Samsun'a gitmeden önce yaptığım okumalarda onu iyi anlayabilmek için en az üç gün öneriliyordu. Ben de bu tavsiyeye uydum. Ortalıkta dolanan kötülüklere inat, zamanımı verimli ve keyifle geçirdim bana kucak açan bu kentte.
İnsanın içine işleyen cinsten soğukların yaşandığı 2016’nın son günlerinde “XII. Docomomo-tr Türkiye’de Modernizmin Açılımları” etkinliği için Batı Karadeniz’in en önemli kenti olarak görülen Samsun’daydım. Docomomo-tr’ye ilk katılımımın heyecanını hatırlıyorum; 2010’da Eskişehir’deydi. Uzun yıllardan sonra oraları yeniden görme şansını yakaladığımda çevredeki gelişmelerden çok etkilenmiştim. O gezimin ardından da bir yazı yazmak istemiştim; ancak bir işi erteleyince olmuyor. Neyse ki bu yıl Zeytinlik Festivali için Kıbrıs’a gelmiş olan Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’e övgülerimi iletme şansım oldu. İki kentteki gelişmeler arasında birçok benzeşme gördüm. Hangisinin öncü olduğunu bilemiyorum; ama iyi şeylerin tekrar edilmesi olumlu.
Samsun’a giderken çocukluğumda Atatürk’ü andığımız günlerden kalan izler vardı kafamda. Sanki oraya mutlaka denizden ulaşılır ve güneşin doğuşuyla varılır diye düşünüyordum. Oysa ben, aktarmalı bir uçak yolculuğu yapacaktım; Güney’den Kuzey’e, Akdeniz’i ve Anadolu’yu geçerek. Haberler de havanın kar yağışlı olacağı üzerine. Çocukların kalışlarını düzenlemek gibi tasalarım da var, her çalışan annenin olduğu gibi. Keşke içimdeki tedirginlikler yolculuğun yarattığı kadarcık olsa. Kıbrıs’ta yaşanan trafik kazalarının yanında asıl olarak Türkiye’deki durmayan terör saldırıları kaygılarımı artırıyor. Tüm bu acılı teslim oluşları bir kenara koymak istiyordum Samsun seyahatimde.
Samsun’da ilk gördüğüm yer Çarşamba Havalimanı’ydı; küçük ama temiz ve bakımlı. Bafaş servisleriyle kent merkezine giderken yol üstündeki spor yapıları dikkat çekici. Bunlardan küçük olanı 2013’tde tamamlanmış; devasal olanı ise 33.000 kişi kapasitesiyle “Yeni Samsun 19 Mayıs Stadyumu”. Bana farklı dillerde konuşmuş olan yapılar, spor kompleksleri üzerine deneyimi ve ödülleri olan Bahadır Kul Architects tarafından tasarlanmış.
Sadece kapalı salonlarla sınırlı değil Samsun’daki sporla ilgili gelişmeler. Örneğin Belediye’ye ait golf sahası da bunlardan biri. “Dünya’nın ilk ve tek deniz dolgusu üzerine yapılan” olmakla övünen dokuz çukurlu alanın içinde projesi Alişan Çırakoğlu’na ait çağdaş bir kulüp yapısı da bulunmakta. Ayrıca kentin neredeyse kesintisiz tüm kıyısı boyunca uzanan sahil şeridi üzerinde hiç tahmin edemeyeceğiniz çeşitlilikte spor alanları var. Yürüme ve bisiklet yollarında kentlileri spor yapmaya teşvik eden sözlerin paylaşılması, Samsun’a uğrayan göçmen kuşlarla ilgili bilgilendirme levhalarının konması hoş bir incelik. Daha sonraki bir sohbetimizde meslektaşlarımdan biri Samsun’da sporla ilgili bu kadar çok yatırımın tesadüf olmadığını belirtmiş, asıl sebebinin buralı olan Gençlik ve Spor Bakanı’ndan kaynaklandığını söylemişti. Ben ise kentteki bu birikimin, Mustafa Kemal’in -Samsun’a çıkış tarihiyle de özdeşleştirilerek bir bayrama dönüşmüş olan- spora olan ilgisinin ve gençliğe olan inancının kentin bugünlerine yansıması olduğunu düşünüyorum.
