ABB (Ankara Büyükşehir Belediyesi), Ankapark’ı ve sürecini topluma anlatmak için geziler düzenlemeye başladı. Cumartesi ve pazar günleri 11.00-16.00 arasında yapılan gezilere ücretsiz olarak katılmak mümkün. Bu vesileyle Ankara’ya bir kez daha gittim. Genellikle her yıl onlarca gün Ankara’da bulunan bir İstanbullu olarak Ankapark’la ilgili gözlemlerimi aktaracağım.
Düşünmek, anlamak, anlatmak için Ankapark yetmez. Hatırlamak lazım; Ankara aslında bir tema parka dönüşmüştü. Bu tema parka dönüşüm Ankara’daki büyük imar operasyonlarını gizlemek, tartışmak için oldukça uygun bir zemin yaratıyor. Bu nedenle yazının girişinde bu tuzağa düşmediğimi, yıllardır Ankara’ya giden birisi olarak Ankara’daki korkunç değişim sürecini adım adım izlediğimi söylemeliyim. Milyarlarca dolarlık (belki trilyon mertebesini de konuşabiliriz) imar ve inşaat söz konusu. İdareler, mimarlar, inşaatçılar ve geliştiriciler bu işin paydaşı.
Zaten bir yandan da 800 milyon doların çöpe atılacak bir projeye yatırılmasını sağlayan da bu imar düzeni değil mi.
İstanbul da çılgın projelere konu oldu. Merhum Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Sivri Ada’ya 100 m’den büyük bir Semazen Heykeli konduracaktı. İstanbul’un Marmara ve Karadeniz kıyıları için çılgın ada projeleri hazırlandı (Ne yazık ki bu kapsamda ada olmasalar da benzer kötülük seviyesinde Yenikapı ve Maltepe dolguları yapıldı). Ama hiçbir zaman bu konuda İstanbul Ankara ile yarışamadı. Ankara bir yandan büyük imar operasyonlarına konu olurken öte yandan yapılacak bu inşaatlara ulaşımı tamamen karayoluna bel bağlayarak çözmeye çalıştı. Battı çıktılar adeta Ankara’nın yeni simgesi oldu. O kadar ki Anadolu’daki şehirler bu battı çıktıları örnek alarak kendi şehirlerinin de canına okudu. Battı çıktılara paralel olarak viyadükler, katlı kavşaklar, ODTÜ Kampüsü’nün içinden yol geçmesi kavgaları yapıldı. Tartışma bugün bile tazeliğini koruyor. Zamanla Ankara bir yaya cenneti olmaktan çıkıp bir otomobil cehennemine döndü.
Gelişmelere paralel olarak Türkiye’de Osmanlı & Selçuklu tarzı diye bir şey uyduruldu. Bu tarz aslında mimari programın eskiden nasıl -iyi ya da kötü- çözülüyordu ise devamıydı. Gerçek sorunlar masaya yatırılmadığı için geriye gidişe de neden oldu. Yapıların kentsel bağlam içindeki yeri, ihtiyaç programına cevap vermesi, yönlenmesi ve diğer iklimsel performansı, detay üretimi ve buna paralel nitelikli yapı üretimi bir adım ileri gitmedi. Hatta yılların modernist birikimi kenara konduğu için geri gitti.
Osmanlı & Selçuklu mimarlık esas olarak çimento, beton ve tuğla ile yapılan mimarlıktı. Eskisinden hiçbir farkı yoktu. Bir inşaatın ilk gününden son anına kadar her şey eski düzendeydi. Tek farkı ise son aşamadaki dekorasyonun Osmanlı ve/veya Selçuklu olduğu iddia edilen bir takım bezemelerle değişmesiydi. Bu bezemenin ardında yine betonarme, yine delikli tuğla, yine harç, sıva, boya olduğunu da bir röntgen cihazı ile bakar gibi gözünüzün önüne getirmelisiniz.
1955’te açılan Esenboğa Havalimanı’na bugün hala raylı sistem ulaşımının olmadığı; yukarıda bir fotoğrafını vermeye çalıştığım şehirleşme ve mimarlık ikliminde, Ankara’da niteliksizlik çıtasını daha da yukarıya taşıyacak bir takım gelişmeler de oluyordu.
15 Temmuz Darbesi’nin ardından el konulan İpek Üniversitesi’nin yapıları bunlardan birisiydi. Tanınmış mimarlık ofisimizce tasarlanan kampüsle Gülen Cemaati’nin mimarlık kültürü çapını da görmüştük.
