Türkiye'nin kuzeybatısında yer alan Edirne gerek tarihi ve kültürel varlıkların birikimi ile gerekse Avrupa ülkelerine ulaşımda köprü görevi gören coğrafi konumu ile önem taşıyan bir kenttir.
Toplumlar tarihi ve kültürel değerlerini koruyabildikleri ve bu değerleri günümüz yaşam tarzları ile birleştirebildikleri ölçüde kültürlerini yansıtmaktadırlar. Toplumları barındıran kentler de kültürel çeşitliliği, doğal ve yapay öğeleri bünyesinde barındıran alanlardır. Nitekim kentleri birbirinden ayıran, onlara kimlik kazandıran ve onları tanımlanabilir kılan öğeler geçmişteki kültürlerin birikimleridir. Türkiye, kentlerine kimlik kazandıracak doğal, kültürel ve tarihi varlıklar açısından zengin bir bölgede konumlanmaktadır.
Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış Edirne, Türkiye’nin batı sınırına en yakın yerleşmesi olarak bölge ve ülke açısından önemli bir transit merkezi; ülkenin Avrupa’ya açılan kapısı niteliğindedir. Yaklaşık 90 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yapmış; Osmanlı mimarisini doruk noktasına taşıyan görkemli dini yapıları ve sivil mimarlık örnekleri ile ön plana çıkmıştır. Edirne’de cami, mescit, tekke, türbe gibi dini yapılar; medrese, külliye gibi eğitim ve sosyo-kültürel yapılar; han, çarşı gibi ticari yapılar; kilise, sinagog gibi azınlık yapıları; köprü, çeşme gibi su yapıları yanı sıra çok sayıdaki sivil mimarlık örnekleri kente kimliğini kazandıran, Osmanlı kültürünü ve mimarisini yansıtan öğeler arasındadır.
Osmanlı Dönemi’nde Edirne’nin Demografik Yapısı
Edirne Osmanlı Türkleri tarafından Bizanslılardan alındığında şehirde kültür itibari ile Rumlaşmış, din itibari ile de Hıristiyan olmuş Traklar mevcuttur (Peremeci, 1939). Edirne’nin Osmanlı yönetimine girmesinden sonraki fiziki gelişimine paralel olarak nüfusu da artmıştır. 14. yüzyılın ikinci yarısında, Anadolu’daki birçok Türk Trakya’ya geçirilerek bu bölgeye yerleştirilmiş; hatta Türklerle birlikte bazı Ermeniler de gelerek Edirne’ye yerleşmişlerdir. 15. yüzyılın ikinci yarısında da Osmanlı topraklarına sığınan Musevilerin birçoğu Edirne’ye gelerek burada cemaatler halinde yaşamaya başlamışlardır. Ancak 19. yüzyılda uğradığı işgaller dolayısıyla Edirne’nin nüfus yapısı, sosyal ve iktisadi dengeleri değişmeye başlamıştır. 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Müslüman halkın çoğu göç etmiş; yerlerine civar köylerden Hıristiyanlar yerleştirilmiştir (Emecen, 1998).
20. yüzyıl başlarında -Balkan Savaşı’ndan önce- Edirne’nin nüfusu 47.289’u Türk, 19.608’i Rum, 14.469’u Musevi, 4.000’i Ermeni ve 2324’ü Bulgar olmak üzere 87.000 civarında olmasına karşın Balkan Savaşı’ndan sonra azalmıştır (Peremeci, 1939). Nitekim 27 Şubat 1919’da Barış Konferansı’na sunulan raporda Edirne şehrinin 1911 yılındaki nüfusunun toplam 65.454 olduğu; bu nüfusun 25.950’sini Rumların, 25.000’ini Müslümanların, 9.500’ünü Yahudilerin, 3.500’ünü Ermenilerin, 1.504’ünü de Bulgarların oluşturduğu belirtilmektedir (Balta, 1998). Ancak Balkan Savaşı ve Yunan işgali nüfus hareketlerinde değişikliğe sebep olmuş; 1927’de Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk nüfus sayımında Edirne’nin nüfusu 34.528 olarak belirlenmiştir (Peremeci, 1939; Gökbilgin, 1993; Darkot, 1993).
