Konya ile ilk tanışıklığımız ODTÜ’de Prof. Dr. Ali Uzay Peker’in üçüncü sınıf mimarlık tarihi dersi için günübirlik yollara düştüğümüz bir okul gezisine dayanır. 2009 yılında gerçekleştirdiğimiz bu seyahatin ilk durağı Zazadin Han (kapak fotoğrafı) adında bir kervansaray yapısıydı. Çevresinde tek bir izohips eğrisi bulunmayan ovanın içindeki yapı, bize kervansarayın tanımını sözlüğe hacet kalmadan açıklamaya yetmişti. Haritada bugün göremediğimiz bir rotanın içinde, uçsuz bucaksız boşluğun içinde bir durak noktasıydı. Kente henüz ayak basmamışken bize Konya coğrafyasını anlatan bir durak…
Bu kez de 2016’nın Ekim ayı sonunda Bilgi Üniversitesi İç Mimarlık Bölümü ikinci sınıf öğrencilerinin stüdyo projelerinin keşif sürecini bu coğrafyada başlatmaya kara verdik. Mimarlık fakültelerinin hayatımıza kattığı seyahat geleneğine uygun olarak yine bir otobüsle çıktık yola. Gezilerin safi otobüs içinde harcanan kısmının bile başlı başına bir deneyim olduğunu hep beraber tekrar hatırlıyoruz; bir trafik kazası sebebiyle üç saat hiçbir yerin ortasında otobanda beklemek de bu deneyime dahil.
Konya haritalarının izohips yoksunluğu hakkındaki bilgilerimiz, Orta Anadolu’nun Türkiye’nin ‘buğday ambarı’ olarak tanımlandığı hayat bilgisi derslerine dayanır. Birkaç sene önce sosyal medyada çokça paylaşılan bir görsel, Konya coğrafyasını tanımlamak için esprili bir yöntem kullanmıştı. Görselin kendisine ulaşamadığım için kelimelerle zihninizde canlanmasını sağlamaya çalışacağım. Turistik değeri yüksek bazı ülke başkentlerinin simge yapıları kullanılarak siyah siluetleri sıralanmış, Konya da bu listenin sonunda düz bir çizgi olarak sembolize edilmişti. Anadolu’nun göbeğinde dev bir düzlük.
Alâeddin Tepesi (kaynak: konya.com.tr)
Konya ve çevresi fiziki haritalarda ova olarak kategorize edilse de çağlar boyunca insanların coğrafyanın düzlüğüne karşı yapay yükseltiler ile dikeyde mesafe kat etmeye çalışmasının izlerini şehrin çevresinde bulunan 400’e yakın höyük üzerinden okuyabiliyoruz. Coğrafyanın sonsuz düzlüğü içinde kendiliğinden oluşuvermiş gibi görünen bu tepeciklerin bin yıllarla ölçülemeyen hikayeleri henüz hepsinde ortaya çıkarılmamış. Sadece çevresinde değil kentin merkezinde yer alan Alâeddin Tepesi de bu coğrafyanın çok katmanlı tarihinin en görünür belgelerinden biri haline gelmiş, MÖ 3.000’li yıllardan kalma bir höyük. Yerleşimin tarih içinde biriktirdiği bu yükseltiler kişinin yerleşim üzerinden zamanla kurduğu ilişkide de somut izler bırakıyor. Gezinin ikinci günü yaptığımız Çatalhöyük ziyareti sırasında höyüklerin nasıl yükseldiğini, her kültür katmanının zamanla nasıl birbiri üzerine eklendiğini, baktığımız bu minik tepelerin her metresinin yüzlerce yıl demek olduğunu öğrendiğimizde kent tarihine dair algımız da aynı ölçüde derinleşti.
Çatalhöyük kazı alanı ve korugan
Gezgin olarak var olduğumuz yeni çevrelerde istemli ya da istemsiz olarak ilk yaptığımız eylem kente dair bir zihinsel harita oluşturmak. Konya’da da Alâeddin Tepesi’ni merkeze alarak yürüdüğümüz noktaları farklı özellikleriyle zihinlerimize kaydetmeye, yer-yön duygumuza referanslar katmaya başlıyoruz. Tepenin, aktif kullanılan bir mesire yeri olması, yüzyıllar içinde meydanlarla ve geniş yollarla çevrili kamusal alana dönüşmüş olması, kentin kimliği hakkında da yorum geliştirmemizi sağlayan ilk zihinsel harita kaydı oluyor.
