Beni çok sevmediğini biliyorum. Bira yanında tuzlu fıstık yer gibi tüketiyorsunuz beni arkadaş sohbetlerinizde, biliyorum. Senin yerindeyken aynısını ben de yapardım, oradan biliyorum. Ben patron mimarım.
Eleştirilerini genelde arkamdan, son dönemlerde anonim olarak internet üzerinden, nadiren de yüzüme karşı iletsen de aklımda kabaca bir liste oluşmuş durumda. Bu genelgeçer bir liste ve üzülerek söylemeliyim ki çoğunlukla seni haklı buluyorum. Davranış patolojilerini gözlemlersek, pek çok meslektaşımın temel sosyal kontratlarının gerekliliklerini yerine getiremeyecek seviyede karakter bozukluğuna sahip olduğunu düşünüyorum. Buna maruz kaldığınız ve çoğunlukla katlanmak zorunda olduğunuz için üzgünüm; fakat bence senin de bilmen gereken bazı şeyler var: Benim de şikayetlerim var, hatta bazıları seninle ilgili.
Mimarlığın çok talepkar bir meslek olduğunu hepimiz biliyoruz. Öyle ki “genç” kelimesi ile “genç mimar” tabirinin tanımladığı yaş aralıkları birbirinden oldukça farklı. Düşün, insanlar bundan yaklaşık 100 yıl önce benim “Genç Mimar Ödülü” almamın muhtemel olduğu yaşa gelmeden ölüyordu. Kendini genç olarak görüyorsan, bir de mesleki çerçevede bak: 35 yaşındayım, genç mimar benim, sen değilsin.
İmaj 1. American Institute of Architects (AIA) tarafından 1993 yılından bugüne dek verilmiş Genç Mimar Ödülleri’ni kazananların, ödülü aldığı zamanki yaşlarını incelediğimizde ortaya çıkan tablolar. Ödülü alanların neredeyse yarısının 35-39 yaş aralığında olduğu, hatta spesifik olarak 37 ve 39 yaşlarında ödül alanların yüksek sayıda olduğu görülebilir. AIA, ödülü mimarların yaşı ile değil aktif olarak piyasada bulunma süresi ile sınırlandırıldığı için 50 yaşında genç mimar olarak ödüllendirilen mimarlar mevcut.
35 yaşında genç mimar olmak demek, en az 4-5 yıldır, belki daha uzun bir süredir piyasada isim yapmaya çalışıyor olmak demek. İnşaat/gayrimenkul sektörleri dünyanın her yerinde acımasız; inanılmaz paralar dönüyor, hepsi gözünün önünden geçiyor ama senin payına düşen bazen banyodaki mermerlerin parası bile değil. O paraları harcayan kişi nedense sana bir türlü hak ettiğin saygıyı gösteremiyor; oysa ki yapacağım en ufak bir hata kendisine bana uygun gördüğü meblağın birkaç katını kaybettirebilir. Mesleğimi icra edebilmem için önce yatırımcıları eğitmem gerekiyor, tasarım kararlarının neden bana veya bu işin eğitimini almış bir meslektaşıma bırakılması gerektiğini ve kendisinin veya herhangi bir akrabasının fikirlerinin yalnızca dikkate alınacak görüşler olduğunu ama son kararın bana, yani profesyonel kişiye bırakılması gerektiğini kibarca ve sabırla açıklamam gerekiyor. Öyle ki çoğunlukla işveren, belediye, yönetmelik ve en kötüsü halihazırda delik deşik edilmiş bir kent kurgusuna yerleşme çabası parametrelerinden bir veya birkaçının kombinasyonuna rağmen iyi mimarlık yapmaya çalışıyorum. Durum bazen o kadar karikatürize hale geliyor ki, insanlara “rağmen” onların iyiliği için bir şeyler yapmaya çalışıyormuşum gibi hissediyorum.
İşte 35 yaşıma böyle geliyorum. Savaşa dövüşe, aklımı yitirmemeye çalışarak. Estetik belleği hunharca 80’li yıllarda müteahhit yapılarıyla doldurulmuş, kentlerinin kimliği bitirilmiş, sağlıksız, mutsuz sandviç duvarlar içinde yaşamaya alışmış bir topluma mimarın aslında ne iş yaptığını göstermek için çabalayarak.
