Bir Şehri Fethetmek

Kaynak: İzmir Kültür ve Turizm Müdürlüğü

Antik Dönem kentleri ya kent surları önündeki insan gücüyle, savaşçının elindeki ok, yay, mızrak ve kılıçla ya da Truva Atı gibi armağanların içinde kente sokulmuş küçük askeri birliklerle fethedilirdi.

Savaş teknolojisinin geliştiği Ortaçağ’da ise artık kentler topla, tüfek ve mancınıkla fethedilmeye başlanmıştı. Sultan Mehmet buna Konstantinopolis’in fethinde Macar top ustası Urban’ın ‘Şahi’ adı verilen devasa tunç toplarını ve karadan yürütüp Haliç’e indirdiği küçük teknelerini de katmıştı.

20. yüzyıldaki kentler yine topla, tüfekle, hava saldırılarıyla ve asrın yeni icadı füzelerle fethedilir oldular.

İçinde bulunduğumuz çağda ise artık kentleri fethetmek için bildiğimiz konvansiyonel ya da nükleer silahlara gerek duyulmuyor. Çünkü şimdi daha inceltilmiş, daha etkili ve sonuç alıcı yeni yöntemler uygulanıyor…

Kapitalizm, 21. yüzyıldaki son biçiminde kentleri artık bildiğimiz silah ve yöntemlerle değil; ‘yönetişim’ adını verdiği siyasal iktidar modeli içinde oluşturduğu sistem ve yöntemlerle; onları dünya finans merkezlerinden biri olma vaadi ile markalaştırarak, o kentte yaşayan işbirlikçileri eliyle ürettiği büyük projelerle fethetmeyi tercih ediyor. Eskiden sur dışındaki düşmanın işbirlikçisi ve hain olarak nitelenen, bu nedenle sur içinde gizli gizli çalışan ortaklar, artık kentlerinin dünya finans sermayesi tarafından fethedilip ele geçirilmesi için açıkça çalışıp ellerinden geleni yapmaya, bunun uğruna topların, tüfeklerin yerine geçen büyük projeler üretmeye, bu projeler üzerinden kentte egemenlik kurmaya çalışıyorlar.

O nedenle, uzun bir süredir iktidar karşıtı tutumu nedeniyle “CHP’nin kalesi” olarak tanımlanan ve İstanbul gibi bir şehircilik macerası yaşamadığı için ‘köy’ ya da ‘kasaba’ olarak nitelenen ‘muhalif İzmir’, 2009 yılından bu yana ‘kentin iç dinamikleri’nden kaynaklanan bir süreçte “kalenin içerden fethi” yöntemiyle ve ünlü ‘şehircilik hocaları’nın yönetim ve gözetiminde ‘yönetişim’, ‘katılım’, ‘dönüşüm’, ‘soylulaştırma’ ve ‘proje’ gibi sihirli sözcüklerinin bol kullanımıyla pazarlanan belediye kaynaklı büyük projeler marifetiyle bir ‘içten fetih’ harekâtının nesnesi olmuştur.

Bu duruma, aşağı yukarı aynı tarihlerde yola çıkıp 2016 yılında gittikçe belirginleşen hükümet destekli Cengiz İnşaat, Favori Yapı, Rönesans Holding, Doğuş Holding ve Folkart gibi kendine yeni kentler ve alanlar arayan sermaye grupları eklendiğinde, bunların belediyelerle kurduğu işbirlikleri ya da İzmir sermaye çevrelerinden aldıkları desteklerle gelişen İzmir’in ‘dıştan fethi harekâtı’ da eklenebilir.

Kadifekale ile yarışan 67 katlı bir gökdelen!

