Mimarlık disiplini, insanoğlunu ilgilendiren faaliyetleri barındırmak amacıyla uzayda mekan düzenleri oluşturur.
ABD, Kuzey Kore ile ilişkilerde tırmanan gerginliğin ardından Soğuk Savaş’tan bu yana ilk kez B-52 bombardıman uçaklarına nükleer füze yerleştirdi.
ABD Hava Kuvvetleri Generali David Goldfein askeri bir yayına verdiği röportajda, “Dünya artık tehlikeli bir yer ve bugün nükleer silahlardan açık açık bahseden insanlar var” dedi.
ABD Başkanı Donald Trump da Pazar günü Kuzey Kore’ye ilişkin yaptığı konuşmada hükümetin herşey için hazırlıklı olduğunu söylemiş, “Ne kadar hazırlıklı olduğumuza inanamazsınız” demişti. (1) “
Mimarlık disiplini, insanoğlunu ilgilendiren faaliyetleri barındırmak amacıyla uzayda mekan düzenleri oluşturur. O nedenledir ki mimarlık, insanoğluna dair kavramların hiçbirine yabancı değildir. Hepsinden etkilenmiş, kimilerini yönlendirmiş, nicelerini yüceltmiş, alçaltmış, baştan yaratmış, neticede hepsiyle aynı havayı solumuş, insanla ve onun dünyasıyla ayrılmaz bir bütün olmuştur.
İnsanoğlunun dünyasının en önemli kavramlarından biri olan “suç” da bunun bir istisnası değildir. Mimarlığın insana ait her kavramla alışverişi kendine özgü farklı çizgilerde ilerleyerek günümüze gelmiştir ve hepsi incelemeye değerdir. Fakat insanın iki büyük yaratısı olan “Suç” ve “Mimarlık”ın ilişkisi kesinlikle en çalkantılı ve en ilgi çekici olanlardan biridir.
Mimarlık ve suç ilişkisinin en çok araştırılan ve tartışılan alt başlığı “kent suçu” olabilir. “Kente karşı suç” veya “kent suçu” kavramı geniş, çerçevesi oluşturulmaya devam eden bir kavram. Bu kavramın temelinde kent hukuku yatıyor. Kent hukukunun hiçe sayıldığı yerde kent suçu başlıyor. Kent hukuku da üzerinde uzun zamandır çalışılan bir alan olduğundan, bir kent suçunu gördüğünüzde onu tanımanız nispeten kolay.
Pek çok yerel idarenin, özellikle paranın çok olduğu büyük şehirlerde bulunanların, organize kent suçu örgütü gibi çalıştığı bizimkine benzer ülkelerde çoğu zaman bu kent suçlarına ortak olmak zorunda kalan, kendine verilmiş olan çerçevede ve kendini içinde bulduğu atmosferde işini yapmaya çalışan mimar, kentin fiziksel varlığını oluşturan sürece çoğunlukla sadece yapı tasarımcısı ve uygulayıcısı olarak katılabilen kişi. Sürece yönetici ve karar verici olarak katıldığı dönemler az da olsa var. O durumda tabi ki sorumluluğu çok daha fazla ama hiçbir zaman tüm koşulları istediği gibi belirleyen kişi olamıyor.
Mimarın “suç” ile karşılaştığı durumların en bilineni “kente karşı işlenen suçlar” olsa da, üzerinde daha az konuşulan mimarlık-suç karşılaşmaları da var.
Mimar, bazen de mesleğinin kendisini götürdüğü yerde giderek kent değil insanlık suçlarıyla dahi baş başa kalabilen yalnız bir yolcu.
İşini kötü yaptığı zaman, sadece “o suçun ortağı”
İşini iyi yapmaya çalıştığı zamansa bambaşka bir hikayenin yazarı.
İşte böyle bir hikayeyi, bu yazıda anlatmaya çalışacağım.
İlki Boeing B-52 Stratofortress.
Tarihin gördüğü en korkunç stratejik bombardıman uçaklarından biri.
Bikini Atolü’nde, Hint Okyanusu’nda doğaya; Vietnam’da, Basra Körfezi’nde, Afganistan’da insanlığa bomba yağdıran ölüm makinesi. 1952’deki ilk havalanışından beri bir ipliğin ucunda dünyanın üzerinde sallanan kılıç.
Uçan Kale.
İkincisi IWM, Imperial War Museum. 1917’de İngiltere’de kurulan bir ulusal savaş müzesi. O sırada devam etmekte olan I. Dünya Savaşı’nda yaşananları kayıt altına almak, savaşa dair insan hikayelerini ve önemli eşyaları biriktirmek, sergilemek, sivil veya askeri, toplumun her kesiminden insanların savaş süresince yaşadığı acıları ve kayıpları belgelemek ve gelecek kuşaklara aktararak anmak amacıyla kurulmuş.
Dünyanın savaşları durmayıp devam ettikçe büyümüş, ilgi alanını ve koleksiyonunu ulusal ölçekten dünya çapına taşımış, yeni şubeler açarak genişlemiş ve bugün, tamamı Büyük Britanya topraklarında olan 5 şubesiyle ve son derece geniş arşiv ve koleksiyonuyla, alanında önde gelen bir müze ve araştırma merkezi.
