Eskişehir’de Sanat/Tasarım Kompleksi

Yerel idarenin ve sermayenin hiç de yerel ve özgün olmayan, marka şehircilik salgınına kapılmış stratejilerini es geçip, şehrin sunduğu taktik eylemliliklerin rotalarını kat etmek, hayli zengin bir üretim/tüketim deneyimi vaat ediyor.

Turistik Sanatın Yurdu

Şehirlerin turist haritaları, tüm densizlikleri ve indirgemecilikleriyle muhteşemdir: Gösterişli alışveriş merkezleri, iri konferans salonları, ikonik mimari ucubeler, restorasyon marifetiyle tarihlerinden gelen tüm izlerin silindiği tarihsellikleriyle külliyeler, devlet yahut yerel yönetim eliyle park adı altında işgal edilmiş kontrollü kamusallıklarıyla yeşil alanlar bu haritalarda yer alır. Şehrin büyüklüğüne göre yarım günde, bir günde, birkaç günde kat edilebilecek, başlarında eli mikrofonlu demagog rehberleriyle tur otobüslerine tıkılmış yığınları bir gösteriden diğerine taşıyacak rotaların düğüm noktaları bu majör göstergelerden ibarettir. Nedense yıkım tutkusunun gözünden şimdilik kaçabilmiş minör mimarlık hazineleri, il halk kütüphaneleri, sanat ve tasarım atölyeleri; birkaç sokağın kesiştiği bir köşeye tutunmuş, sakinlerine şehrin içinden akan küçük hayat parçalarına şahit olma imkanı sunan kahvehaneler, azimli ve iştahlı öğrencilerin sınıflarda öğrendiklerinden daha fazlasını öğrenip tartışabilecekleri küçük ama zengin kitapçılar bu haritalarda yer almaz. Tur otobüsleri neyse ki o ara sokaklara sığmayacak, şehri deneyimlemek yerine indirgemeci turist haritasını yeterli bulacak yığınlar oralara sızamayacak. Belki de daha iyidir böylesi.

Eskişehir, turistsever bir şehir. Yerli turistler de bu şehre bayılıyor. Yaşadıkları şehirlerde, hele ki Eskişehir’e yakınca büyüklü küçüklü orta Anadolu şehirlerinde yaşıyorlarsa, kendi yerel yöneticilerinin ideolojik eğilimlerinden hazzetmeyen seküler memur emeklisi taifesi bu şehri bozkırda vahaymış gibi hayranlıkla seyrediyor: Ortasından geçen çayın üzerinde bir pastiş harikası halinde salınan gondolları ve küçük gezi motorlarını kiralıyor, dünyanın çeşitli yerlerinden kesilip oraya yapıştırılmış tuhaf köprülerin altından geçerken coşuyor. Bir devasa kamusal parktaki yapay kumsalı yerel yönetim harikası payesiyle kutsuyor, bir diğerindeki kadırgaya tırmanıp korsan fotoğrafları çektiriyor. Eskişehir, memleketin yığınlara kederden başka bir şey sunmayan kesif siyasi ortamında sosyal demokrat görünümüyle herkesi tavlıyor. Bu şehre hiç uğramamış insanlar bile efsane belediye başkanından bahsetmeye doymuyor.

Yerel İdarecilere Göre Güzel Sanatlar

Meşhur belediye başkanı sanatla, tasarımla, mimarlıkla hayli içli dışlı. Ne kadarı doğrudur bilinmez ya, şehrin meydan yerine geçen kavşak adalarına, köprü köşelerine, yaya akışının yoğun olduğu merkezi sokak ve caddelerine yerleştirilmiş heykellerin belediyenin atölyelerinde bizzat başkan tarafından tasarlandığına; yeni mimari projelerin cephelerinin onun tarafından tashihe uğradığına; kendi adını verdiği balmumu müzesindeki mumyaları da onun yaptığına dair tevatür her daim dolaşımda. Belediyenin reklam ve strateji dairesi de başkanın şehrin mimarı gibi göründüğü bir imge üzerinde çalışıyor gibi: Sözgelimi, 14 Şubat yaklaşınca tramvay duraklarındaki panoları başkanın mütebessim bir fotoğrafı altında “Aşkım Eskişehir!” yazısıyla devasa afişler süslüyor; bahsi geçen köprülerin korkuluklarında, heykel kaidelerinde başkanın inisiyalleri okunabiliyor. Başkan belli ki şehrin her yanına imza atmayı seviyor.