Ve Ankara’nın kapıları… Seçimde vaat edilen 5 kapı; İstanbul, Eskişehir, Konya, Samsun ve Esenboğa yolunun duble ve gıcır asfaltlarına konduruldu. Artık Ankara’ya girerken iki şeyden kaçınmanız mümkün değildi: beton blokları, çadırları ve gecekondumsu görüntüsü ile güvenlik güçlerinin kontrol noktaları ve bu kapılar…
Ve nihayet; ardından Osmanlı Stadyumu ile çıta arşa çıkarıldı. Stadyum o kadar şehir dışındaydı ki Avrupa Birliği’nin en kalabalık şehri Berlin’in neredeyse iki katı nüfusa sahip Ankara’da stadyumdan hemen sonra bozkır başlıyordu. Bugün bile stadyumun komşusu hala bozkır. Futbol kulübü Ankara Büyükşehir Belediyesi ilişkisi ve buraya aktarılan kaynak bu yazının konusu değil (Herhalde birileri de bunları yazacaktır). Makine gibi çalışması gereken bir yapının da Ankara mimarlığının dibe gidişinde bir yapı taşı oluşu ibreti alemlikti.
Sahte malzemelerle yapılan kapılar ve kuleler Ankara mimarlığının alameti farikası gibiydi. Polyester ve türevi malzemelerle yapılan heykeller ise adeta son darbe oluyordu. Altın ve gümüş renkli, 8-10m yüksekliğinde, kaslı, yerine göre palalı, mızraklı ve oklu polyester yiğitler adeta stadyumun bekçileriydi. Gökçek dönemi Ankara Büyükşehir Belediyesi mimarlığı için bir tipolojiydi bu.
Çıraklık ve kalfalık döneminin sonuna gelinmişti. Dünya ölçeğinde ses getirecek bir proje yapılmalıydı. Proje de Ankapark’tı…
Ankapark’ın ve ~250 bin m²’lik otoparkının yer aldığı alan daha 2012’nin sonuna dek tarla. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin süreç hakkında toplumu bilgilendirmek için hazırladığı broşüre göre tesisin resmi açılış tarihi 21Mart 2019. Cumhurbaşkanı Erdoğan Ankapark’ın açılışında şunları söylemiş:
Toplam büyüklüğü 1 milyon 300 bin metrekareye varan Ankapark tüm Türkiye’nin gurur sembollerinden biridir.
Ankapark aynı zamanda çevre dostu bir projedir. Toplam maliyeti 1 milyar 396 milyon lirayı bulan Ankara Büyükşehir Belediyemiz yıllık 50 milyon lira kazanç elde edecektir. Ankapark’ın şehrimize çok ciddi katkıları olacaktır.
Ankara’nın marka değerini daha da artıracağına inandığım bu önemli eserin size ve tüm kardeşlerime hayırlı olmasını diliyorum.
Havaların biraz daha ısınmasıyla beraber Ankapark’ın da dolup taşacağına inanıyorum.
Başta Melih Gökçek kardeşim, diğer görevliler, mimarı ve mühendisiyle katkısı emeği bulunan herkese bir kez daha teşekkür ediyorum.
Açıldıktan 8 ay sonra, Covid henüz başlamamışken 29 Kasım 2019’da işletmeci Ankapark’ı ziyarete kapatarak Cumhurbaşkanı’nın söylemlerinin havada kalmasına neden oldu. 25 Mart 2022’de de parkın işletmecisi resmi olarak iflas etti. İnternette arama yapıldığında parkı işleten şirketin adının tam ne olduğu, yönetim kurulu üyelerinin kimler olduğu gibi bilgiler oldukça muğlak.
Açık olduğu 8 ayda parkın neye benzediğini görmek isterseniz şöyle bir videodan göz atabilirsiniz:
Dünyanın en çok ziyaret edilen 10 eğlence parkından 4’ü Orlando’da 10km çaplı bir dairenin içinde. Walt Disney Attractions’a ait bu parkların her birisi yıllık 10 milyonla 20 milyon arasında ziyaretçiyi ağırlıyor. Bunlardan hiçbirisi Ankapark’tan büyük bir alan kullanmıyor. 2021 sayılarına göre dünyanın en fazla yolcu kapasiteli 7. Havalimanı Orlando Havalimanı bu tema parklara ~20km mesafede.