Yaşam boyu spor parkuru ve sahil yürüme yolu (Yücel Besim, 2016)
Yaşam boyu spor parkuru ve sahil yürüme yolu (Yücel Besim, 2016)
Havaalanından sonra Samsun’da bulunduğum ilk yer, birçoğumuzun yurt dışı gezilerinde alışmış olduğumuz gibi bir kent meydanıydı. Otelimin de bulunduğu Cumhuriyet Meydanı, hafta içi iş çıkışına denk gelen hareketli saatlerini yaşıyordu. Öylesine özlemişim ki simitçi seslerini, kestane kokularını, pazarcıların önündeki itiş kakışları. Ama öncesinde sıcak bir kara lahana çorbası ve Samsun pidesiyle bayram ediyorum. Meydanı çevreleyen sokaklarını dolanırken apartman pencerelerinden süzülen ışıklardan mahrem evlerin içinde neler olup bittiği merakımı cezbediyor. Ve o yüzden Samsun’da kaldığım her gece, içimin hafifçe ürperdiği saatlere dek bu canlı meydanda katılıyorum zamanın akışına.
Cumhuriyet Meydanı ve çevresi (Yücel Besim, 2016)
Cumhuriyet Meydanı ve çevresi (Yücel Besim, 2016)
Ertesi sabah erkenden Gazi Müzesi ile kentteki ilk müze ziyaretimi yaptım. Geceki parıltısıyla dikkatimi çeken ve meydanı kucaklayan bu yapı, 1902 yılında yapılmış. O dönemin varlıklı bir Rum ailesine ait olan Mantika (Mıntıka) Palas, Mustafa Kemal’i hem ilk gelişinde hem de daha sonraları misafir etmiş. Kendisine Samsun halkı tarafından hediye edilmiş olan otel, sonra parti binası ve kütüphane olarak kullanılmış ve 1940 yılında müzeye dönüştürülmüş. Küçük ama içi oldukça iyi düzenlemiş tescilli yapının içinde yaşam bulmuş kurtuluş tarihimiz. Müzenin giriş katındaki renkli duvar panosu ve çini çerçeveler salona bir derinlik katmış. Üst katta sizi karşılayan bölüm ise başka bir sergileme biçimi; Mustafa Kemal ve yoldaşlarının balmumu heykellerinden oluşan canlandırma, Eskişehir Belediye Başkanı Yılmaz Büyükerşen’in Samsun’a hediye ettiği izlerden. Müzede sergilenen kişisel eşyaların içinden en çok Atatürk’ün sürekli yanında bulundurduğu bavulu dikkatimi çekiyor. Bir o kadar da onun düşündüğü, çalıştığı, dinginleştiği mekanlar etkiliyor beni; yerdeki eski mozaikler, ahşap trabzanlı merdiven, kadife örtülü yatak, ayaklı küvet ile birlikte…
Müze çıkışı çocukluğumda ezberlediğim Dağlarca’nın şiiri düşüyor aklıma, Gazi’yi anlatan. Docomomo-tr’nin gerçekleşeceği Atakum Kültür Merkezi’ne varabileceğimi düşünerek yürürken mırıldanıyorum: “Mustafa Kemal’i gördüm düşümde… Al bir kalpak giymişti al. Al bir ata binmişti al. Zafer ırak mı dedim. Aha diyordu”. Meğer o kadar uzunmuş ki bu yaklaşık kırk kilometrelik sahil; yolun yarısında mola vermek zorunda kalıyorum. Teleferikle çıkılan Amisos Tepesi’ndeki belediyeye ait yerde demleme bir çayla Samsun’un meşhur kabak tatlısını tadarak soluklanıyorum. Tümülüslerdeki mezar odalarını gezmek için yeşilin içinde boğularak yürüdüğüm patikadan kenti izliyorum. Aşağıdaki deltalara ok fırlatışlarını hayal ediyorum bir zamanlar buralarda yaşadıkları düşünülen Amazon kadınlarının. Sonra Karadeniz’in hırçınlığı vuruyor yüzüme, Atakum Kültür Merkezi’ne gecikmememi hatırlatan.