Türkiye’de mimar olmak özellikle zor. İnşaat sektörünün ülke ekonomisinin yarısını sırtlandığı bir coğrafyada mimar olmak neden zor diye düşünüyor insan değil mi? Kime anlatıyorum gerçi, artık bunu merak bile etmeyecek kadar biliyorsundur gerçeği.
Doğu kültürüne yakın bir ülke burası, iş çevresi çok ilginç yönemler üzerinden elde ediliyor. Cuma namazları, bayram yemekleri, iftarlar gibi ağır dini ortamlarda kuruluyor en önemli ortaklıklar. Ülkenin bir önceki Çevre ve Şehircilik Bakanı televizyona çıkıp namaz kılarken düşündüğünü ve yeni İmar Kanunu’nun yürürlüğe girmesini bir yıl ertelemeye karar verdiğini söyleyebiliyor, kimse de yadırgamıyor bu durumu. Ülkenin her yerine sıçrayan kutuplaşma beni de etkiliyor; işlerin döndüğü çevre benim ait olduğum sosyokültürel/siyasal çevre değil ve ben bunun acısını çekiyorum. Devleti politik, ekonomisi politik, meslek odası politik bir yerdeyim; politik aidiyetlerimiz konuyla ilgili değil desem bile, karşımdaki öyle demiyor. Ne mi diyor? “Bu binayı böyle daha Osmanlı gibi, Selçuklu gibi yapamaz mıyız” diyor.
Yetmezmiş gibi, ekonomik olarak bu ülke tamamen küçük işletmeleri elemek, kurumsal firmaları güçlendirmek için kurulmuş bir düzen gibi. Türkiye’de, pek çok ülkenin ve temel mantığın aksine, daha fazla para kazandıkça daha az oranda vergi ödüyorsunuz. Çalışan olarak sürekli sigortanın neden tam maaş üzerinden yatırılmadığını merak ediyorsun ya, beni buna iten her zaman sandığın gibi açgözlülüğüm olmuyor.
İmaj 2. Çeşitli ülkelerde ortalama mimar maaşlarının net ve brüt miktarları. İkinci tabloda aynı değerlerin net maaş bedeli üzerinden normalize edilmiş halini görebilirsiniz. Türkiye’de 2500 TL net maaş ödediğiniz çalışanınızın size aylık maliyeti, yıl ortalamasına vurulduğunda 4372,55 TL oluyor. Bu, çalışanınızın aldığı paranın %175’i demek. Ödediğiniz bu ekstra para ile muhtemelen çalışanınız için çok daha iyi bir sağlık sigortası, emeklilik kurgusu temin edebilirsiniz.
Peki neden mi senden çıkarıyorum kendi maddi sorunlarımın acısını? Aslında senin dışında da olup biten pek çok şey var, sen sadece gördüğün kadarını biliyorsun. Muhasebecim piyasayı biliyor, masaya oturur oturmaz diyor ki maaşları asgariden yaparız, kirayı düşük gösteririz stopajı az gelir, mümkünse fatura kesme elden para al, çalışana yol-yemek ücreti vermesen de olur, BSA seni radarına alana kadar yazılımları kaçak kullan.
İmaj 3. Bir çalışanı olan mimarın aylık giderleri. * ile belirtilen kalemler, yıllık toplam bedellerin aylık tutarları olarak hesaba katılmıştır.
Tabloda belirtilen koşullar için, sabit giderler ve aylık/periyodik/yıllık tüm vergiler hesaba katıldığında, mimarın aylık net gelirinin çalışanı ile aynı olabilmesi için (2500 TL) ayda yapması gereken ciro 18.510 TL. Mimarlar Odası’nın en az bedel hesabına göre, örneğin 3000 m2‘lik bir konut binasının konsept ve kesin proje çalışmaları karşılığında bu parayı kazanabilirim. Tabi Oda’nın önerdiği bedelleri ödeyecek müşteri bulabilirsem. Yaşım ilerledikçe yüzümdeki ifade sertleştiğinden olsa gerek, ofisimi yeni kurduğumda “sen bir şeyler yap da önce görelim, parayı sonra konuşuruz” cümlesi yerini “bunu uygun fiyata yap, bizden sana daha çok iş gelir”e, birkaç yıl sonra da “sonuçta çok vaktinizi alacak bir iş değil, fiyatı biraz düşürseniz”e dönüyor, ama işverenin içinden geçen hep aynı.