Edirne Kültür Varlıkları
Edirne, Osmanlı idaresine geçtikten sonra anıtsal nitelikli mimari eserlerine kavuşmaya başlamış; yönetimin atadığı “ şehir mimarı” ve bir “mimarbaşı”nın yönlendirmesiyle çok sayıda mimari eserle donanmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nda halkın gereksinimlerini karşılayacak kamusal yapılara önem verildiğinden bu anlayış doğrultusunda Edirne’de de toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte -cami, medrese, bedesten, arasta, mektep (sıbyan mektebi), imaret, kervansaray, han, darüşşifa, hamam, muvakkithane, köprü, çeşme, şadırvan, sebil gibi- birçok yapı üretilmiştir. Edirne’nin zengin kültürel mirasa sahip olduğunun bir göstergesi olarak Tablo 1’de -sivil mimarlık örnekleri haricinde- günümüze ulaşan tarihi yapıların sayısı verilmiştir.
Tablo 1: Edirne’nin Osmanlı Dönemi’ne ait kültür varlıklarının sayısal verileri
Günümüze ulaşan dini yapılar Osmanlı dönemi yerleşim sınırları içinde konumlanmakla birlikte çoğu tarihi kent merkezinde yer almaktadır (Harita 1).
Harita 1: Günümüze ulaşan dini yapıların kent içi konumları (Mısırlı ve Benian, 2014)
Aşağıda, ‘somut kültürel miras’ olarak gayrimüslim yapılara, döneminin özellik arz eden ve Osmanlı Mimarisi’nin gelişim çizgisini vurgulayan camilere, Osmanlı döneminde Edirne’nin ‘Küçük Paris’i olarak nitelendirilen Karaağaç Mahallesi’ne ve Kaleiçi sivil mimarlık örneklerine; ‘somut olmayan kültürel miras’ olarak da Kırkpınar Yağlı Güreşleri Festivali’ne kısaca değinilmektedir.
Eski Cami (1403-1414): Osmanlı Mimarisi’nin erken dönem örneklerinden biri olan cami aynı zamanda Edirne’nin ilk anıtsal yapılarındandır. İnşası, Sultan Çelebi Mehmet döneminde tamamlanmış olup mimarı Konyalı Hacı Alaeddin’dir (Kuban, 2007). Yapı, Selçuklu döneminde çok sayıda insanın bir arada ibadet edebilmesini sağlamak amacıyla tasarlanan, çok ayaklı/çok kubbeli cami geleneğini devam ettiren örneklerdendir. Dört payeye dayalı dokuz kubbeden oluşan cami, yığma sistemde inşa edilmiştir. Harim duvarlarında kesme taş örgü, son cemaat yerinde ise kesme taş ve tuğla kullanılarak oluşturulmuş almaşık örgü görülür (Şekil 1,2). Son cemaat yerinde, harim duvarlarında ve payelerde bulunan yazıları ile ünlüdür (Şekil 3).
Şekil 1-2. Solda: Eski Cami (Benian arşivi-2005). Sağda: Eski Cami (Edirne Vakıflar Bölge Müdürlüğü arşivi)
Şekil 3. Eski Cami içindeki yazılardan bir görünüm (http://www.edirnedenevar.com.tr)
Üç Şerefeli Cami (1438-47): Osmanlı sultanı II. Murad döneminde inşa edilen yapının -kesin bilinmemekle birlikte- mimarının Muslihiddin olduğu düşünülmektedir. Üç Şerefeli Cami’nin Türk mimarlık tarihinde özel bir yeri vardır: dörtgen plana sahip kapalı ibadet mekanı, mihrap önünde bir duvardan diğer duvara kadar uzanan büyük bir kubbe ve iki yanda ikişer kubbe ile örtülmüştür. Altıgen kasnak üzerinde yükselen merkezi kubbesi ile Osmanlılar için yeni bir cami tipolojisi oluşturmuştur (Şekil 4). Ayrıca dıştan 24 köşeli kasnağa oturan büyük orta kubbeyi destekleyen sekiz payanda kemeri, ilk kez bu yapıda uygulanmıştır. Avlulu ilk Osmanlı camisidir (Kuban, 2007). Farklı plastik etkiye sahip dört minaresi vardır. Yapıya adını veren minaresinde üç şerefe bulunmakta ve her şerefesine ayrı yoldan ulaşılmaktadır. Kündekari tekniğindeki kapısıyla da ün kazanmıştır (Şekil 5).