Amisos Tepesi’nden Samsun manzarası ve Amazon köyü çevre düzenlemesi (Yücel Besim, 2016)
Amisos Tepesi’nden Samsun manzarası ve Amazon köyü çevre düzenlemesi (Yücel Besim, 2016)
Düşlerimden kopup araca binmek zorunda kalıyorum açılışa yetişebilmek için. Asıl kaçırmak istemediğim ise programdaki piyano resitali. 2013 yılında yapılmasına karşın son derece postmodern görünüşlü yapı şaşırtıyor. Yine Belediye’ye ait yapının içinde ise gerçekten de ferah bir hol, ışıltılı bir sahne ve pırıl pırıl kuyruklu bir piyano bizi bekliyor. Yavuz Doruk’a ait piyano dağarcığından seçilmiş parçalardan en çok “Su” taşıyor beni özlediğim diyarlara. Prof.Dr. Olga Hasanoğlu’nun yorumu, dopdolu olan salondaki her yürekten dinleyeni istediği mekana götürüyor.
Atakum Kültür Merkezi ve sahil şeridi (Yücel Besim, 2016)
Atakum Kültür Merkezi ve sahil şeridi (Yücel Besim, 2016)
Müziğin ardından Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’ın yaptığı konuşma da kaçırılmaması gerekirmiş diye düşündürtüyor bana. “Alışık olmadığımız türden bir politikacı konuşması” mı yoksa “alışık olduğumuz politik bir konuşma” mı demeliyim, bilemiyorum. Başkan, eski kent yaşamıyla ilgili özlemlerini dile getirirken Samsun’da Cumhuriyet Dönemi’ni temsil eden ve anı değeri olan yapıların birçoğunun yıkıldığını itiraf ediyor ve pişmanlığını paylaşıyor bizimle. İçtenliğine inanmak istiyorum.
Docomomo-tr güzel bir başlangıçla son hız devam etti iki gün boyunca. On ikincisini Samsun’da düzenleyerek misyonunu gerçekleştirdi. Türkiye’nin bilinen büyük kentlerinden çok, Anadolu’nun farklı yörelerinden örneklere öncelik vererek kamunun dikkatini modernizme çekmek ve tasarım, mimarlık ve şehircilik ürünlerinin korunmasını sağlamak ereğine ulaşıyor. Düzce, Trabzon, Zonguldak, Bafra, Sinop, Rize, Çorum gibi Karadeniz bölgesi örnekleri ağırlıktayken Konya, Kayseri, Sivas, Edirne, Çorlu, Kocaeli, Bolu, Balıkesir, Burdur ve Tire’den yapılar var. Çoğunluğu genç akademisyen arkadaşlarımın oluşturduğu seksenden fazla katılımcının arasında ben de sunumumu daha coşkulu tamamlıyorum. Ayrıca Samsunlu mimar meslektaşlarımın ilgi ve samimiyeti de enerjimi artırıyor.
Bu yıl, Kıbrıslı Türk mimar Abdullah Onar’ın 1975 yılına ait Lefkoşa Surlariçi’ndeki yapısını sundum. Yeni kullanımı ve misyonuyla çevresine farklı katkıları olan, Kıbrıs’taki modern dönemin ilk çok katlı ofisi kayıtlara geçmiş oldu. Ben de paylaşılamayan ülkemin güzel bir köşesini daha keşfettim Docomomo-tr sayesinde.
Etkinliğin ikinci gününde Docomomo-tr eş başkanı ve YTÜ Öğretim Üyesi Ebru Omay Polat tarafından yönetilen panel ise akademik olarak doygunluk vericiydi. Önce Derya Oktay’ın “Değişen Kent Bağlamında Samsun ve Kent Kimliği” başlıklı tematik sunumuyla bulunduğumuz kenti daha iyi anladık. Daha sonra ise ODTÜ Mimarlık Bölüm Başkanı Elvan Altan’ın “Ankara Tren Garı ve Çevresi” ve İTÜ Öğretim Elemanı Zeren Önsel Atala’nın “Tire Kent Merkezi” odaklı sunuşlarıyla yaşadığımız kentleri sorguladık.