Bu fetih harekâtı, 2016 yılının son aylarında öylesine inanılmaz bir noktaya gelmiştir ki; uzunca bir süredir İzmir’in merkezinde ve ilçelerinde yaptığı sorunlu inşaatlarla İzmir gündemine yerleşen, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin ‘İzmirim Kart’ ihalesini kazandıktan sonra kentte yeniden kâğıt otobüs biletlerinin kullanılmasına neden olan, kentteki araç çekme işini kurduğu vakıf ile üstlenip yaygın şikâyetlere konu olan, üstlendiği 85. İzmir Enternasyonal Fuarı ana sponsorluğuyla tepki çeken ve en son İzmir’in en büyük kentsel dönüşüm ihalesini alması nedeniyle öne çıkan Saya Grup/Folkart Yapı’nın sahibi Mesut Sancak, Kültürpark’ın hemen yanındaki ‘Basmane Çukuru’ adıyla bilinen yere, 186 metre yüksekliğindeki Kadifekale’nin tam da karşısına, şekli halkın tercihine göre değişecek üç ikiz gökdelenden birini (birincisi 248, ikincisi 270, üçüncüsü de 315 metre yüksekliğinde olacaktır) inşa edeceğini ve bu gökdelenlerden birine İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin taşınacağını duyurarak adeta çağdaş bir ‘Ulubatlı Hasan’ edasıyla fethin en anlamlı son vuruşunu yapacağını bildirmiş ve bu haber duyarlı İzmir kamuoyunu çileden çıkarmaya yetmiştir.


Kaynak: Ege Postası Gazetesi

Kadifekale ile yarışan ‘çılgın’ bir gökdelenin karşısına; Körfez’in tam da ortasına yeni bir ‘Deli Dumrul Köprüsü’ kondurmak…

İzmir Büyükşehir Belediyesi bir yandan İzmir sermayesi ile işbirliği içinde ürettiği büyük projeler üzerinden kentin rantını yönetmeye ve bunu yaparken iktidardan yana holding, grup ve şirketlerin bu ranttan aslan payını almalarını sağlamaya çalışırken, iktidarın İzmir Körfezi üzerinden bir hâkimiyet alanı açma çabasını kolaylaştırmakta, en azından körfez üzerinden gelecek bir hükümet müdahalesinin karşısına çıkmamaya, bu girişimi sessiz bir tevekkül içinde kabullenip desteklemeye çalışmaktadır.

Çünkü uygulayacağı büyük ulaşım projelerinde hükümetin onay ya da desteğine ihtiyacı olduğunu bilmekte; o nedenle metro, hafif raylı sistemler, gemi ihalesi gibi işlemlerde ya da uluslararası mali kaynak sağlama gibi işlerde gündeme gelen onaylar karşılığında iktidar tarafından İzmir Körfezi’ne yapılmak istenen yapay adaya, otoyollara, köprülere, tünellere, kavşak ve viyadüklere, bunların Gediz Deltası, İzmir Kuş Cenneti ve İnciraltı gibi İzmir’i İzmir yapan doğal değerlerde yaratacağı tahribata açıkça karşı çıkamamakta, elde edeceği kolaylıklar karşısında bütün bunları, büyük bir suskunluk içinde bir taviz olarak vermeye razı görünmektedir.

Bu çerçevede, İzmir Körfezi alt akıntılarının % 40 oranında arttırılması ve deniz suyu kalitesinin yükseltilmesi amacıyla Ulaştırma, Haberleşme ve Denizcilik Bakanlığı’na bağlı TCDD Genel Müdürlüğü ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İZSU Genel Müdürlüğü’nün birlikte hazırlayıp uygulamaya koyduğu ‘İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi’ ile elde edilecek faydanın, yine aynı bakanlığa bağlı Karayolları Genel Müdürlüğü tarafından yapılacak ‘İzmir Körfez Geçişi Projesi’ uygulamasıyla % 10-15 oranına indirilmesine bu nedenle karşı çıkamamakta; hatta kendi projesine zarar veren bu projeyi şu sıralarda güncellemekte olduğu İzmir Ulaşım Ana Planı’nın ana senaryolarından biri olarak kabullenmeye, ‘İzmir Körfez Geçişi Projesi’ni bu planın içine yerleştirmeye hazırlanmaktadır. Hem de, İzmir Körfezi’ne yapılacak bu geçişte, aynen İzmit Körfezi’ndeki Osmangazi Köprüsü’nde olduğu gibi ‘Deli Dumrul’ anlayışıyla hesaplanan geçiş ücretlerinin alınacağını bilmesine karşın…