Şekil 4-5. Solda: Üç Şerefeli Cami (https://www.youtube.com). Sağda: Üç Şerefeli Cami Kapısı (http://wowturkey.com)
Şekil 6-7. Solda: Edirne Muradiye Camii (Benian arşivi-2015). Sağda: Edirne Muradiye Camii Mihrabı (Benian arşivi-2015)
II. Bayezid Külliyesi (1484-88): Sultan II. Bayezid döneminde inşa edilmiştir. Tunca Nehri kıyısında yer alan külliye cami, şifahane, medrese, imaret, tabhane, hamam ve köprüden oluşur (Şekil 9). Mimar Hayrettin tarafından tasarlanan bu külliyenin taç yapısı -sultanın da külliyeyi yaptırmaktaki asıl amacı olan- darüşşifadır. Osmanlı mimarisinin en önemli ve en gösterişli yapılarından biridir. Camisi tek kubbeli olup tabhaneler bağımsız bölümler olarak camiye birleştirilmiştir (Kuban, 2007). Günümüzde Sağlık Müzesi olarak işlevlendirilen şifahane, 2004 yılında Avrupa Konseyi Avrupa Müze Ödülü’nü, 2007 yılında ise Avrupa Kültür Mirası-Mükemmellik Kulübü En iyi Sunum Ödülü’nü kazanmıştır (Şekil 10).
Şekil 9-10. Solda: II. Bayezid Külliyesi (http://www.edirnetaksi.com). Sağda: Sağlık Müzesi (Benian arşivi-2016)
Selimiye Camii ve Külliyesi (1568-1575): Sultan II. Selim döneminde inşa edilen cami Osmanlı’nın başmimarı Mimar Sinan tarafından tasarlanmıştır. Tarihi kent merkezinde konumlanan külliye; cami, dar’ül kurra medresesi, dar’ül hadis medresesi, arasta ve sıbyan mektebinden oluşmaktadır. Külliyenin ana yapısı cami olup kent silüetinde de etkilidir. (Şekil 11,12).
Selimiye Camii, kubbe altı mekan birliğinin tam olarak çözüldüğü bir örnektir. Mimar Sinan bu yapısında cemaati aynı kubbe altında toplamayı ve büyük bir açıklığı tek kubbe ile geçmeyi başarmıştır. Caminin plan şeması, hemen hemen tüm geometrik formları içerir. Zeminden yaklaşık 43 metre yüksekliğindeki 31.5 metre çaplı kubbe, 8 büyük ayak (filayağı/pilpaye) ile taşıtılmış ve yapının köşelerine doğru yönlenen dört eksedra ile daha da geniş bir alan oluşturma yoluna gidilmiştir (Benian, 2011) (Şekil 13).
Selimiye Camii, Klasik Osmanlı döneminin zirve eseri; Osmanlı mimarisinin özgün niteliklerini ve dünya mimarisi içindeki özel statüsünü belirleyen bir başyapıttır. Mimar Sinan bu yapıda kubbenin mutlak egemenliğini hissettiren merkezi bir mekan anlayışı oluşturmuştur. Kubbe çevresinde tasarladığı simetrik dört minare ile merkezi mekan düşüncesini yapının dışında da vurgulamıştır (Kuban, 2007).
Edirne Selimiye Camii ve Külliyesi, 27 Haziran 2011 tarihinde dünya miras komitesi tarafından Paris’te yapılan toplantıda dünya miras listesine girmiştir: insan yaratıcılığının ifadesi bir başyapıt olması, insanlık tarihinin bir veya birden fazla anlamlı dönemini temsil eden yapı tipinin ya da mimari veya teknolojik peyzaj topluluğunun değerli bir örneğini sunması nedeniyle (www.unesco.org.tr) UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne kabul edilmiştir.
