Nasıl bu kadar anlam kaymasına konu oldu bu toplumdaki bazı kutsal değerler, ve insanlar nasıl da kolayca benimseyip uyum sağladı bu kısa süreli sahte dayanışma masalına..
İslamiyete inanan herkes için ramazan ayı bir tür toplumsal dayanışmayı simgeliyor. Ya da en azından diğer insanların halinden anlamayı. Varlıklı kesimlerden insanların toplumun görece daha yoksul olan kesimlerindeki insanları tanıyıp destek olmasını. Böylece bir tür iç huzurunu ve dolaylı bir toplumsal barışı da belki..
Oysa daha ilk günden lüks restoranlarda ve otellerde kurulmuş masalarda varlıklı insanlar dönüşümlü olarak birbirini ağırlamaya başladı bile. O masalarda konunun özüne uygun bir dayanışma mı, yoksa sosyalleşme, ticaret ve siyaset mi ön plandadır, tahmin etmek hiç zor değil.
Peki ya belediyelere ve kamu kurumlarına ne demeli? Aşevleri, iftar çadırları, boy boy yardım kolileri ve çocuklara hediyelikler çoktan hazırlandı. Hoparlörlerle, afişlerle, bin türlü reklamla duyurarak, ve de gözlerine soka soka, insanlar kamu kaynakları harcanarak sunulan bu olanaklara davet ediliyorlar. Kısa bir süreliğine elbette.
Peki ama, belediyelerin ya da diğer kamu kurumlarının asli görevleri arasında mıdır bütün bunlar? Zaten çok kısıtlı olan mali kaynakları, memleketin öncelikli ihtiyaçları için kullanmak gerekmez mi?
Özü itibariyle, ‘insanı’ daha erdemli olmaya teşvik eden, Allah ile kul arasındaki gönül bağından beslenen, bunun için de mutlaka ‘bireysel’ olması gereken bu yardımlaşma ve dayanışmanın, insanın kendi ellerinin bile birbirinden haberdar olmayacağı bir sessizlik ve gizlilikle yürütülmesi beklenirken, böyle bir ortamda belediyelerin ve kamu kurumlarının nasıl bir rolü olabilir ki?
Bu soru ne yazık ki yalnızca belediyeleri ve kamu kurumlarını ilgilendirmiyor son zamanlarda. Konuyla ilgisi olsun olmasın, dernekler, vakıflar, sivil toplum kuruluşları, ve daha akla gelebilecek birçok oluşum bu konuda birbirinin peşi sıra sahneye çıkıyor.
Bütün bunların çok kolayca tahmin edilebilecek bir nedeni de var elbette. İnsanların yoksulluklarından ve yoksunluklarından, belli çevreler için siyasal çıkarlar elde etmek; bunu yaparken de kişisel kaynakları değil, kamunun kaynaklarını kullanmak.
Küresel büyük güçler Orta Doğu’daki uzun vadeli çıkarları için Türkiye’ye bir siyasal İslam elbisesi giydirdiğinde, asıl hedefler elbette ekonomiyle ilgili olanlardı. Amaç, öncelikle devletin ülke ekonomisi üzerindeki etkinliğini ve denetleyici rolünü olabildiğince kırmak, mevcut kamu işletmelerinin önce zarar ettirilerek sonra özel girişimcilerin eline geçmesini sağlamak, uluslararası büyük sermaye grupları için yeni ve geniş bir pazar oluşturmak, ekonomik dışa bağımlılığı arttırmak ve böylece ülke siyasetini de kontrol altında tutmaktı.
Aradan uzun zaman geçti, ve bugünlere geldik. Son yıllarda ise dini inançların siyasallaştığı, ticarileştiği ve hatta devlet yönettiği vakit nasıl bir şeye dönüşebileceğini yaşayarak öğrenme fırsatımız oldu.
Görünen o ki, artık siyasal islamın kapitalizmle imtihanıdır bizim son yıllardaki dindarlığımız.. İbadetin ticarete düşmüş gölgesi kadar düzenbaz, ve inançlı görünenlerin siyasetteki rolü kadar fırsatçı..
“Nasıl bu kadar anlam kaymasına konu oldu bu toplumdaki bazı kutsal değerler ve insanlar nasıl da kolayca benimseyip uyum sağladı bu kısa süreli sahte dayanışma masalına” diye soramıyorum bile artık. Yine de, son günlerde bir başka soru kafamı kurcalıyor:
Acaba belediyeler ve diğer kamu kurumları da günü geldiğinde Sırat Köprüsünden geçecekler mi?
1 Yorum
Beyhude gamlanma divane gönül!
Cümle alemin rızkını veren vardır.
Yaptığın hatayı görmüyor sanma.
Kalpte gizli en derin sırları bilen vardır.
Mal-ı emlakım var deyu güvenme!
Arkam var deyu dayanma!
Sırt üstü insanı yere varan vardır.
Beyhude gamlanma divane gönül!
Cümle alemin rızkını veren vardır.
Derdime vakıf değil canan.
Beni handan bilir.
Hakkı vardır şad olanlar.
Herkesi şadan bilir.
Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.
Çektiğim alamı bir ben birde Allah’ım bilir.
Fuzuli