Aspat'tan, "yakamda umut çiçekleriyle" ayrıldım ve o çiçeği koklayarak yazmaya devam ediyorum.
Yaşadığım Bodrum için 8,5 yıldır neredeyse bir kitap oluşturacak kadar yazı kaleme aldım. Bunların çoğu, benim bilgi ve ilgi alanım olan kültür, sanat, planlama, koruma ve mimarlık üzerine yazılmış yazılar idi. Çoğunda da ana tema, şöyle özetlenebilirdi: Ülke, onlarca yıldır bütünüyle “kültür ve sanatın siyasetten ve yaşamdan soyutlandığı” bir ortama sürüklenmiş idi. Ülkeye, neredeyse bütünüyle egemen olan “yağma kültürü” kuşkusuz Bodrum’u da etkiliyordu. Ancak Bodrum, gerek taşıdığı coğrafi ve ekonomik özellikler nedeniyle, gerekse “koruma kararlarının” yardımı ile ülkedeki çoğu “benzer kentlerine” göre hala “ümit var” yapısını koruyordu. Ancak daha da önemlisi, Bodrum’un, ülkenin hiçbir kentinde rastlayamayacağınız bir kültür popülasyonuna sahip oluşu idi. Ancak buna, sadece “ayrıcalıklı potansiyel” denebilirdi. Yeterli örgütlülük seviyesine ulaştırılamadığı sürece de “atıl bir gizil güç” olarak kalmaya ve giderek yok olmaya mahkumdu.
Oysa düz bir plancı mantığıyla, Bodrum’un taşıdığı bu potansiyelin, kendini farklı bir “evrensel boyuta taşımasının” mümkün olduğu açık idi. Ancak, bunun için, kentte egemen olan yönetim ve demokratik sivil toplum güçlerinin böyle bir ortak umut, hayal ve vizyona kavuşturulması gerekiyordu. Hatta böyle bir gücün, devlet politikalarını dahi, olumlu yönde etkilemesi olası idi.
Yukarıda, kabaca özetlemeye çalıştığım konular çerçevesinde, yayınladığım onlarca yazıma, ümit ettiğim ilgi ve tepkiyi alamayınca, ümitlerimin çok azaldığı bir dönemde, evimin çok yakınındaki, Aspat Tatil Köyü’nde yapılan bir Heykel Sempozyumu’na katıldım. Onlarca ünlü heykeltıraş ve ressamın eserleriyle bezenen Aspat’ın, açık ve yarı açık mekânlarında harika bir görüntü sergileniyordu. Ülkemizin, başka hiçbir kentinde rastlamadığım bu heykel festivali için bir araya gelen yüzlerce sanatçı ve sanat eserlerinin oluşturulduğu atmosfer, beni daha da etkiledi. Heykel, soyut sanat özelliği ile ülkemiz yöneticilerinin kültürel kapasitesine sığmayacak nitelikte bir sanat alanı idi. Onun için bazıları, “onun içine tükürüyor,” bazıları ise, daha ileri giderek onları “ucube diye sıfatlandırarak” imha ediyorlardı.
İşte, böyle bir statüde, Aspat’ın yaratıcısı Sayın Murat Balkan, Bodrum’un Cevat Şakir’i gibi bir kültür kahramanı olmayı fazlasıyla hak ediyordu. Başka bir söylemle Aspat, ülkemizdeki “kültür çölünde, kültür ve sanata susamışlar” için bir vaha gibiydi.
Yönetici ve siyasetçilerimiz için, bu niteleme “ne yazar?” bilemiyorum. Şimdilik, çok da umursamıyorum. Ancak, Bodrum, Muğla vb. illerin belediye başkanlarının yaklaşımlarını çok merak ettiğimi söylemeden geçemeyeceğim.
İşte Aspat buluşmasının bana verdiği bu dürtü, tekrar “bir şeyler yazmamın” nedeni oldu. Yazar Bekir Coşkun’un, Tarık Akan için yazdığı “O, bizi, yakamıza umut çiçekleri takarak terk etti.” ifadesine benzer bir ifadeyi, ben de Aspat için kullanabilirim. Aspat’tan, “yakamda umut çiçekleriyle” ayrıldım ve o çiçeği koklayarak yazmaya devam ediyorum.
Aspat olayında, beni en çok etkileyen, “Bodrum’daki sanatçı ve kültür adamı potansiyelinin, düşündüğümden çok fazla olduğu “algısı” idi. Borusan Kuartet’in, kış ortasında verdiği konserdeki izleyici kalabalığından da benzer şekilde etkilenmiştim. Artık yanılmadığımdan eminim. Çünkü oda müziği de tıpkı “soyut heykel sanatı” gibi, sanatın incelikli bir türüdür. Sanatseverleri, kolayca kendine çeken özellikler taşımaz. O nedenle, her iki sanat etkinliğine, böylesine yoğun katılım sağlamak için özel ilgi, bilgi ve heyecanla yüklü olmak gerekir. Bu da kolay bulunan bir şey değildir. Bunu, sanatsal aktivitelerin azlığından kaynaklanan “AÇLIK”la da açıklamak doğru değildir.
İşte, zaman, saygıdeğer entelektüelleri yeni bir boyuta taşıma zamanıdır! Bu amaçla, yeni bir örgütlenme ve diyalog ortamı oluşturulmak zorundadır. Kaldı ki Bodrum, bu olguyu yakın geçmişinde yaşamış, ama nedense unutmuştur. Bodrum, bugün dahi, sahip olduğu ayrıcalıklı sosyo-kültürel yapısını ve kimliğini, Cevat Şakir’in öncülüğündeki bir entelektüel örgütlenmeyle başlatmış idi. Mavi Yolculuk bunun ilk adımı idi ama öylesine hızla yaygınlaştı ki, başta ODTÜ olmak üzere çoğu üniversitemiz ve devletin ilgili kurumları, çok kısa sürede bu “örgütsel çevrim”e katıldılar. Bodrum, çok uzun yıllardır, değerlerini, bu sayede korudu ve geliştirdi.
Artık, ülkemizde 1970’lerin uygun kültürel ortamı yok ama işe sıfırdan da başlamıyoruz. Pek çok sivil toplum kuruluşumuz var. Çok da nitelikli üyelere sahipler. Ancak, “cemaatlerin tekkeleri” misali, kendi içlerinde kapalılar. Birilerinin çıkıp (Mimarlar Odası, ODTÜ’lüler Derneği vb.) bu örgütsel reorganizasyonu yapma işini üstlenmesi gerekiyor.
Aslında, bu işin, gecikmeye tahammüllü de yok. Herkes çok iyi biliyor ki, sadece geçtiğimiz yıl, Bodrum’a yapılan taciz ve tecavüzler (Nazım Plan Sorunları, İslam Kültür Merkezi vb.) soruna güçlü olarak el atmanın ne kadar acil olduğunu yeterince ifade ediyor.
Ümit ederim, bu sefer de “yanlış ata oynamıyorum”dur.
Bana bu ümitleri veren Aspat Yönetimi’ne saygı ve sevgilerimle…