Şekil 11-12. Solda: Selimiye Camii ve Külliyesi (https://www.youtube.com). Sağda: Selimiye Camii ve Külliyesi (http://www.rehberyasin.com)
Şekil 13. Selimiye Camii Kubbesi (http://gezegenigez.com)
Sv. Konstantin ve Helena Kilisesi: İnşası 1869 yılında tamamlanan yapı yarı açık narteks, ana mekan ve apsis olmak üzere üç temel bölümden oluşan bir bazilikadır. Ana mekan iki sütun dizisi tarafından ortadaki daha büyük olmak üzere üç bölüme ayrılmıştır. Narteksin üzerinde emporiya olarak adlandırılan iki galeri katı mevcuttur. Apsis içten yarım daire, dıştan beş yüzlüdür. Apsis ile naosu ayıran ikonastasis üzerinde birçok ikona yer almaktadır. Yığma sistemde inşa edilen yapı almaşık duvar örgüsüne sahiptir (Benian, 2004) (Şekil 14,15). 20. yüzyılın ilk yarısında cemaatini kaybeden ve kaderine terk edilen kilise uzun yıllar bakımsız kalmışsa da yakın dönemde restore edilerek 2008’de yeniden ziyarete açılmıştır.
Şekil 14-15. Sv. Konstantin ve Helena Kilisesi (Benian arşivi-2016)
Sv. Georgi Bulgar Ortodoks Kilisesi: İnşası 1880 yılında tamamlanarak hizmete açılan yapı, kilise ve müştemilat olarak iki yapıdan oluşmaktadır. Kilise Bulgar rönesansının geç dönemine özgü bir bazilikadır. Narteks, üç nefli ana mekan ve apsisten oluşmaktadır. Narteksin üzerinde iki galeri katı mevcuttur. Apsis içten ve dıştan yarım daire şeklindedir. Yığma sistemde inşa edilen yapı, almaşık duvar örgüsüne sahiptir. Naos ile apsisi ayıran ikonostasis duvarı üzerinde farklı sahneleri içeren ikonalar bulunmaktadır (Benian, 2004) (Şekil 16,17). Zaman içinde yıpranan yapının restorasyonu 2004 yılında tamamlanmış ve yapı ziyarete açılmıştır.
Şekil 16-17. Sv. Georgi Kilisesi (Benian arşivi-2006)
Büyük Sinagog: 1907 yılında ibadete açılan Edirne Sinagogu, Kaleiçi Semti’nde yer almaktadır. Büyük Sinagog, midraş ve idari bina olmak üzere üç yapıdan oluşan bir komplekstir. Bazilikal plan şemasına sahip Büyük Sinagog iki sütun dizisiyle 3 nefe ayrılmış olup yan neflerin üzerinde galeriler bulunmaktadır (Şekil 18,19). Balkanlar’ın en büyük, Avrupa’nın üçüncü büyük sinagogu olarak nitelendirilen yapı, Edirne kent kimliğine damgasını vurmuş olmakla birlikte Yahudilerin günümüze ulaşan tek simgesidir. Sinagog cemaatin yoğun olarak bulunduğu 1960’lı yıllara kadar aktif olarak kullanılmış; sonrasında büyük bölümü yıkılmıştır (Tuna, 2006). 2010 yılında başlayan restorasyon çalışmaları tamamlanarak yapı 2015 yılında ziyarete açılmıştır.
Şekil 18-19. Büyük Sinagog (Benian arşivi-2016)
Bahai Evi: 19. yüzyılda başlayan Bahai dini, bağımsız bir dini inançtır. Bu inancın ana fikri, tüm insanlığın tek bir aile olduğu ve barış içinde, küresel bir toplum halinde birleşme zamanının geldiğidir. Bahai dininin kurucusu olarak kabul edilen Hz. Bahaullah, 1863’te Edirne’ye geldikten sonra Selimiye çevresinde bulunan bir konutta yaşamıştır (http://www.bahaitr.org). Bu konut, geleneksel Edirne evi karakterini taşıyan, tek katlı, yığma bir yapıdır (Şekil 20,21). Bahailere göre kutsal sayılan bu konut, Türkiye’den ve dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen turistlerce yoğun olarak ziyaret edilmektedir.
Şekil 20-21. Bahai Evi (Mısırlı arşivi, 2012)
Karaağaç Mahallesi: Edirne’nin güneybatısında, Meriç Nehri’nin batı yakasında yer alan günümüz Karaağaç Mahallesi, Yunanistan’a açılan Pazarkule sınır kapısına açılmaktadır. Geçmişi antik döneme kadar uzanan mahallede, 17. yüzyılda, Rum ve Türk ailelerin yazlık ve çiftlik evlerinin; 19.yüzyılda ise Edirne’de yaşayan gayrimüslimlerin, Avrupalı ailelerin ve konsolosların yazlık evlerinin de bulunduğu belirtilmektedir (Erdoğu, 1998).
19. yüzyıldaki en önemli gelişme, Rumeli demiryolu hattının merkezini teşkil eden Edirne’de, tren istasyonunun Karaağaç’ta inşa edilmiş olmasıdır (Şekil 22). Tren istasyonunun inşası ile birlikte Karaağaç’ta nüfus büyük ölçüde artmış; bu artışa bağlı olarak da hızlı bir yapılaşmaya gidilmiştir. En hareketli dönemini tren istasyonunun inşası ile yaşamaya başlayan Karaağaç gerek sosyal gerekse ekonomik ve kültürel yönden oldukça kısa sürede gelişim göstererek Edirne içinde farklı bir konuma sahip olmuştur. İstasyonun inşasından önce sayfiye ve küçük çapta eğlence yeri olarak kullanılan bu yerleşim bölgesi, istasyondan sonra bölgedeki hareketliliğin artışına koşut olarak Edirne’nin eğlence ve gösteri merkezi haline gelmiştir. Ayrıca Avrupa’dan gelen veya Avrupa’ya giden yolcular için daha fazla otel, lokanta, cafe ve eğlence yerinin açılmasına neden olmuştur. Bu durum, dönemi içerisinde renkli ve canlı dokusu nedeniyle Karaağaç’ın “Küçük Paris” olarak nitelendirilmesinde büyük rol oynamıştır (Erdoğu, 1998).
20. yüzyılın başlarında ise Osmanlı İmparatorluğu’nun içinde bulunduğu siyasal hareketlilik Edirne’yi ve dolayısıyla Karaağaç’ı da etkilemiştir. Özellikle, Balkan savaşlarından sonra Lozan Antlaşması’na kadar, ülkeler arasında paylaşılamayan bölge olmuş; mübadele yıllarından sonra nüfus yapısı da değişmeye başlamıştır.
Yerleşim olarak birbirine dik ve paralel caddelerden oluşan ızgara plan şemasının uygulandığı bu bölgede, geçmişten günümüze ulaşan en sağlam yapılar ise konutlardır. Günümüze ulaşan tarihi konutlar genellikle döneminin özelliklerini, kültürünü ve yaşam biçimini yansıtmaktadırlar. Tarihi doku içerisinde yer alan bu konutlar incelendiğinde;
Şekil 22. Eski Tren İstasyonu/Günümüz Trakya Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi (http://bys.trakya.edu.tr)
Şekil 23-24-25-26-27-28. Karaağaç Mahallesi’nde günümüze ulaşan konutlardan örnekler (Benian arşivi-2007)
Edirne Kaleiçi: Edirne Osmanlılar tarafından fethedildiğinde Kaleiçi, Roma döneminde inşa edilmiş surlarla çevrilidir (Eyice, 1998). Ancak bu surlar 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren yıkılmaya (yıktırılmaya) başlamış, bugün belli belirsiz izleri kalmıştır (Akansel, Sirel ve Benian, 2003).
19. yüzyılda Rus istilaları, Yunan ve Bulgar işgalleri, deprem ve yangınlar, salgın hastalıkları gibi çeşitli faktörler güçlü bir tarihe sahip olan Edirne’yi harap etmiştir. 1903 yılında çıkan bir yangın sonucunda da Kaleiçi’ndeki mahalleler büyük hasar görmüştür (Onur, 1990). Özellikle 19. yüzyılın son çeyreğinde hız kazanan yık-yap-sat faaliyetleri sonucunda sivil mimarlık örneği birçok yapının yerini 5-6 katlı apartmanlar almıştır. 1976’da hazırlanan İmar Planı ile Kaleiçi’nde sınırları tartışılabilecek belli alanlar denetim altına alınmaya çalışılmışsa da koruma anlayışı doku ölçeğinde değil, tekil yapılar olarak kalmıştır (Akansel, Sirel ve Benian, 2003).