Docomomo-tr’nin sıradan bir konferans katılımından farklı olan yanı, bildirilerin aynı zamanda posterlerle sergilenmesi ve dijital ortamda paylaşılması. Ayrıca bulunduğunuz kenti ve kentten sunulan yapıları da etkinlik sonunda yapılan teknik geziyle yerinde gözlemliyorsunuz. Yani pasif değil, aktif bir eylem biçimi. Burada belirtmeliyim ki bu yılki toplantı 19 Mayıs Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nin genç kadrosu ve öğrencilerinin ciddi destekleriyle özenli bir ağırlamaydı. Dekan Prof.Dr. Derya Oktay çalıştığı yerlere katkı koymaya devam etme misyonunu Kıbrıs’tan sonra Samsun’da da devam ettirmeye kararlı görünüyor.
Farklı ölçeklerde ve değişik kullanımlı birçok modern yapının tanıtıldığı sunumların arasında ev sahibi Samsun da vardı. Benim de etkilendiğim bu iki yapı, özgün kullanımlarından dönüştürülmüş örnekler. İlki, bir zamanlar Samsun’un en önemli gelir kaynağı olan tütünün işlendiği kompleks. Bulvar AVM olarak adlandırılan; ama bildiğimiz kent içi alışveriş merkezleri gibi olmayan yer, mağaza ve dinlence mekanlarıyla kentin yeni yaşam kaynağı. Cumhuriyet Meydanı ile çok kaynaşamamış olsa da yeni çevre düzenlemesiyle burayı canlı bir kentsel bir mekana dönüştürmüş.
Tekel Tütün Fabrikası’ndan dönüştürülen Bulvar AVM (Yücel Besim, 2016)
Diğer yapı ise Türkiye’nin küçük büyük birçok yerinde yeşermeye başlayan ve “Şehirlerin Hafızası” olan kültürel yapı türlerinden biri. Samsun Kent Müzesi, “kentin yaşam serüvenini, tarihsel ve kültürel birikimini her yaş diliminden insanla paylaşan, baktığını gören kuşaklar yetiştirmek için oluşturulan bir eğitim ortamı” olmayı başarmış. Eski TCDD lojmanlarının ve bahçelerinin birleştirilmesiyle her biri özenle yaratılmış mekanlar dizisi, Tarihi Kentler Birliği’nin jüri özel ödülünü almayı gerçekten hak etmiş. Müzede Atatürk’ün sevdiği şarkılar eşliğinde gezerken renklerin ve sözlerin birbiriyle saygıyla yarıştığını gözlüyorsunuz. Kentin ağzından yazılmış son derece duygu yüklü metinler çok etkileyici. Her birini tek tek okumak, not etmek istiyorum bu kısa sürede. Aklımda en çok yer edineni yazacağım yazıya başlık olarak koyuyorum: “Güneşin doğduğu kent derler bana.”
Samsun Kent Müzesi girişi (Yücel Besim, 2016)
Samsun’da daha birçok müze olduğunu öğrenmiştim. O yüzden seçici davranarak kent müzesinin ardından Bandırma Vapuru ve Milli Mücadele Parkı Açık Hava Müzesi’ne gitmeyi tercih ediyorum. Raylı sistemle kolayca ulaştığım bu parkta aslına uygun yapılan ama hayalimdekinden çok daha küçük olan Bandırma’ya biniyorum. Verdikleri iletiler ve ölçekleri açısından önemli olan anıt, panorama, yazıt ve rölyefler de ilgimi çekiyor.
