Mimarın Karizma Sorunsalı

Henüz öğrenciydi ve Gebze'de büyük bir fabrika'nın şantiye yönetimini yürütüyordu. O gün, dar kesimli beyaz gömleği ve boynundaki siyah fuların, mesleğini yüz metreden belli ettiğini düşünüyordu...

Taşkışla’da 6 yarıyılı geride bırakmış, bir yandan okurken bir yandan İglo Mimarlık’ta çalışıyordu. Tecrübesi sınırlıydı ama patronu Zafer Karoğlu gerçek bir üstaddı. Önemli sorumlulukları kendisiyle korkusuzca paylaşıyordu.

O gün patronunun büyük arabasıyla şantiyeye doğru ilerliyordu. Hava sıcaktı ama tabii ki klima değil camlar açıktı. Dirseğini camdan çıkardığında havalı olduğunu düşünüyordu. Damla gözlükleri biraz düşük duruyordu ve tepesinden gelen güneş umrunda değildi. Zaten gözlüğün amacı UV’den korunmaktan başkaydı, hatta koruduğu da şüpheliydi. Toplantıdaki adamlar, gözlüğün bir benzinci envanterinden çıktığını o kısa görüşmede farketmeyecekti.

Hatta gözlüğün gerçek misyonu, şantiye toplantısındaki gözlüğü çıkarma mizanseniydi. Keskin ama mütevazi bir gülümsemeyle gözlüğünü yüzünden çekip, hafif kamaşmış gözler ve dinamik bir duruşla elini uzatacak, “Sedat Bayrak. Mimar.” diye başlayacaktı. Karşısındaki yakışıklı mühendis de “Merhaba Sedat Bey…” diye devam edecekti. Öyle olması gerekiyordu. O da uzun boylu olmalıydı.

Sedat henüz öğrenciydi ve Gebze’de büyük bir fabrikanın proje ve şantiye yönetimini yürütüyordu. O gün, dar kesimli beyaz gömleği ve boynundaki siyah fuların, mimar olduğunu yüz metreden bağırdığını düşünüyordu. Mayıs sıcağındaki serinlik, buz gibi bira bardağındaki damlacıktı Sedat. Tüm güçler üzerinde toplanmıştı ve çok önemsediği damla gözlükleri halen biraz düşük duruyordu.

Girdiği benzin istasyonu jilet gibiydi. Üstün mimari yeteneklerini kullandı. Aluminyum kompozitlere sıkışmış folyo artıklarından ve zemindeki kuvarslı betonun parlaklığından tesisin yeni olduğunu anladı. Bu çocuk çok iyi bir mimar olmalıydı, keşke göğsüne büyük bir “M” ütüleseydi.

Patronunun Pajero jipini pompaya yanaştı, kapıyı açtı ve ayağını dışarı attı. Coldplay benzin istasyonuna konser veriyordu. 1-2 sn sonra Chris Martin sustu. Markete doğru ilerlerken, arabanın kapısını kafasını çevirmeden topuğuyla ittirdi. Bu hareket, sıkça gittiği Bowling salonlarından kalmıştı. Topu, kalan son labuta yuvarladıktan sonra, arkasına bakmadan sandalyelere ilerlemeye bayılırdı.

O sırada kenarda duran bir adam ceketinin önünü tutarak mimara doğru hafif adımlarla koşmaya başladı. Genç Mimar böyle şeyleri hiç sevmez, canhıraç hizmet edilmekten büyük rahatsızlık duyardı. Ama bugün farklıydı. Demek patron gibi olmak böyle birşeydi. İlikli ceket koşarken bir yandan da canhıraç birşeyler söylüyordu. Sedat onu dinlemedi. “Hoşbulduk” diye bağaracak değildi ya. Adımlarını yavaşlatmadan elini hafifçe yana doğru uzattı. Başını hafif eğerek güneş gözlüklerinin arkasından kaşlarını kaldırdı ve “doldurun” diye seslendi. Ne yaptığından emindi ve koşan ceketin neler söyleyerek hürmet ettiği umrunda değildi. Adam son düzlüğe geldiğinde çoktan istasyonun marketine girmişti.

İçeri girdiğinde şöyle bir etrafa baktı… Bu yine bir mimar içgüdüsüydü. Sonra, bir süre düşündü… Dışarıdaki performansından çok memnundu. Şimdi sıra kasadaki güzel kıza gelmişti. Keşke izleyenler daha fazla olsaydı…

İşte o güzel kız o anda birşeyler söyledi, evren bükülür gibi oldu. Karizmatik bir -üçüncü şahıs- olmaktan çıktım -birinci tekil-, ben oldum. Zamanı durmuş gibi hissettim. Artık kelimeler kifayetsizdi…

Demek dışarıda koşan adam mimar karizmama saygıdan değil, beni durdurmak için koşuyordu.

Dışarıdaki performansım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Bu sefer başrolde hıyarın biri oynuyordu. Mekan; açılmamış bir benzinci, komedi unsuru da gerizekalı bir mimarın, kendisini uyarmaya gelen görevliyi artistik hareketlerle bertaraf etmesinden ibaretti. Harika bir oyunculuk vardı.

O adamın önünden nasıl tekrar geçip arabaya bindim hatırlamıyorum. Kendimi toparlamam 10-15 dakikamı aldı.

Şimdi gerçek bir -profesyonel karizmatik- gibi bu yaşananları unutup herşeye kaldığım yerden devam etmeliydim. Mühendisler şantiyede beni bekliyordu. Belki bu sefer bir aksiyon filmindeki Robert Downey Jr.’ı oynayabilirdim. Hatta toplantı keşke uluslararası olsaydı. Evet evet. “Sedat Bayrak, the Architect” harika bir girişti. Arkasından da yakışıklı mühendisten “Hi, Sedat, This is Carol” duymayı tercih ederdim. Biraz arkasında beyaz baretinden uzun siyah saçları uçuşan, yeşil gözlü, kemik gözlüklü güzel saha mühendisi bekliyor olacaktı.