Karaağaç Mahallesi’nde söz edildiği gibi Kaleiçi yerleşiminde de birbirine dik ve paralel caddelerden oluşan ızgara plan şemasının uygulandığı görülmektedir. Kaleiçi’ndeki konutların biçimlenmesinde de uzun yıllar bir arada yaşamış çeşitli toplumların gelenek, görenek ve yaşam tarzları etkili olmuştur. Konutların plan şeması, yapım tekniği, malzemesi ve cephe düzeni sosyo-kültürel yapının özelliklerini sergilemektedir. Yerleşim bölgesinde geleneksel konutların yanı sıra Osmanlı’nın batılılaşma hareketlerini ve 19. yüzyılda ortaya çıkan Neo-klasik üslubun özelliklerini içeren yapılar da mevcuttur. Çoğunlukla bitişik düzende, bodrum üzeri iki kat olarak inşa edilmiş yapıların plan şeması genelde orta sofalıdır. Üst katlarda yer alan çıkmalar ve balkonlar ile de plan şemalarına hareketlilik kazandırılmıştır (Akansel, Sirel ve Benian, 2003).
Türk evlerine sokaktan dolaylı olarak (önce bahçeye/avluya, avludan konuta gibi) girilmesine karşın daha çok ticaret ve el sanatları ile uğraşan gayrimüslim evlerine doğrudan sokaktan girilmektedir ki avlu evin arkasında ya da yanında yer almaktadır. Ayrıca bu yapıların cephe düzenindeki batı kaynaklı mimari üslupların etkileri pencere ve kapı ahşap işleme tekniklerinde, saçak ve alın düzenlemelerinde, çıkmalarda, payandalarda ve saçak furuşlarında belirgin olarak hissedilmektedir. Günümüze ulaşan konutların birçoğu restore edilerek yeniden işlevlendirilmiş durumdadır (Akansel, Sirel ve Benian, 2003) (Şekil 29,30,31,32).
Şekil 29-30-31-32. Kaleiçi’nde günümüze ulaşan konut örnekleri (Benian arşivi-2003,2007)
Kırkpınar Yağlı Güreşleri Festivali: Kırkpınar Yağlı Güreşleri 14. yüzyılda Rumeli’de (Batı Anadolu) doğup günümüze kadar uzanan geçmişiyle dünyanın en eski festivallerinden birisidir. Festivalin ana temasını yağlı güreşler oluşturur; yağlı güreşlerin merkezinde ise pehlivanlar vardır. Pehlivan karakteri, Türkler için önemli bir kültürel kimlik unsurudur. Türkiye’nin hemen her bölgesinden, farklı yaşlardan ve farklı kültürlerden binlerce kişinin katıldığı büyük bir organizasyondur (Alan Yönetim Planı).
Festival, Müslümanlar için kutsal kabul edilen Cuma günü, tüm pehlivanların katılımı ile Selimiye Camii’nde mevlit okutulması ile başlar. Daha sonra Sarayiçi Mevkii’nde yer alan ve güreşler için özel olarak hazırlanmış “Er Meydanı”nda devam eder. Er Meydanı’ndaki ritüeller arasında pehlivanların güreşlerden önce yağlanmaları, “peşrev” denilen yürüme ve selamlama hareketleri (Şekil 33,34), cazgırların pehlivanları tanıtması ve duaları, festival süresince Kırkpınar ezgileri çalan 40 takım davul zurna ekibi sayılabilir. Üç gün süren güreşlerde birinci olan başpehlivanın ‘Kırkpınar Altın Kemeri’ni almasıyla festival sona erer. Çeşitli bölgelerden gelen katılımcıları buluşturan Kırkpınar Yağlı Güreşleri Festivali, toplumsal barış ve kaynaşmaya önemli bir destek vermektedir.
Kırkpınar Yağlı Güreş Festivali, 15-19 Kasım 2010 tarihlerinde Nairobi’de toplanan UNESCO Somut Olmayan Kültürel Miras Komisyonu Genel Kurulu tarafından 26 Kasım 2010 tarihinde UNESCO Somut Olmayan Kültür Mirası Listesine dahil edilmiştir. Bu festival; sözlü anlatımlar ve gelenekler (cazgırların söylediği “dualama” nedeniyle), gösteri sanatları (gösteri niteliği taşıdığı için), toplumsal uygulamalar, ritüeller ve şölenler (içinde pek çok ritüel barındıran bir festival olduğu için), el sanatları geleneği (yağlı güreşlere özel giysi “kıspet” ve kıspet taşıma gereci “zembil” olduğu için) nedeniyle UNESCO Somut Olmayan Kültür Mirası Listesi’ne kabul edilmiştir (www.unesco.org.tr).
