bağlamsallığın yapıtın içeriği haline geldiği bilinciyle çalıştı. ‘Beyaz küp’ kavramıyla ilgilendi; galeri mekânlarını yalnızca biçimsel olarak dönüştüren değil, sanat mekânlarının otoritesini ideolojik olarak da sorgulayan işler yaptı. Yurtdışında tanınmak uğruna kendini oryantalize eden eğilimlere kapılmadı, gençliğinde zihnini kurcalayan sorunların üzerine giderek özgün bir sanat diline kavuştu. Israrı ona Türkiye’den önce uluslararası sanat camiasında tanınırlık sağladı. Bu yıl Venedik Bienali’nde Türkiye’yi temsil ettiğinde esas olarak Türkiye onu daha yakından tanıyacak!
Sanal mekânı, gerçeğe taşıdı
Ayşe Erkmen’in Rampa’daki sergisi ‘Kendi Kendine’, aslında bir anlamda bu tanınırlık/tanınma meselesini gündeme getiriyor: Ayşe Erkmen kim? Türkiye’de çok az kişisel sergi açmış olan Erkmen’in bu soruyu soran bir enstalasyon gerçekleştirmiş olması anlamlı. Kim olduğunu öğrenmek için bugünün dünyasında herhalde hemen İnternet’e başvururuz. Erkmen de Rampa’da sergisiyle aynı adı taşıyan büyük enstalasyonunda tam da bunu yapmış: İnternet’teki görsel veri sitelerinden kendi kendini aramış, karşısına bütün görselleri yan yana getirmiş ve mekâna yaymış.
Sergiyi ilginç kılan, sanal mekânı gerçek mekâna taşıyarak görünürde fizikselliği olmayan bir ortamı algılanabilir hale getirmesi; zihnen ve bedenen mekânsallaştırması. Dolayısıyla Erkmen yine izleyicinin mekân algısıyla ilgileniyor, daha önce de birkaç işinde rastladığımız gibi, bilgisayar ortamının yarattığı yeni biçimsel ve kültürel ortamları görünür kılıyor. Topladığı görüntüler, başta sanatçıyla doğrudan ilişkili görsel veriler sunarken, yavaş yavaş arama motorunun mantığı devreye giriyor. Ayşe Erkmen ile Ayşe Arman’ı yan yana gören izleyici, bir kişiyi İnternet’te aramanın yüzeysel boyutuyla karşı karşıya kalıyor. Erkmen ‘Kendi Kendine’ sergisinde yalnızca sanal kütüphanelerde kendini arama serüvenini anlatmıyor, sanal raflar arasında ‘kendi kendine’ gezen izleyicinin durumuna işaret ediyor. Erkmen’in ‘Kendi Kendine’ sergisi, bir tür zamane otoportresi; ama aynı zamanda hepimizin başkalarının hayatına hangi mesafeden, boyuttan, perspektiften baktığımızın da göstergesi. Görülmeye değer ilginç bir sergi. 26 Mart’a kadar Rampa’da.