Neden Kentsel Yenilemeler Bu Kadar Çirkin Binalar Üretiyor?

Mimarlık eleştirmeni Owen Hatherley, “neden kentsel yenilemeler son 20 sene içerisinde bu kadar fazla çirkin ve sıkıcı binalar yaratıyor?” sorusunu soruyor.

1981 yılında, 1940 senesinde Almanlar tarafından bombalanan bir liman şehri olan Southampton’da doğdum. 1940’lı yıllardaki sadece Portland taşı ve daha iyi planlama kontrolüyle yapılan yeniden yapım çalışmalarının sarsıntılı başlangıcından sonra şehir, gerçekten modern olmak, şehir silüetini kuleler, yürüyüş yolları ve çeşitli katlarla doldurmak için büyük çaba sarfetti.

Antik bir şehir olduğundan dolayı yeni beton yollar zaman zaman Ortaçağ’dan kalan yollara çıkıyordu. İkisinden de son derece etkilenmiştim. İkisinin ani kesişimleri sanki bir bilim kurguda yer alan peyzaja benziyordu.

80’ler ve 90’ların popüler kültüründe gelecek hala vardı ve modern hala, fonksiyonel, dramatik ve muhtemelen biraz şiddetli ve korkutucuydu, benim çevremdeki şehir gibi.

Şehir beton ve molozdan inşa edilmişti. Bu yeni güvenine rağmen yine de 1940’da ne gerçekleştiğini şehrin içinde görebiliyordunuz. Şehir bunu unutmayacaktı, unutacağı şey savaş sonrası on yıllardaki güveni olacaktı.

Önce eski gibi görünen konut tasarımları başladı. Fakat sonrasında tamamen modern olarak tanımlanabilecek bambaşka bir anlayış ortaya çıktı. Devasa büyüklükte, temiz ve pürüzsüz yüzeylerle kaplanmış, yaklaşık şehir merkezinin yarısını bir anda kaplayan, kendi dokusu içerisindeki ofis bloklarından Gregoryen sokaklara ve fabrikalara herşeyi yutan bir alışveriş merkezi.

Çevresindeki bölgede, ticaret alanları, arkasında yüksek binalar bulunan kocaman boş otoparklarla garip, kanserli bir etki bıraktı. Bölgede yürüyemiyor, sadece araba ile geçebiliyordunuz.

Ve en önemlisi, çevrede seyredecek bir şey yoktu, göze hoş görünecek en ufak bir şey. Yeni çevre düzenlemesi görsel kaygılarla yapılmamıştı. Yapılmışsa da, görsel kaygı, sadece yapının içerisindeki atriumda, asansörlerin yemek bölümüne çıktığı alandaydı.

Görülebildiğiniz sadece sonsuza kadar gidiyor izlenimi veren devasa, rüzgara açık alanlardaki otoparklar ve modern olduğunu düşünülmesin diye tuğladan yapılmış, beşik çatılı, sağır sundurmalı katlı otoparklardı. Birisinin üzerinde ise kocaman “tatil dünyası” yazıyordu.

Toplumsuz Ütopyalar
Ütopyacılar ya da olmayanlar 20. yüzyıl şehrininin böyle görüneceğini kesinlikle tahmin edemezlerdi. Bu durum kimsenin rüyası ya da kimsenin kabusu değildi. Buraya nasıl geldik?

Birleşik Krallık’ta geleceğin şehri imgesi fütüristik bir şehir yaratmak ve sadece bugün bildiğimiz şehirler dışında bir şehir imgesi olmak üzere iki düşünce arasında sürekli ayrım gösterdi.

Bir yanda Willam Morris ve onun “Hiçbir Yerden Haberler”i yer alıyor. Marksist Morris, Kömünist Manifesto’yu ciddiye alarak bir sosyalist gelecekte şehir ve banliyölerin ayrımı olmayacağını iddia ediyor. Bu konuyla ilgili Birleşik Krallık’taki ilk denemeler kendisinin kabul ettiğinden daha titiz çalışılmış olan Morrisvari model üzerineydi.