Eskişehir sadece turistsever değil, sanatsevici bir şehir de. Hem büyükşehir belediyesi hem de diğerleri kurdukları tiyatro sahnelerinin, konser ve sergi salonlarının hacmiyle, buralara uğrayan hemşeri sayısıyla haklı olarak övünüyor. Yine belediyelerin kurduğu sanat merkezleri ve belde evleri sadece geçkin hemşerilere menopoz-andropoz sonrası sıkıntılarını atmak için zanaat kursları, yahut genç olanlara yaz dönemlerinde enerjilerini çalışan ebeveynlerinin başlarına bela olmadan harcayabilecekleri müzik ve resim dersleri önermekle kalmıyor, pek çok sanat etkinliğine de ev sahipliği yapıyor. Her yıl düzenlenen ve nedense birkaçı dışında hep aynı sanatçıların davet edilerek malzemeye boğulduğu, üstüne de cüzi ücretlerle ödüllendirildiği atölye çalışmaları esnasında üretilen sanat eserleri şehrin koleksiyonuna kalıyor. Bu eserlerden bir kısmı şehrin kamusal alanına serpiştiriliyor, bir kısmı da nedense şehrin pek seyirci çekmeyecek hayli sapa mahallelerindeki alanlarda yan yana diziliyor.

Hâsılı, Eskişehir’in sanatseviciliği, demek ki, sadece hacmiyle ve kültürel sermayesiyle oranlandığında bol miktarda güzel sanatlar, tasarım ve mimarlık eğitiminden geçmiş ve geçecek olan genç nüfusla, sayısı bununla koşut artan atölyeleriyle, güzel sanatlara hazırlık kurslarıyla, sergi salonu sayısıyla ilgili değil. “Bozkırda vaha” imgesiyle markalaşmayı hedefleyen şehir yönetimi sadece kentsel donatılara değil, kültür-sanat faaliyetlerine de yatırım yapmanın gerekliliğini idrak etmiş olsa gerek.

Kimi Aşılabilir Hoşnutsuzluklar

Sanat yatırımı riskli iş, elbet. 2015 yazında Eskişehir’de yaşayan bir grup insan Eylül ayında gerçekleşecek 9. Pişmiş Toprak Sempozyumu’na paralel bir karma sergi düzenlemeye, buluşmayı bir sanat örgütlenesine evriltecek bir kolektif kurmaya karar verdiler. Üretim Bandı adıyla anılan kolektif aynı adla bir fanzin de çıkaracaktı. İşler toplandı, yazılar devşirildi, fanzin ve katalog basıldı, sergi açıldı. Tüm sayılarına Issuu’dan erişebileceğiniz fanzinin “Sansür” temalı ikinci sayısında birkaç yazıda uzun uzun değinildiği gibi, Üretim Bandı sergisinde yer alan işlerden kimileri, belediyenin kültür işlerinden sorumlu yetkilinin talimatıyla, “İzleyicilerden gelmesi mümkün tepkiler” bahanesiyle, işlerin sahibine ve sergi koordinatörüne sorulmadan kaldırıldı. Koordinatörün ve işin sahibinin müdahalesiyle, işlerin “sansürlenmiş” hali (ki “sansür” fikrini de şahane bir şekilde eleştirdiği için hayli etkili bir sansürdü bu) yeniden asıldı. Eskişehir’deki demokrat belediyecilik anlayışının ürünü olan kültür dairesinin parlak sırrı bu müdahaleyle bir miktar dökülmüş oldu. İyi de oldu aslında. Hangi cenahtan olursa olsun şehrin idaresi, mimarisi, dolaşımı, kültürü, sanatı üzerinde karar yetkisine sahip olduğunu iddia eden yetkililerle işbirliği yapmanın nasıl götürüleri olduğunu anlamış olduk. O zaman da beraberce fikir yürüttüğümüz gibi, yetkililerin desteği ile onların işaret ettikleri yerde, onların içerik müdahaleleriyle sanatsal faaliyetin bir muhafazakar cenderede sıkışacağı; kimseden izin almadan şehrin her yerine yayılabilecek, sanat piyasasının ve kültür politikalarının dışında kendine varoluş zemini arayan anlık, geçici, sanatsal oluşların önünün açık olduğu bariz. Üretim Bandı tartışmasının öncesinde ve sonrasında, neyse ki, hem bu kolektifin üyeleri ve kimi başka kolektifler barlarda, atölyelerde, sokaklarda, kafelerde etkinliklerini sürdürdüler, sürdürmeye de devam ediyorlar. Belediye kültür daireleriyle al takke ver külah çalışan akademisyenlerden ve sanatçılardan oluşan daha elit bir kalabalıksa her yıl aynı lafı tekrar etmekteler.