Bunlar benim problemim değil ki diye düşünüyorsun, değil mi çalışan arkadaşım? Tabi ki değil. Bu saydıklarımın hepsi benim altına girdiğim yükümlülükler. Mea inceptum, mea culpa. “Ama piyasa şartları böyle” açıklaması asla geçerli değil. Hesap kitap yukarıda, bunu yapamayacak olan ofis kurmamalı. Doğruya doğru, fakat seninle ilgili de problemlerimiz var.
Dedim ya, 35’imden sonra anca genç mimar oluyorum ben. 50 yaşıma geldiğimde de ayakta kalabilmişsem ancak mimarlığın tadını çıkarmaya başlayabiliyorum. Sen 22’nde okuldan çıkıp yanıma geldiğinde, en az bir sene seni eğitmek zorunda kalıyorum önce. Bazen sıkılıyorsun, zaten yeni okuldan çıkmışsın, bunalmışsın, artık para kazanmak istiyorsun. Bense sen bana para kazandıracak halde olmadan sana daha eli sıkı davranıyorum temkinle. Bazen beni bir basamak olarak kullanıyorsun, birkaç ay sonra aniden, habersizce ayrılıyorsun yanımdan. Bundan sonra benimle çalışan arkadaşlara maddi/manevi yatırım yapma motivasyonumu kaybediyorum. Artık birlikte çalışma yöntemimizi kurduk diye düşünüyorum tam, sabah erken gel, akşam erken çık diyorum, sabah erken gelmiyorsun ama akşam konuşulan saatte çıkamayınca surat asıyorsun. Bazen unutuyorsun ki sözleşmeler karşılıklı; hakkını almayı talep ederken sorumluluklarını da yerine getirmen gerekir.
—
Okuduklarından anlaman gereken en önemli şey şu; bunun kendimi savunma yazısı olmadığı. Yapılan haksızlıkları haklı kılmak, seni suçlu çıkarmak, ülkenin durumuna ağlamak, mesleğimizden yakınmak değil amaç. Sana gerçekleri gösterme çabası. Bunları ne kadar erken öğrenirsen o kadar iyi küçük kardeşim; çünkü bunları benim öğrendiğim yaştan önce öğrenmen demek, senin 30 yaşında genç mimar olabilme ihtimalin demek. Senin benden erken reşit olman, burada yazanları değiştirmek için savaşacak daha çok vaktinin olması demek. Senden sonrakiler istikballerine baktığında, mücrim gibi titremeyecekler demek. Sen şimdi titre istikbaline bakarken. Ama titre, titre ve kendine gel. Gerçekler bunlar, gerçekler zor; ama çözümü sen bulacaksın, vaktin bol.
4 yorum
31 Yaşında genç bir “patron” mimarım… Yaklaşık 6 yıldır bu süreç devam ediyor.
Bence ilk önce bizler için bir rehabilitasyon merkezi ve eğitim birimi kurmak gerek 🙂 Sadece sorunu olanlar Çalışanlar değil çünkü…
Belkide toplanıp bu sorunların üzerinden geçmek gerek…
Merhabalar,
Yazılarınızı neden anonim olarak yazmayı tercih ediyorsunuz?
Atıl selam,
Bir Mimar, İki Mimar ve Anonim Mimar olarak çıkan yazıların üçüne de aynı soruları sorduğunu gördüm.
Ben de tartışmaya katkı olması için kendi görüşümü yazmak istedim: Bir Mimar’ın yazısı ile diğer iki yazıyı birbirine karıştırmamak lazım. Bir Mimar, bir dizi ve ses getirici bir seri oldu, sonrasında da videolarla serisine devam etti. Anomim olarak yazılması bile belli bir stratejinin karşılığı olabilir.
Ancak özellikle son Anonim Mimar yazısı ile ortaya çıkan ve bir atımlık, zaten yorumlarda yayınlanabilecek bir yazının https://goo.gl/dIzcky'a görüş olarak girmesi bence çok garip. Bu görüşümü o yazının altında belirttim, editörlere de eposta ile ilettim.
Ama konu gündeme gelmişken burada biraz daha ayrıntılı olarak yazmak istedim.
Selamlar,
Açıkçası hepsi ile ilgili ayrı ayrı görüşlerim var benim de. Ancak içerikleri ve tavırlarını önemsemeden bakarsak, Bir Mimar da diğerleri gibi anonim. Bu strateji her ne ise her birinden ayrı ayrı duymak için sabırsızlanıyorum 🙂 Tabi eğer cevap verirlerse.