Ebenezer Howard’ın “Bahçe Şehirleri” kitabı, toplumsuz ütopya üzrinden ne tam manasıyla bir şehir ya da banliyö olan, tüm eforu Orta Çağ görünümü yakalamak olan Letchworth ve Hampstead Bahçe Banliyösü’nden etkilenmiş görünüyor. Bunun çeşitlemeleri tali bölgelerde ve ülkenin tüm şehir dışındaki köşelerinde inşa edildiler.

Aralarında çoğumuzun yaşıyor olduğu yeni banliyöler, belirsiz bir ara bölge. Topraktan ve tarımdan ayrılınca sadece isimde kentsel oluyor. Fakat yoğunluk ve muhteşem melodram bir yeri ancak şehir gibi yapabilir.

Bu durum İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, hala çok tartışmalı olan kuleler, yürüyüş alanları ve üst geçitler şehirciliği doğrultusunda reddedildi. Sözüm ona o kadar dehşete kapılmıştık ki, eski şehirleri, sadece özgün halinde bulunmayan iç mekandaki tuvaletlerin eklenmesini isteyerek geri talep ettik.

İşçi Partisi’nin manifestosu kapsamında gelecek yeniden canlanıyormuş gibi göründü. Şehir merkezlerinde aniden, büyük şehirlerde oldukça yüksek olmak üzere, yeni daire blokları filizlenmeye başladı. Şehrin dış çeperindeki banliyölerde, 1990’ların alışveriş merkezleri ve ticari alanlar biraz modern bir görünüm altında yükselmeye başladılar.

Ot Kaplı Çorak Araziler
Sayı ve kalite arasındaki uçurum farklılık yaratıyordu. Yeni şemalara bakıldığında anlıyorsunuz ki modernizm baş aşağı olmuş. İyi ya da kötü, 1960’ların binaları iç mekandan dışa doğru tasarlanıyordu. En çok kötülenmiş olan bloklar bile geniş ve ferah daireleri kapsıyor. En çok korku veren, harap olmuş beton devler içerisinde yaşayanlar bile “Ama içleri çok güzel” diyorlar.

Yeni bloklar dıştan iç mekana doğru tasarlandıkları için düzensiz pencereler ve parklak renkli kaplamalar, küçük, kötü oranlı ve insan ölçeği hiçe sayılarak oluşturulan planlara sahip iç mekanları saklıyorlar. Şimdi ise kaplama malzemeleri dökülüyor ve kiralamak üzere satın alınan binaların borçları ortaya çıkıyor. Bu geleceğin şehirlerini ya da herhangi bir şehri tasarlamada başka başarısız bir girişim miydi?

Eğer geleceği görmek istiyorsanız Leicester’daki National Space Center’a gidin. Otobüse binin ve yarı bağımsız konutları ve ticari parkları görün. Otobüsten inip, kirli, çürüyen teraslar üzerinde yürüyün, muazzam boyutlardaki otopark yüzeyinde yer alan işaretleri takip edin. Garip balonvari bir yapı ile karşılaşacaksınız.

İçerisinde, uzay çağının süs gibi kalıntıları bulunuyor. İçeceklerin yanında bulunan bir Sovyet uzay gemisi ve binanın sözde organik membranı altında iki roket. Müze, geleceğin ne ifade edeceği konusunda birkaç ipucundan daha fazlasını veriyor. Fakat burası bir müze olarak tamamen farklı bir çağdan gelen ürünlerin depo alanı. Yapıdan dışarı çıkın, sola dönün ve aşırı büyümüş, ot kaplı bir çorak araziyle karşılaşacaksınız.

Burası, yeni şeylerin oluşması gereken Leicestr Science Park’ın arazisi. Bir tabelada “2010 Yazında bu alanda başlıyor” yazıyor, fakat ertesi sene aynı arazide hiçbir aktivite olmadı.

Arazide başlayan aktitivite ise küçük ölçekli, çıkmaz yollar içerisinde birbirinden bağımsız kutulardan oluşan yeni bir konut yerleşimi. İki amaç üzerine tasarlanmışlar, otoparkı genişletmek ve karı arttırmak. Her evin bir neogregoryen verandası var.

Dikkatiniz çeken şey boşluk. Sadece dışarıdaki büyük boşluk değil, toplumun kafasındaki bu karmaşadan daha yaratıcı şeyler üretmekten vazgeçmiş olmanın verdiği boşluk da dikkat çekiyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın