Binlerce yıllık geçmişe sahip olan bu kentin en yüksek ve merkezi noktalarından birinde yer alan, yaşanmışlıkla dolu topoğrafyaya yapılacak her türden müdahale iç titreten bir çekingenliğe yol açan bir şey. Bu konuda asıl cesaret veren şey ise genç cumhuriyetin 100.yılını kutlayacak ve taçlandıracak bir anma yapısı yapmanın vereceği heyecan.
Çağlar boyu orada olana el sürmek, ucuz sembolizme yaslanmak yerine, bağlamsal bir içerik kurmayı ve karşılık taşıyan bir imge üretmeyi gerektiriyor.
1954- 1990 arasında işleyen taş ocakları tepeye, birçok noktasından oyulmuş, nişleşmiş mekânlar içeren kendine özgü bir yapısallık bahşetmiş. Yılların ve deneyimlerin verdiği yara izleri gibi, topoğrafyaya karakterini veren birer derin izler bunlar. Her ne kadar dışarıdan zorlama müdahaleler gibi de olsa, artık kendiliğindenlik taşıyan bu mekansallık, alanın içerisinde kayda değer bir potansiyeli işaret ediyor.
Üç tarafını jeolojik kesitleri ile çevreli çukur nişlerden birine yerleşip, eksik kalan çeperini tamamlayarak kendiliğinden bir mekan oluşturmak, bunu yaparken kullanılacak malzemeyi yine kendisinden üretmek gerekirdi. Bu sert ve yüksek coğrafyada, topoğrafik avlusunun içerisinde konumlanıp, yarattığı mekân ve mikro klimayı avantaja dönüştürmeyi mümkün kılarak, “anma çukuru” oluşturuldu. Üçüncü çeperin mevcut zeminden çıkarılacak taş blokların üst üste konması ile oluşturulacak ve görünür bir büyüklüğe ulaştırılacak bir kütlesel etkiye sahip olması öngörüldü. Bu girişim, mevcutta var olandan tekrar üreten yapma şekli ile tasarımın en önemli öğelerinden biri olan “aidiyet duvarını” oluşturdu. Hep orada olanın üzerine yüklenen anlamı ve gerekçeyi taşıyacak bir cüssesi olması, kendini gösterir olması gereksinimini kaçınılmazdı. Bu duvar, çukurun çeperini tutarken, bir yandan tepenin yüksek ve görünür noktalarından birine yerleşerek, alana yaklaşım(Atatürk’ün Ankara’ya gelişi) ve yönlenilen nokta (Anıtkabir) arasındaki önemli aksı tutmuş oldu.
Duvarın oluşturduğu güçlü aidiyet hissine ek olarak bu aksı bir aralık olarak tanımlayabilecek, duvarın kente dönük yüzünü mekanlaştıracak, orada kadim zamandır anlam katacak bir parçaya daha ihtiyacı vardı tüm bu kompozisyonun. Önünde artifize tavırla konacak delikli betonarme duvar, heybetli duvarın ön yüzeyine anlam katacak, onu örgütleyecek, ve insan hareketinin ve anma ritüelinin bir parçası haline getirecek mekansallığı sağlayacak olan yüz ışık duvarı, tasarımın tamamlayıcısı olarak yerini aldı. Batı yönüne dik konan delikler sayesinde batı güneşinin içeride ışık gölge oyunlarına dönüşebilen, geceleri ise deliklerin aydınlatması ile, hem uzaktan hem de en yakınındayken mekânsal kurgunun şiirsel dokunuşu oldular.
Avlunun doğu kısmındaki doğal nişine, rüzgara karşı en korunaklı kısmında, 1919 yılında Atatürk’ü karşılayan Seymenlerin yaktığı ateşin anılabileceği bir ateş çukuru konuldu. Kuzey kısmındaki çeperi tutan ve üst kot ile bağlantıyı taşıyan rampa yapının altında ise sergi ve yeme içme servis mahallerini de içeren bir ziyaretçi merkezi konumlandırıldı. Bu merkez, hem ziyaretçiyi bilgilendirecek, hem sergi ile ziyaret sürecine katkıda bulunacak hem de bir dinlenme mekanı sunacak şekilde tasarlandı. Amaç, yapının var olan yüzey ile birbirine karışması ve bütünleşik bir yapı şeklinde algılanması ve yaşaması olarak belirlendi. Bu bağlamda mekan toprak altında yok edildi; biçim yüzeyin doğal plastiği içinde eritilecek şekilde yeniden yorumlandı.
Şartnamede, anıt/anma mekanı ile ilişkili olması beklenen mimari yapılar, anıt ile dolaylı ilişkili olarak kuzeydeki büyük niş içerisine, alanın üst kotu ve alt kotu arasında ilişkilenebilecek şekilde yönelen arazi formuna uyumlu, eğime dik teraslanarak ve parçalı şekilde yerleştirilebileceği öngörülmüştür. Böylece topoğrafyanın yapısı ile hemhal bir yapısallaşma olabileceği, kent vistasının hem bu mahaller için maksimize edilmesi, hem de tepe noktadan bakının önüne herhangi bir engel oluşturmadan yapısallaşabilme ihtimali gerçekleşebilecektir.
Yarışma alanı, Ankara’nın yoğun kent dokusunun güneyinde yer alan, Ahlatlıbel kavşağı ile iki ana artere dönüşen D750 karayolu (Konya-Samsun Yolu) ile çevre yolu arasında kalan kentin en yüksek noktalarından birisidir. Bu alan güneydeki Odtü ormanı ile kentin gelişiminin sıkışması ile yoğunluğun düzensiz olarak arttığı Dikmen ve yeni dönüşen Oran bölgelerine hakim bir tepe olmasına rağmen bu yoğunluk ve kentsel karmaşanın içinde ayrışmış ve yalıtılmış olarak var olmaktadır.
Alanın güneyinde Eymir Gölü ve Mogan Gölü yer almaktadır. Ankara’nın en önemli iki rekreatif alanı olan bu göller ile beraber güney yönünde kent dokusu gevşeyerek biçim değiştirmiştir. Kentin dış çeperini oluşturan bu gevşek doku çoğunlukla konut kullanımı olarak dönüşmüştür.
Ankara Çevre Yolu ile beraber sınırlanmış kent dokusu doğu yönünde İmrahor Vadisi ile son bulmakta ve bu eşik ile kentin sınırları belirginleşmektedir. İmrahor Vadisine paralel devam eden çevre yolu kentin dış çeperinde kesintisiz bir hız yolu olarak kullanılmaktadır. Bu yolun yoğun kullanımı ise zaten belirginleşmiş olan dış sınır izini sabitlemiştir.
Alanın batısında yer alan Odtü Ormanı ise kentin üst üste yığın halinde gelişen katmanlarının neden olduğu kirliliği filtrelemek ile beraber kentin bu bölgesinde gelişimi durdurmuştur. Orman bu durağanlık içinde kendini yeniden var ederek bitkisel doku olmanın ötesinde kentin vazgeçilemez bir unsuruna dönüşmüştür. Bu boşluktan sonra kent yeniden biçim değiştirmektedir. Bu biçim, küçük parsellere ayrılmış kent dokusunun ayrışarak kendini yok etmesinin bir sonucudur.
Alanın kuzeyi ise Ankaranın yoğun kent dokusundan oluşmaktadır. Sırasıyla, Akpınar, Keklik Pınarı, Gökkuşağı, Cevizlidere, Oğuzlar ve Balgat mahalleri İnönü-Dumlupınar Bulvarına kadar kendi içine kapanık ve sıradanlaşmış kurguları ile yoğun bir konut dokusundan oluşmaktadır. Belirgin imar kararları, hızlı üretim, aynı elden çıkmışlık etkisi ile bu mahalleler bir takım tekrarlardan oluşan sokak örüntülerinin ötesine geçememiştir. Yoğun dokunun neden olduğu trafik ve kamusal kullanım için yetersiz üretim ise bu bölgenin çoğunluğunda nitelik olarak beklentinin altında bir doku olarak karşımıza çıkmaktadır. İnönü Bulvarı ise yine bir eşik sınırdır. Bu sınırın hemen kuzeyinde ye alan Emek, Bahçelievler ve Anıttepe ise daha az yoğunlukta ve yeşil alan bakımında daha nitelikli boşluklar barındırmaktadır. Anıttepe muhitine adını veren Anıtkabir ise siluetteki etkisi ve yeşil boşlukları ile bu alanın genel olarak yoğunluğunun belirleyicisi gibidir. Anıtkabir’in kentin özellikle bu bölgesinde gabarinin belirlenmesinde ve yoğunluğun azaltılmasında etkisi olduğu aşikardır.
Dikmen, Çaldağ Tepesi, morfolojik yapısının genel kent dokusundan farklı oluşu, tarihi bir hafızaya sahip oluşu ya da kentin yoğun arterlerine yakın olmasına rağmen kendini muhafaza ediş biçimi ile diğer bölgelerden farklılaşmaktadır. Tepe hem kentim birçok yerinden görülmekte hem de panoramik yapısı ile neredeyse kentin tamamına hakimdir. Bu bağlamlar düşünüldüğünde böyle bir anıt fikrini barındırmak adına marjinal olması yanında çok uygun bir yapı ve hafızaya sahiptir. Kentlinin bile tam olarak bilemediği dolambaçlı yolları ve derme çatma yapısının eski izlerini koruyarak yeniden kurgulanması ile bu alan kent içinde yeniden var olabilir. Bu bağlamda sanki alan kendini bu gün için saklamış gibidir.
Yapıya yaklaşımda önemli arterler olan Turan Güneş Caddesi, Dikmen Caddesi, Ahlatlıbel kavşağı ile Mevlana Bulvarı ilişkisinin daha doğru bir biçimde kurgulanması ile bu tepede yapılacak olan bu anıt mekan kurgusu kentin kalanına etki edebilecek seviye ve niteliktedir.
Bu bağlamda trafik önerilerine minör dokunuşlar yapılarak kentlinin yolculuğunda etkili bir drama, dönüşümün öncüsü ve 100. yılın göstergesi olarak sembolleşebilecek nitelikte olan bir alan; kayalık bir yüzeyin kentsel bir metamorfozu olarak üretilebilir.
Çaldağı Tepesi panoromik olarak kente hakim bir noktada yer almaktadır. Bu hakimiyet doğası gereği birçok önemli nokta ile görsel teması sağlamaya yönelik önemli bir avantajı barındırmaktadır. Bu durum öneri tasarım ana omurgasıdır. Bu omurga aynı zamanda Anıtkabir aksı ile bütünleşik bir senaryo barındırır.
Kentin içinde Anı/Anıt mekanlarının dönüştürücü etkisi sayısız kereler dünyanın hemen her yerinde görülmüştür. Anıt/Anıt mekanı kentin en güçlü hafızasıdır. Kent bu bağlamda dönüşmek için isteklidir. Tıpkı dokuların dönüşümünden önceki seyrelme gibi kabul edilmiş bir Anıt, ken içinde önce bir seyrelme ve sonrasında daha tutarlı bir sıkılaşmaya neden olacaktır. Bunun en iyi örneği Anıtkabir ve çevresinde görülmektedir. Etkileyici ölçekte bir boşluğa sahip olmasına rağmen Anıtkabir, çevresi ile neredeyse kusursuz bir etkileşim yaratmıştır. Anıttepe, Tandoğan ve gençlik caddesi gibi daha sıkılaşmış olan alanların bu boşluk ile ilişkisi şaşırtıcı derecede iyi bir gerçekliktedir. Ölçek ilk seyrelmenin sonrasında yeniden yorumlanmış ve kendini daha sıkı bir formda yeniden üretmiştir. Öyle ki ölçeğin ve boşluğun etkisi yaya etkileşimini bile kesmemiş bilakis etkileyici şekilde geliştirmiştir. Yürüme mesafelerinin fazlalığı bile yayaya eşlik eden duvarlar ile kent içinde eritilmiştir.
Bu etki “Anıt Etkisi” olarak anılabilir. Bu kentin hafızasına etki edecek nitelikte bir etkidir. Yarışma alanının bulunduğu bölge de böyle bir etkilenme ile kendini yeniden var etme ve dönüştürme potansiyelini taşımaktadır.