***

Şimdi isterseniz, bütün bu değerlendirme ve yorumlara neden olan iç ve dış dinamiklerle ilgili olay ve gelişmeleri 2009 yılından başlayan bir zaman dizini içinde tek tek izleyip değerlendirmeye çalışalım:

  • 2009-2016 döneminde uygulamaya konan kent içi operasyonun ilk adımı, akademik dünyada uzun yıllardır hararetli bir şekilde savunduğu ‘yönetişim’ kavramını önermesi nedeniyle neo-liberal bir aydın olarak tanınan Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin 14 Eylül 2009 tarihinde İzmir Büyükşehir Belediyesi başkan danışmanı olarak görevlendirilmesiyle atılmıştır.
  • Tanımlamaya çalıştığımız kent içi operasyonun bir sonraki adımı ise, önce kentin sermaye gruplarını bir araya getiren (İEKKK) İzmir Ekonomik Kalkınma Koordinasyon Kurulu’nun kurulması, bir ‘yönetişim’ mekanizması olarak mevcut ‘Yerel Gündem 21’ oluşumunun İzmir Kent Konseyi’ne dönüşmesi ve kenti Akdeniz Dünyası’na bağlama idealiyle oluşturulup bundan böyle kentle ilgili düşünce, etkinlik ve projelerin tasarlanmasında önemli işlevler üstlenecek olan İzmir Akdeniz Akademisi’nin kurulması olmuştur.

Böylelikle, yönetişim anlayışının gereği olarak kent konseylerinde somutlanması gereken kamu-özel sektör-sivil toplum üçlemesi, özel sektör ve kuruluşlarının bizzat İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu tarafından kent konseyinden koparılarak İEKKK’na kaydırılması suretiyle kendi içinde sakatlanmış, buna 2016 yılı başında kendi istediği adayın başkan seçilmemesi nedeniyle kent konseyine uygulamaya başladığı antidemokratik ambargolar eklenmiş; böylelikle, iyi bir yönetişim ve toplumsal uzlaşma ile ortaya çıkması muhtemel toplum destekli büyük projelerin oluşturulması ve başarıyla uygulanması fırsatı kaçırılmıştır. İşte, tam da bu hata nedeniyle, bu tarihten sonra sivil toplumun dışlandığı bir karar sürecinde belediyenin iş çevreleri ve akademisyenlerin işbirliği ile oluşturduğu birçok büyük proje toplumsal anlamda güçlü bir muhalefetle karşılaşmaya başlamıştır. 2016 yazında meslek odalarıyla sivil toplum kuruluşlarının, önemli sayıda sivil aktivistle kentlinin; hatta bir kısım akademisyen, gazeteci ve beyaz yakalı profesyonelin ortak sesi olarak örgütlenip ‘Taksim Direnişi’ni anımsatırcasına ortaya çıkan ‘Kültürpark’a Dokunma’ platformu ve grubu böylesi bir kentsel muhalefetin en taze örnekleri olarak halen kentteki etkisini sürdürmekte ve bu özelliği ile kentteki diğer projeler için gerekli duyulan muhalefete ilham kaynağı olmaktadır.