Üniversite’de Kültür İşleri

Anadolu Üniversitesi de kültüre yatırım yapıyor, elbet. Bu yatırımların alabildiğine risksiz olmasına azami çaba gösteriyor. Öğrenciler, okulda gerçekleştirilen “kültürel etkinlikler”e, kartlarını elektronik cihazlara okutarak girip (ve okutarak çıkıp) dönem başına on dört etkinliğe devam ettiklerini dijital ortamda kanıtlarlarsa Kültürel Etkinlikler dersinden AA notuyla geçiyorlar. Takip edilen kültürel etkinlik sayısı düştükçe not da düşüyor. Anadolu Üniversitesi’nin konservatuarına bağlı birimlerin düzenlediği konserler, sergilenen tiyatro oyunları, film gösterimleri, kimi konferanslar bu etkinliklerin kapsamı içinde. Hem şehirde hem de kampüste gerçekleşen pek çok sanatsal ve kültürel etkinlik ise dâhil değil. Üniversite yönetiminin de şehri yönetenlerle aynı tavırda olduğuna şaşmamalı. İçeriği denetim altında olan kültürel oluşumlar meşru, diğerleri değil. Anadolu Üniversitesi bir başka sanat-kültür heyulasına da destek verdi geçtiğimiz yıllarda: 2013 yılında Eskişehir, Türk Dünyası Kültür Başkenti idi. Hamaset ve milli duyguların yoğunluğunu hissettirdiği (hatta dayattığı) etkinlikler silsilesi bitmek bilmedi. Asıl üzerinde durmak istediğim nokta, yine risksiz sanatsal etkinliklere kurumsal imzaların atılmasının mayhoş lezzeti. Yerel basında çokça yayınlanan söylentilere bakılırsa, Anadolu Üniversitesi, senelerdir işlettiği açık öğretim sisteminden kazanılan paranın üniversite içinde nasıl dağıtıldığına ilişkin hesap veremez duruma ve hükümetle bu muazzam gelir üzerinden anlaşmazlığa düştüğünde Maliye’den gelen müfettişlerle yaptıkları anlaşma sonucu Türk Dünyası Kültür Başkenti etkinliklerine sponsor olmayı kabul etti. Türk Dünyası etkinliklerinin içeriği burada saymakla bitmeyecek bir liste teşkil ediyor. İçeriklerin muhafazakarlık dozu, etkinlik ana başlığıyla hayli uyumlu gibi görünüyor. Takdir, listeyi incelemeye gönül indirecek okurun.