Bu beklentinin biraz abartılı olduğunun farkındalığında ama umudumu söndürmeden yoluma devam ettim.

Şantiyeye vardığımda henüz arabadan gördüğüm mühendisin tipi, hayal ettiğim yakışıklı/karizmatik adamdan oldukça uzaktaydı. Yine de taviz verecek değildim. Toplantıya katılacak diğer mühendisleri düşündüm.

Sahaya yanaştım, arabadan indim. Keskin ama mütevazi bir gülümsemeyle gözlüğü yüzümden çektim. Hafif kamaşmış gözlerim ve dinamik duruşumla elimi uzatarak sahnenin açılışını yapacaktım ki, adam benden hızlı davrandı. Elini uzattı, şöyle dedi;
“Selaaam’ün Aleyküm”.

—-

(Bu anının kısa bir özetini eski blogumda yazmıştım, detaylarıyla bu platformda anlattım.)

Etiketler

7 yorum

  • naz-ekim says:

    Tebrikler… Birçok meslektaşımın kendisinden adeta nefret ettiren bir özelliğine özeleştirel bir bakış getirmişsiniz. Henüz öğrenci iken bile, alınan eğitim(!) ile doğru orantılı olarak kendini diğer tüm meslek gruplarından anlamsız bir biçimde üstün gören , bir “mimar her şeyi bilmelidir” düsturuyla yetişmiş birçok mimarımızın meslek hayatına atıldığında nasıl da yanılgıya düştüğünü gösteren ve aslında kim’senin her şeyi bilemeyeceğinin açık ifadesi olan yazınız için teşekkür etmek gerekir… Doğanın bize sunduğu olasılıkları bir araya getirerek bir taklitten öte gidemeyecek acizlikte olduğumuz gerçeği, mesleğimizi ve onun bize bağışladığı ünvanımızı diğer mesleklerden üstün kılma çabamızın altında yatan nedenleri sorgulatmalıdır diye düşünüyorum…

  • murat-aydin says:

    Bu ve bunun gibi birkaç yazınızı okumuştum. Bu yazıları okuduktan sonra sizin hangi gezegende yaşadığınızı gerçekten merak ediyorum. Hatta “Sedat yine harikalar diyarında” veya “bu insan neyin kafasını yaşıyor” demekten alıkoyamıyorum kendimi. Madem karizma olmaktan bahsediyorsunuz, size mimarlık mesleğimin gerçek kesitinden bir anımı anlatayım da en azından yazınızın mimarlığın gerçek boyutundan uzak olduğunu ve karizmanın gerçekten nasıl çizildiğini açıklamış olacağımı düşünüyorum.

    – Sene 2008 ve okuldan mezun olmanın verdiği heyecanla, mezuniyetimden 2 hafta sonra işe başlamıştım. 22 (21,5 :D) yaşındaydım. Hayallerini ve hedeflerini gerçekleştireceğimden şüphe duymuyordum. Çünkü, ben “Mimar”dım. İlk başladığım iş yerinde 2 ay süre geçmişti. Sonra yatan SSK ücretimin ne olduğunu bilmiyordum. Daha doğrusu stajlarımdan sonra yaşadığım ilk ciddi iş deneyimim olduğu için SSK’nın ciddiyetinde de değildim. İnternet üzerinden araştırdım ve sigortamın asgari ücret üzerinden yatırıldığını öğrendim. Eylül ayının ilk haftasıydı ve kendimden emin olmakla birlikte “karizma duruşumla” ofisin patronu Salih Bey’in odasına girdim. Durumu anlatırken aramızda geçen diyalog şöyleydi:

    Murat: Salih Bey, benim sigortam asgari ücret üzerinden yatırılıyor. Aldığım maaş üzerinden neden yatırılmıyor?
    Salih Bey: Beğenmiyorsan işten ayrılabilirsin Murat.

    Hiçbir sebep ve öneri sunulmadan, İşte o zaman karizmamın çizildiğini hissetmiştim ve bu karizmamı çizende bir “Mimar”dı. Siz yine şanslıymışsınız bu arada! Çünkü çoğu mimar sizin gibi hüsrana uğramayı çok ister. Ama uyandıklarında gerçek mimarlık hayatına geri dönerler 😀

  • sedat-bayrak says:

    Merhaba Murat, bir gün umarım yuzyuze denk gelirsek bahsettiğin konular ve yaşadığım gezegenle ilgili ilgini çekecek birşeyler anlatabilirim (iğneleme değil, samimiyet, lütfen yanlış anlama).

  • alisen says:

    Mayıs sıcağındaki serinlik, buz gibi bira bardağındaki damlacıktı Sedat. Huaaaahahaha 🙂 her hatırladığımda kahkaha. Atıyorum :))

  • mehmet-hilmi-duysak says:

    Sedat Bey, yazılarınızı büyük bir keyifle okuyorum. “mimar olmanın dayanılmaz hafifliği” işte bu olmalı.. Lütfen yazmaya devam ediniz…

  • sedat-bayrak says:

    @AliSen ; ben de o kısmını yazarken, Aliyle ne gülmüştük buraya dedim :).
    @Mehmet Hilmi Duysak ; teşekkürler Mehmet Bey, elimden geldiğince.

  • eda-eren says:

    Negüldük 🙂 Ben de takipteyim 25 gün olmuş yenisini bekliyoruz

Bir yanıt yazın