  • İzmir Ekonomik Kalkınma ve Koordinasyon Kurulu (İEKKK) ile İzmir Kent Konseyi’nin ve İzmir Akdeniz Akademisi’nin kurulmasından sonra, oluşturulan bu iç sistemin üç önemli örgütünü/çarkını harekete geçirmek amacıyla, yine Prof. Dr. İlhan Tekeli’nin kurgusuyla önce 2009 yılının Ekim ayında ‘İzmir Kültür Çalıştayı’, 2011 yılının Mayıs ayında ‘İzmir Tasarım Forumu’ ve 2013 yılı Aralık ayında da ‘İzmir Ekoloji Forumu’ düzenlenmiş, İzmir ve geleceği bu üç toplantıda masaya yatırılarak bundan sonra uygulanacak strateji ve projelerin hazırlığı yapılmıştır. Nitekim 2012 tarihli ‘İzmir-Deniz, İzmirlilerin Denizle İlişkisini Güçlendirme Projesi’ ve ‘İzmir-Tarih, İzmirlilerin Tarih İle İlişkisini Güçlendirme Projesi’, 2013 tarihli ‘İzmir Körfezi ve Limanı Rehabilitasyon Projesi’ ve 2016 tarihli ‘Yeni Kültürpark Projesi’, hep bu toplantıların ürünü olarak birbirleriyle iç içe geçmiş ortak kurgularla ortaya çıkmıştır. Ayrıca bütün bu projelerin kamuoyuna duyurulması öncesinde İEKKK’na sunularak bir anlamda özel sektörler iş dünyasının ön kabullerinin alındığı gözlenmiştir.
  • Diğer yandan İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin 2008 yılında açtığı ‘Urla-Çeşme-Karaburun Yarımadası Ulusal Fikir Yarışması’ ile başlatılıp Prof. İlhan Tekeli’nin kurgusuyla 2013 yılı sonunda gerçekleştirilen ‘İzmir Ekoloji Forumu’nun verdiği fikirlerle desteklenen; ayrıca İzmir Kalkınma Ajansı’nın yerelde kalkınma stratejisiyle ilişkilendirilen kent merkezindeki 7 ilçe (Bornova, Buca, Çiğli, Gaziemir, Karabağlar, Karşıyaka ve Konak) dışında geriye kalan 23 ilçe ile ilgili kalkınma stratejisi tespit ve uygulamaları, kent merkezinde yürütülen diğer büyük projelerle turizm, ulaşım, spor, sanat ve tasarım gibi eksenlerde eşgüdüm sağlayacak şekilde ele alınıp bunları genellikle tarımsal kalkınmaya bağlayan büyük projelere girişilmiştir.

Bu girişimin ilk adımı, Çeşme Yarımadası’ndaki dokuz ilçeyi (Balçova, Çeşme, Güzelbahçe, Karaburun, Menderes, Narlıdere, Seferihisar, Selçuk ve Urla) kapsayan ‘Yarımada Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’ çalışması olup bunu İzmir’in kuzeyindeki yedi ilçeyi (Aliağa, Bergama, Dikili, Foça, Kemalpaşa, Kınık, Menemen) kapsayan ‘Gediz-Bakırçay Havzası Sürdürülebilir Kalkınma Stratejisi’ ile İzmir’in güneyindeki sekiz ilçeyi (Bayındır, Beydağ, Kiraz, Menderes, Ödemiş, Selçuk, Tire, Torbalı) kapsayan ‘Küçük Menderes Havzası Sürdürülebilir Kalkınma ve Yaşam Stratejisi’ çalışmaları olmuştur.

Böylelikle İzmir Büyükşehir Belediyesi başkan danışmanı Yrd. Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu’nun yönetiminde İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü ile birlikte yürüttüğü ve tümü ilçelerdeki yerel kalkınmaya vurgu yapan strateji çalışmalarıyla İzmir kent merkezinde yine diğer bir başkan danışmanı Prof. İlhan Tekeli tarafından kurgulanıp yürütülen büyük projeler arasında turizm, ulaşım, spor, sanat ve tasarım gibi eksenlerde bir bağlantı kurulmaya çalışılmıştır.

Sonuçta, bütün bir kent hem merkezi hem de ilçeleri çevreleyen, yer yer birbiriyle ilişkili olan ya da olmayan büyük belediye projeleriyle çevrelenmiş kent, adeta bu büyük projelerin yarattığı farklı iktidar alanlarıyla farklı bir sermaye ve siyaset gruplarının oyun alanı olmaya başlamıştır.

Tabii ki buna, iktidarın gerek kurumları gerekse desteklediği holding ve şirketlerle dayattığı büyük projeler de eklenmiştir. Uzun bir süredir iktidar projesi olarak dillendirilen ‘Konak Tüneli’, ‘İzmir Körfez Geçişi Projesi’, ‘İstanbul-İzmir Otoyolu Projeleri’, Folkart tarafından Basmane’ye yapılacak 67 katlı ‘İzmir Folkart’ gökdeleni bunların en önde gelenleridir.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin İzmir sermayesi ya da iktidar destekli İstanbul ya da Ankara merkezli sermaye ile ilgili büyük projeleri içinde şu ana kadar tek aksayan, sorunlu bir projeye dönüşen proje farklı kent, sermaye grupları, siyasi çevreler dikkate alınarak bir araya getirilen 116 ortaklı TARKEM A.Ş.’ne bırakılan ‘İzmir-Tarih, İzmirlilerin Tarih İle İlişkisini Geliştirme Projesi’ olmuştur.