Bandırma Vapuru ve Milli Mücadele Parkı Açık Hava Müzesi (Yücel Besim, 2016)
Son gün ise Samsun’un asıl kentlileri olan Yük.Müh. Mimar Embiya Sancak ve Mimarlar Odası Samsun Şube Başkanı İshak Memişoğlu’nun rehberliğinde Docomomo-tr’lerin gelenekselleşmiş teknik gezisi gerçekleşiyor. Gezi öncesinde önünden geçip merak ettiğim iki yapıyı fotoğraflamak için sabah erkenden, meydandan denize doğru yürüyorum. Tütün İskelesi’nin sonuna ulaşmadan bambaşka tavırlar içinde olan iki yapıyı da aynı kareye sığdırabiliyorum: Atatürk Kültür Merkezi ve Panorama 1919 Müzesi. Her ikisi de yarışma projesi olan yapılar, Türk Mimarlık tarihinde yeri olan mimarlara ait. 1986 yılında tasarlanmış ve bu dönemin mimari ifade biçimiyle şekillenmiş olan AKM ancak 2000 yılında tamamlanmış. Tasarımcıları Semra Uygur, Özcan Uygur ve Levent Ercan’ın ifadelerine göre opera binası olarak planlanmış olan yapı, kuşbakışı bakıldığında kuyruklu piyano görünümü hissettiriyormuş. Onun hemen yanındaki çağdaş duruşlu yapı ise henüz tamamlanmamış. Emre Arolat’ın yeniden kullanım yorumuyla, eski kapalı spor salonunu yaşatmak gayreti içinde Samsun’un yakın tarihini çok boyutlu mekan ve sistemlerle anlatan panoramik bir müze daha kazandırılıyor.
Panorama 1919 Müzesi ve Samsun Atatürk Kültür Merkezi (Yücel Besim, 2016)
Spor ve kültür yapılarının zenginliği yanında Samsun’un kentsel mekan tamamlayıcılarının en vurgulayıcı olanları da anıtlarıydı. Özellikle Kurtuluş Savaşı’nın başlangıcı sayılan anı simgeleyen Onur Anıtı, kentin en önemli ögesi sayılabilir. At üstündeki Atatürk heykeli ve kaidesindeki rölyeflerden oluşan anıt, Avusturyalı ünlü heykeltıraş Heinrich Krippel tarafından 1931’de yapılmış. Anıtın tümüyle, o dönemin yokluğu içindeki Samsun halkının bağışlarıyla yapılması değerini daha da artırıyor. Her ne kadar güneyindeki arka fonu oluşturan yapı cepheleri ağırlığını olumsuz etkilese de içinde bulunduğu park ve parkın barındırdığı eserler değerini artırıyor. Dönemin valisi Mehmet Salim’in “…kalplerde yaşayan muhabbetin bu mücessem timsali” diye anlattığı bu anıtı asıl anıtsal yapan ise bence heybetli manolya ağaçları. “Sadece onların kokularını duyabilmek için baharda yine gelinir bu kente” diye düşünüyorum, dönüş zamanıma yaklaşırken.
Atatürk Parkı içindeki Onur anıtı (Yücel Besim, 2016)
Samsun’a gitmeden önce yaptığım okumalarda onu iyi anlayabilmek için en az üç gün öneriliyordu. Ben de bu tavsiyeye uydum. Ortalıkta dolanan kötülüklere inat, zamanımı verimli ve keyifle geçirdim bana kucak açan bu kentte. Hem yöresel hem çağdaş mimari örnekleri bir arada gördüm, deneyimledim. Kentin en dikkat çekici durumunun Milli Mücadelemiz ‘deki yerinin önemini vurgulayan yönleri olduğunu keşfettim. Her noktada o günlerin ve o günlere can vermişlerin izlerini sürdüm.
Samsun Tütün İskelesi ve çevre düzenlemesi (Yücel Besim, 2016)
Samsun Tütün İskelesi ve çevre düzenlemesi (Yücel Besim, 2016)
Kentteki gelişmelerin eleştirilecek birçok yönü olduğuna eminim. Özellikle deniz dolgusu yapılarak kazanılan yerlerin sürdürülebilirliği ile ilgili şüphelerim var, kullanılmayan alanların ve kitch denilebilecek süslemelerin bolluğu rahatsız edici olabilir. Ben sonuçta sadece kısa süreli bir gezgindim. Olmam gereken akademik bir ortamda… Vurdudan kırdıdan… Gereksiz bürokratik işlerden… Değer bilinmezliklerden uzak. Mustafa Kemal’in geçtiği yerlerde yürüdüm, güvende ve uygarca. Gün ışığına yaklaşmak isteyenlere “güneşin doğduğu bu kente” gitmeyi önerebilirim, Mayıs günlerinin sıcaklığını yanlarına alarak.