Merkez Bankası Konya Şubesi (fotoğraf: Deniz Tümerdem)
Alâeddin Tepesi’ni Mevlâna Müzesi’ne bağlayan Mevlâna Caddesi üzerinde yürüyüşümüzü sürdürürken, farklı dönem yapılarının biraradalığına dair başka örnekler de buluyoruz. 1969 yılında inşa edilen, modern mimarlık mirası olarak tanımlayabileceğimiz Merkez Bankası yapısıyla, 1201 tarihli Selçuklu Dönemi eseri İplikçi Camii yüz yüze bakarak var olmaya devam ediyor. Mimarlık tarihi derslerinden bildiğimiz pek çok anıtsal yapı yürüyüşümüz sırasında birer birer karşımıza çıkıyor. Karatay Medresesi, Alâeddin Camisi, İnce Minareli Medrese ve sayısız diğer eseriyle, Bizans ve Osmanlı arasında evrilen Selçuklu kültürünü en yoğun yansıtan şehir Konya olabilir. Kentin bizi yönlendirmesine izin verip ara sokaklara daldığımızda da 1910 tarihinde inşa edilmiş ve hala özgün işlevini sürdüren, kentin mübadele öncesi çok kültürlü nüfusunu hatırlatan bir Katolik kilisesi ile karşılaşıyoruz.
1910 yılında inşa edilen Katolik Kilisesi
İplik Camii (kaynak: konya.com.tr)
Keşfimizin önemli bir kısmı, zihinsel haritamıza gastronomik eklentiler yapmayı da kapsıyor. Yola çıkmadan önce yaptığımız listeleri yerinde edindiğimiz bilgilerle bir araya getirip “Vedat Milor’ün ağladığı kurufasulyeci”yi aramaya başlıyoruz. Herkesçe bilinen etli ekmeğin dışında Konya’nın saklı bir lezzeti olan yağ somunu ile tanışıyoruz. Gastronomik gezintimiz kentin tarihi ticari merkezi olan arastayı bulmamızı sağlıyor. Bir ya da iki katlı, oldukça küçük ölçekli dükkanlardan oluşan bu ızgara dokunun içinde özgün ticari fonksiyonlara işaret eden sokak isimlerini takip etmeye başlıyoruz: Kunduracılar, kaşıkçılar, tuzcular, fıçıcılar, sandıkçılar, çıkrıkçılar, kurşunlar, dülgerler, demirciler, kömürcüler…
Arasta Çarşısı
Gün bitimine yaklaşırken keşif yürüyüşümüze devam etme kararı alıyoruz. Patti Smith’in “last night in Konya a voice carried me (dün gece Konya’da bir ses beni sürükledi)” cümlesiyle başlayan “Mosaic” isimli şarkısının çok kişi tarafından bilindiğini sanmıyorum. Karasal iklimin yüzümüze sertçe vurduğu bu akşamda, ekipten kayıplar olsa da biz de kentte bir gece turu başlatıyoruz, sisli meydanlar ve sokakların arasında Patti Smith’in en çok hayran olduğu şair olan Mevlana’nın da kent içindeki görünür izleri haritamızda, Konya’nın “inanç merkezi” kimliği üzerinden girdiler olarak yer alıyor.
Konya’yı gündüzüyle gecesiyle tanımaya çalıştığımız seyahat sonrası, tüm bu kısa gezi notları üzerinden Konya’nın kent kimliğine dair bir tanım üretmek zor. Gezi boyunca grup içinde yaptığımız tartışmalar ve değerlendirmeler üzerinden bir çıkarım yapmak gerekirse, genellemelere dayanan öngörülerimizin hızla değiştiğini söylemek herkes için ortak nokta olur. İşleyen, geniş, ferah bir kent Konya; tarih ve bugün arasındaki denge ve ilişki çok güçlü; farklı nitelikteki şaşırtıcı kent ögelerinin dinginlik içinde bir arada var olabilmesine tanıklık etmek de çok keyifli. Ben bu gezi sonrası zihinsel haritamın adını “herkes tarafından biraz daha keşfedilmeyi hak eden şehir: Konya” koydum.
“- Patti Smith gerçekten geldi mi sence Konya’ya?
– Bunu yağ somunu yerken konuşalım.”
Geziyi mümkün kılan Veli Şafak Uysal’a, öğrenci ve hocalarıyla tüm stüdyo ekibine ve Çatalhöyük kazısına 10 yılını vermiş Numan Arslan’a teşekkürü borç bilirim.
Not: Aksi belirtilmediği sürece tüm fotoğraflar yazara aittir.
Yaldız, E. & Sayar, G. (2016), Modernizmin Mimariye Yansıması ve 20. Yüzyıl Konya Modern Mimarlığı, Online Journal or Art and Design, Vol. 4
Atçeken, Z. (1998), Konya’daki Selçuklu Yapılarının Osmanlı Devrinde Bakımı ve Kullanılması, Türk Tarih Kurumu
Özkan Ter, Ü. (2002), Konya Kenti Açık ve Yeşil Alan Varlığı İçinde Tarihi Kent Merkezinin Kentsel Tasarımı Üzerine Bir Araştırma, Doktora Tezi, Peyzaj Mimarlığı Anabilim Dalı, Ankara Üniversitesi