Lego’nun eğlence parkı Legoland Billund’da. 7.000 nüfuslu Billund yıllık 15 milyondan fazla ziyaretçiyi ağırlayan Legoland’in ev sahibi şehir.
Ankapark açıldığında giriş ücreti 45 TL’ydi. Türkiye’deki en önemli ve uluslararası alanda kabul görebilecek tek eğlence parkı olan Antalya’daki Land of Legends’a aynı tarihteki giriş ücreti 355 TL idi yani 8 katı fazla…
Ankapark otoparkı ile yaklaşık 1.300 dönüm alanda inşa edildi. Land of Legends 622 dönüm. 622 dönümün içinde çok büyük bir otel, çok büyük bir AVM, birisi ıslak diğeri kuru olmak üzere iki tema park ve bir de alanın yaklaşık çeyreği kadar rezerv alan var.
Antalya Türkiye’nin en yoğun 2. dünyanın en yoğun 48. havalimanı. 30 Temmuz 2022’de iç hatta 113, dış hatta 956 olmak üzere toplamda 1.069 uçak trafiğine hizmet verdi. Dünya’da 200’den fazla noktaya uçan THY’nin Ankara’dan uluslararası uçuş sayısı ise 15. Bu arada İstanbul’dan -ve herhalde başka pek çok yerden de- 7.000 nüfuslu Billund’a doğrudan uçulabiliyor.
Alanın dörtte birine denk gelen 273 dönümü otopark olarak ayrılmış. Otopark alanının üzeri güneş panelleri ile donatılmış. Herhalde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sürdürülebilirlik söylemi buradan gücünü alıyor.
Oysa Ankapark’ın 2,5km güneydoğusunda Ankaray, 2km kuzeyinde M1 metrosu ve Şentepe teleferiği var. 250m yakınında ise Başkentray’ın Motor Durağı istasyonu var. Bu istasyona Ankara Garı’ndan 9dk’da (15dk’da bir çalışan trenlerle) erişmek mümkün. Ankara Garı’na ise İstanbul, Kocaeli, Sakarya, Eskişehir, Konya ve Karaman’dan hızlı trenlerle ulaşılabiliyor ve yakında İzmir ve Sivas’tan da ulaşılabilecek. Aslında Türkiye nüfusunun yarısından fazlası trene bindikten sonra bir daha otomobile binme ihtiyacı duymadan Ankapark’a ulaşabilirdi.
Peki biz ne yaptık? Ankapark’ın ana girişini 6 şeritli, otoyol niteliğindeki İstanbul yolundan ve her zaman olduğu gibi otomobil ağırlıklı olarak verdik.
ABB’nin broşürünün son sayfasında üç adımlı bir yol haritası var:
~ 1 milyar dolarlık, çetrefilli konular içeren böylesine bir teknik problemin ne yapılacağına Ankaralılarla beraber karar vermeyi düşünmek çok kötü bir fikir. Tasarımcı, mühendis ve finansçılardan oluşacak bir teknik ekibin Ankaralılar ve siyasetten bağımsız bir şekilde yol haritasını oluşturması çok daha doğru olacaktır. ABB’nin yapması gereken süreci tam bir şeffaflık içinde yürütmek, dışarıdan gelecek baskı ve yönlendirmelere, eleştirilere göğüs gerebilecek, zaten hatalı kararlar almayacak kadar güçlü bir kurul oluşturmak.
Ankara’nın zaten bir tema park olduğundan bahsederek başladığım yazımın sonuna geldim. Dünyada eğlence parkları kapitalist sistemin önemli bir parçası. Bu parklar her yıl yarım milyara yakın kullanıcıyı ağırlıyor. Hem o ölçek için hedef koyup, büyüklük belirleyip hem de bu işi bir Anadolu kasabasında yapıyormuş gibi davranınca ortaya bu istenmeyen sonuç çıkıyor. Eğlence parkları da sahte ama sahteliğinin bir gerçekliği var. Ankapark’ın sahteliği bile sahte…
Temaparka dönüşmüş bir şehirde; sahte, üzücü sonla biten bir film bizimkisi. Bu parkın girişimcisi ve yatırımcısı belediyeydi. Dünyada bunun başka bir örneği var mı bilmiyorum. Atatürk Orman Çiftliği’nin inşaata açılma tartışmaları, kentsel tasarım alanındaki sorunlarıyla ABB’nin elinde patlamaya hazır bir bomba. Bakalım bu problemin içinden çıkılabilecek mi.