Alanın yüzeyinin bazı bölümleri insan eli ile bazı kısımları doğal değişimler ile bazı yerleri ise yapısal olarak dramatik kot farklarına sahiptir. Çoğunlukla taşlık ve kayalık olan bölgenin varoluşu boyunca oluşan çok katmanlı yapısı bir yandan yüzeyin direncini arttırmış hatta su geçirgenlik katsayısı bile zamanla azalmış ve yüzey sertleşmiştir. Kayalık olan bölgelerin suya karşı direncinin toprak ve mil katmanlardan oluşan bölümlere göre daha dayanıklı oluşu, yoğun yağış ve rüzgar etkisi ile farklı yüzeysel tahribatlara uğramıştır.
Alana genel olarak dramatik kurguyu veren bu doğal olaydır. Farklı düzeyde yapıların verdiği farklı etkileşimler sonucunda yüzey değişmiş, bozulmuş ve dönüşmüştür. Bu dönüşüm doğaya ait bir üretimin sonucu olduğu için mekansal etki bir o kadar güçlü ve bağımsızdır. Mekanı var eden mekanın kendisidir. Yüzey dönüşerek oyuntular, tepeler, çukurlar oluşmuştur. Kalan yükseltiler zaten güçlü olandır, aşınma dayanımı çok yüksek olan kayalık dokudur.
Aşınma ve çözülme, asidik kent havasının yağmur ile toprağa ulaşması ve özellikle yüzeydeki azot dengesinin bozulması ile oluşur. Asidik etki yapısal bütünlüğü bozarak toprak ve mil katmanların aşınmasına neden olmakla birlikte geriye morfolojik olarak sürprizli bir yüzey oluşturmuştur. Bu aşınma ve çözülmenin ironik yanı ise yapısal bütünlüğü kaybeden yüzeyin aslında aşınmaya daha dayanıklı bir yüzeye dönüşmesidir.
Oluşan yüzey bitkisel olarak daha zayıf bir yapıdadır. Bunun nedeni aşınma ile eksilen heterozi,k toprak katmanlarıdır. Bu alanda yetişebilecek bitki türlerinin yüzeyi yeniden dönüştürmesi ile kök yapıları ile bağlanmış yeni bir heterozik yüzey geliştirilebilir. Bunun için kayalık yüzeyde ve taşlık alanlarda yetişebilecek özel türler belirlenmiş ve yer yer uygulaması önerilmiştir.
Alıç bu bölgenin önemli bir bitkisidir. Kuş türleri içinde önemli olan bu bitkinin kayalık alanda yeni bir Fauna dönüşümünde etkisi önemlidir.
Dağ muşmulası ve kelebek çalısı yine bu bölgede rüzgarlık alanda yaşayabilecek endemik türlerden ikisidir. Bu türler çalı grubunda olup, minimum su ihtiyacı içe kök yüzey üretiminde önemli bir yer alacaktır.
Ardıç, en eski türlerden birisi olarak bu coğrafyaya ait bir endemik yabani ağaç türüdür. Binlerce yıl yaşama ve kadimleşme kabiliyeti anıta yaklaşımda önemli bir görevi alması için kullanılmıştır.
Ardıçlı yol, yürüme eyleminin daha sakin ve keyifli olmasını sağlayacaktır.
Kırtık otu ve kuşburnu çeşitlemek ve yeni bir flora geliştirmek için öneri türlerden bazılarıdır. Kuşburnu bitkisinin önemli kuş türleri içinde davetkar yapısı, yüzeydeki drama için kuş sesleri etkisini üretecektir.
Berberis, biberiye ve kekik yine tasarımda önemli bir kurgu olan “koku yolu” boyunca kireç taşı, andezit ve kızıl taş yüzeyin azot kokusu ile beraber kokunun mekansal etkisini üretecek elemanlardır. Bu koku yolu, kentin hafızasını üretmek için kentliye açık alanın kodları olarak verilecektir. Koku ile hafızayı daha iyi pekiştirme kabiliyetine sahip beyin için alternatif bir etkileşim üretilecektir.
Adaçayı, limon kekiği ve çayır ada çayı bitkileri alandaki koku yolunun diğer önemli aktörleri olarak belirli oranlarda yol üzerinde konumlandırılacaklardır.
1 Yorum
Bulunduğu tepenin doğal yapısına uyumlu, minimal ölçekte tasarlanmış, başarılı bir proje.