John Cage Anadolu Üniversitesi’nde

Anadolu Üniversitesi, iki vakada, bu defa sadece idarecilerinin iradesiyle değil, küçük bir azınlık dışında tüm üniversite personelinin desteğiyle şaşırtıcı derecede postmodern sanat yapıtlarına da imza attı. İki sanat olayı da meşhur avangard besteci John Cage’in 4’33” diye anılan yapıtından ilham alıyordu. Malum, üç partisyondan oluşan bu yapıtın icrasında müzisyen, piyanosunun başına oturur ve üç bölüm boyunca piyanoyu hiç çalmaz. Ali İsmail Korkmaz’ın öldürülmesi ve Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzalayan akademisyenlerin soruşturmalara maruz kalması, uzaklaştırılmaları ve şimdi de üniversiteden atılmaları karşısında neredeyse tüm üniversite personeli dört dakika otuz üç saniyeden çok daha uzun bir sessizliğe bürünmüş halde, neredeyse tüm hukuksuzluklara saygı duruşu niteliğinde devasa bir katılımcı performansı icra ediyorlar. Demokrat belediyelerin ve Eskişehir halkının da bu müthiş sanatsal performansa ellerinden geldiğince katkı sunduğu hesaba katılırsa, Eskişehir’in dünyanın en büyük katılımcı sanat yapıtlarının yurdu olduğu bile iddia edilebilir.

Sanat ve Zanaat Arasında

Eskişehir zanaatkarların da yoğun olduğu, şehrin kimi yerlerine tutunup varlıklarını sürdürebildikleri bir şehir hala, neyse ki. Tur otobüslerinin sıklıkla uğradıkları ve içlerindeki mahşeri emekli kalabalığını alışverişe saldıkları yerlerde lüle taşı ve camla uğraşan pek çok zanaatkarın dükkanı var. Odunpazarı mahallesi, sadece ev maketlerinin büyütülmesi marifetiyle gerçekleştirilmiş restorasyon faaliyetinin cenneti değil, aynı zamanda küçük el sanatlarının ve kadın üreticilerin yoğun olduğu elişi pazarının da çöreklendiği bir bölge. Neyse ki bu zanaatkarlar kendilerini sanatçı olarak görmüyor, sunmuyorlar. Sınırlarının, yetkinliklerinin farkında, tevazu sahibi, sanat/tasarım kompleksine düşmemiş zanaatkarlar listesine, şehrin eski alışveriş caddesinin kıyısındaki kadim mekanlarını koruyan ayakkabıcıları, bıçakçıları; ancak turist rotalarının ırağında tutunabilmiş seramikçileri, iş hanlarının dip dükkanlarına sıkışmış bindallı zanaatkarlarını, perdeci ve terzileri, deri boyayıcıları, çanta imalatçılarını, bir caddeden diğerine kısa yoldan geçeyim darken bir pasajın loş köşesinden pırıl pırıl beliren müzik enstrümanı yapımcılarını, Hamamyolu mevkiinin kralı olan tellakları da eklemek mümkün.

Şehirde Dolaşmak

Her şehir için geçerli olan, Eskişehir için de geçerli: Burada turist olarak dolaşırken görülecek şey başka, bu şehrin sakini olarak dolaşırken yaşanacak şey başka. Sorun şu ki, şehri her anında yeniden parselleyen yerel idare ve rant akışı, kimi aksları görülmeye değer kimilerini ise saklanması münasip olarak işaretliyor; bu şehirde yaşayan, sanat, tasarım, zanaat gibi eylem ve üretim biçimleriyle ilgilenmesi beklenen öğrenci taifesi de dahil olmak üzere tüm hedef kitle şehrin pırıltılı akslarından müteşekkil imgesine meftun oluyor. Şehirde gerçekleşen etkinlikler için de aynı şey geçerli: Hep aynı kişilerce yönetildiğinden vasatlık sınırını hayli zorlayan sanat etkinlikleri şehrin elitlerince parlatılır, hatta köpürtülürken, kıyıda köşede kalan zengin zanaat membaı kurumaya mahkum ediliyor. Bu resimden yola çıkarak yapabileceğimiz öneri; şehirli olmaktan anladığımız şeyi değiştirmek. Yerel idarenin ve sermayenin hiç de yerel ve özgün olmayan, marka şehircilik salgınına kapılmış stratejilerini es geçip, şehrin sunduğu taktik eylemliliklerin rotalarını kat etmek, hayli zengin bir üretim/tüketim deneyimi vaat ediyor.

Etiketler

Bir yanıt yazın