Şekil 33-34. Solda: Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nde pehlivanların yağlanması. Sağda: Kırkpınar Yağlı Güreşleri’nde yürüme ve selamlama hareketleri (http://www.aljazeera.com.tr) (http://www.milliyet.com.tr)
Sonuç olarak,
Günümüz Edirne’sinde şehre damgasını vuran Selimiye Camii, Eski Cami, Üç Şerefeli Cami, Muradiye Camii, II. Beyazıt Külliyesi yanı sıra diğer pek çok cami, mescit, türbe gibi İslami eserler; bünyesinde barındırdığı gayrimüslim toplulukların inançları doğrultusunda oluşturulmuş kilise, sinagog gibi ibadet yapıları; medrese, saray, kervansaray, köprü, imaret, sebil, çeşme gibi yüzlerce anıt eser ve sivil mimari örnekleri kentin kimliğini oluşturan kültürel varlıklardandır. Geçmişi günümüze sunan izler olarak tüm tarihi ve kültürel varlıkların geleceğe taşınması ümidiyle…..
Referanslar
Akansel, S., Sirel, A., Benian, E., 2003, “Tarihi Kentlerde Atıl Kaynakların Kullanabilirliğinin Kentsel Tasarım Boyutu: Edirne Kaleiçi-Maarif Caddesi”, Uluslararası 14. Kentsel Tasarım ve Uygulamalar Sempozyumu Bildiri Kitabı, İstanbul, s. 325-339
Balta, E., 1998, “Edirne Rum Cemaati (XIX. Yüzyıl ortası-1922)”, Çev. Işık Ergüden, Edirne; Serhattaki Payitaht, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 229-254
Benian, E., 2004, Edirne’de İki Hıristiyan Yapısı: Bulgar Ortodoks Kiliseleri (Kıyık, Uzunkaldırım), Yüksek Lisans Tezi, Trakya Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, Edirne
Benian, E., Dalgıç, G., 2007, “Edirne Karaağaç Mahallesinde Sosyo-kültürel Yapının Konut Mimarlığına Yansımaları”, III. Uluslararası Sinan Sempozyumu Bildiri Kitabı, Edirne, s. 55-60
Benian, E., 2011, “Mimar Sinan ve Osmanlı Cami Mimarisinin Gelişimindeki Rolü”, Tübitak Bilim ve Teknik Dergisi, Yıl: 44, Sayı: 518, s. 40-47
Darkot, B., 1993, “Edirne, Coğrafi Giriş”, EDİRNE-Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümü Armağan Kitabı, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, s.1-12.
Emecen, F. M., 1998, “Tarih Koridorlarında Bir Sınır Şehri: Edirne”, Edirne; Serhattaki Payitaht, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 49-70
Erdoğu, R., 1998, “Bir Aykırı Edirne Mahallesi: Karaağaç”, Edirne; Serhattaki Payitaht, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 193- 202
Eyice, S., 1998, “Bizans Devrinde Edirne ve Bu Devre Ait Eserler”, Edirne; Serhattaki Payitaht, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, s. 19-47
Gökbilgin, T., 1993, “Edirne”, İslam Ansiklopedisi, Milli Eğitim Bakanlığı, Cilt 4, İstanbul
http://www.unesco.org.tr
Kuban, D., 2007, Osmanlı Mimarisi, YEM Yayın, İstanbul
Mısırlı A., Benian E., 2014, “Evaluation of The Historical City Edirne Through Cultural Assets”, Humanities and Social Sciences Review (HSSR), Vol. 3, No. 2., s. 309-325
Onur, O., 1990, “Edirne Kent Planının Geçirdiği Evrelere Kısa Bir Bakış”, Mimarlık Dergisi, Sayı: 2, s. 64-67
Peremeci, O. N., 1939, Edirne Tarihi, İstanbul
Tuna, S., 2006, Türkiye’de Sinagog Mimarisi ve Edirne Büyük Sinagogu, Yüksek Lisans Tezi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, İstanbul
Şekil 4. Üç Şerefeli Cami
(https://www.youtube.com)