İzmir-Tarih Projesi uygulama alanının Kemeraltı, Basmane ve Kadifekale gibi çok geniş bir alanı kapsaması, İstanbul sermayesine karşı durmak için bir araya geldiklerini söyleyen 116 adet TARKEM ortağının önce 2,32 Milyon olarak belirlenip daha sonra 10 Milyona yükseltilen sermayeyi bir araya getirmedeki cimrilikleri, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin yakın zamanlarda kendisine Folkart gibi iktidar destekli yeni bir partnerler bulması nedeniyle bu projenin ve bu projenin İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Konak Belediyesi dışındaki üçüncü ortağı TARKEM’in geleceği şimdiden kararmaya, en azından belirsizleşmeye başlamıştır. Çünkü 2016 yılı Ekim ayında önce 116 ortaktan birine ait şirketler grubuna, daha sonra da TARKEM’deki % 0,86 oranındaki hissesine kayyum atanması nedeniyle şirket bütünüyle kayyum denetimine girmiş ve 2016 Kasım ayı içinde yönetim yapısı tümüyle değiştirilerek kayyumlar tarafından yönetilir hale gelmiştir.

Ortakları arasında BİM Holding, Arkas gibi büyük grupların, önemli ve etkili şirketlerin, İzmir’in tanınmış kanaat önderlerinin, siyasetçilerin, sektörlerinde iyi iş yapan mimar, hukukçu ve mali danışmanların, % 1’den % 30’a yükseltilmiş hissesiyle İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin, belediye başkan danışmanları Prof. Dr. İlhan Tekeli ve Prof. Dr. Tevfik Balcıoğlu’nun ve belediye başkanının eşinin bulunduğu şirketin bu son “tutsak alınmış” hali, şirketi destekleyenlerle karşı çıkanları bile şaşırtan hazin bir finale ulaşmıştır. O nedenle 2017 yılı içinde halka açılıp sermayesini arttırmayı hedefleyen TARKEM’in bundan sonra ne yapacağı ve yapsa bile başarıya ulaşıp ulaşmayacağı belli değildir.

Bütün bunlar İzmir için hiç de hayra alamet değildir… 397 yılla yargıladığı beş yıldır süren bir davadan kurtulmak adına kendine yeni müttefikler arayan bir belediye başkanı… Hazırladığı katılım sorunlu projeler nedeniyle meslek odaları ve sivil toplum örgütleriyle birlikte halkın desteğini her geçen gün kaybeden bir belediye yönetimi… Kendi yönetim kadrosunu oluşturamadığı için Ankaralı siyasi bir kadroyu ithal etmek zorunda kalan bir belediye başkanı… Kayyumlar tarafından teslim alınmış bir şirket ve büyük bir belediye projesi… Folkart tarafından Kadifekale’ye kafa tutarcasına yapılacak bir gökdelene taşınıp kente tepeden bakmayı içine sindiren bir belediye… Belediyenin o gökdelen önündeki Kültürpark’ı, o binanın arka bahçesine dönüştüren Kültürpark Projesine öfkelenip muhalefet eden İzmirliler… O gökdelenden Körfez’deki köprüye, tünele ve ampul şeklindeki yapay adaya, o ampulün tam ortasına yerleştirilip geceleri ışıklandırılacak ay yıldıza bakmayı kabullenen bir belediye başkanı… Her geçen gün CHP’ye mahkûm olmaktan sıkılan kentliler, İzmirliler…

Bütün bunlar İzmir’deki gelişmelerin hiç de hayra alamet olmadığını söylüyor bize…

Etiketler

Bir yanıt yazın