Üçüncüsü Sir Norman Robert Foster. 1935’te Manchester / İngiltere’de doğmuş. 1960’larda başladığı mesleki pratiğinde, zekasını bilgi ile birleştirerek, üstün bir beceriyi giderek büyük bir ustalığa dönüştürmüş, dünya mimarlığına yön veren pek çok yapıya imza atmış ve bugün 87 yaşında hala atmakta olan, 20.YY ve 21.YY’ın en önemli mimarlarından biri.
Genişleyişin ilk adımı IWM Duxford şubesi.
Cambridge’de I. Dünya Savaşı sırasında inşa edilen Duxford Hava Üssü ve Askeri Havaalanı, II. Dünya Savaşı’nda İngiliz toprağının Nazi hava saldırılarına karşı korunmasında önemli görevler üstlendikten sonra uzunca bir süre de ABD denetiminde kalmış ve ABD Hava Kuvvetleri’nin İngiltere’deki önemli hava üslerinden biri olarak kullanılmış. 1961’deki kapanışının ardından yaklaşık 15 yıldır atıl vaziyette.
Londra’daki merkezi yetersiz hale gelmeye başlayan IWM, yerel ve askeri otoritelerden izin alarak üssü devralıyor ve IWM Duxford, 1976 yılında açılıyor. O tarihten sonra hızla kampüsü elden geçirerek koleksiyonunu koruyup sergileyeceği mekanları geliştiriyor ve Avrupa’nın önemli askeri havacılık tarihi merkezlerinden biri haline geliyor.
1987 yılında ise IWM Duxford’un yolu Norman Foster ile kesişiyor.
Duxford, uzun süre Amerikan yönetimi altında kalmış olmasının etkisiyle, ABD Hava Kuvvetleri’nin, Amerika toprakları dışındaki en zengin savaş uçağı koleksiyonuna sahip. Şimdi bu koleksiyonun en önemli yirmibir parçasına ev sahipliği yapacak yeni bir sergi binasının planlanması için 52 yaşındaki mimar Norman Foster ile anlaşıyorlar.
Binada sergilenmek üzere 21 adet uçak seçilmiş.
Bunların en değerlisi, Duxford’da sergilenmesi için ABD Hava Kuvvetleri tarafından İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne hediye edilen bir Boeing B-52 Stratofortress. (2) (3)
11 Ekim 1957’de Kansas-ABD’de üretilen, Soğuk Savaş’ta Sovyet sınırında termonükleer bomba dolaştıran, 1972 Noel’inde Vietnam’ın başkenti Hanoi’deki napalm bombası katliamına katılan bu emekli bombacı, Ekim 1983’te, tüm hatıralarını sırtına yükleyip ABD’den havalanmış ve sergileneceği yere, Duxford’a inmiş. (4) (5)
II. Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan yeni dünyada stratejik bombardımanın, nükleer güç kullanımının kuralları yazılırken nasıl da hem kural koyucu, hem hakem, hem oyuncu olarak baş rollerden birinde yer aldığını göstermeye gelmiş.
Proje için Norman Foster’a verilen tanımda, B-52 ve diğer yirmi uçak için kalıcı bir koruma ve sergileme mekanının planlanması var. Cümlenin “B-52 ve diğer yirmi uçak” şeklinde kurulması pek çok açıdan anlamlı. B-52 gibi bir figürün böylesi bir tasarım problemi içindeki ağırlığının ne olduğu ve bunun mekan organizasyonuna nasıl yansıması gerektiği, Norman Foster gibi yetkin bir mimar tarafından kolaylıkla anlaşılabilecek bir şey.
Bu ağırlık, hem uçağın tarihteki yeri ve öneminden, hem de fiziksel gerçeğinden, ölçülerinden kaynaklanıyor. Üstelik bu uçağın envanterde olmadığı halde burada sergilenmek için özel olarak hediye edilmiş olduğunu, usta mimar çok iyi biliyor. Bu onun seçtiği, önerdiği bir şey değil. Belki onayladığı bir şey bile değil. Ama değiştiremeyeceği bir şey ve elindeki tasarım probleminin içindeki ana bileşenlerden biri. (6)
Evet, elindeki tasarım problemi, ABD’nin dünyaya yapmak istediği bir güç gösterisini de içeriyor. Ve bu gösterinin başrol oyuncusu, kimsenin gözden kaçıramayacağı kadar büyük. Tarihte yaptıklarıyla büyük. Adının hatırlattıklarıyla büyük. Korunması ve sergilenmesi için yapılan yatırımla büyük. Mühimmat kapasitesiyle büyük. Kanat açıklığıyla büyük. Kuyruk yüksekliğiyle büyük. Bir mekanın tamamına hakim olabilecek kadar büyük. Kendisi için bir tapınak inşa ettirilebilecek kadar büyük.
Arkasındaki güç kadar büyük.
Bir tasarıma doğru yerden başlarsanız, onu istenen sonuca ulaştırmanız çok zor olmaz. Herhangi bir tasarım için, istenen sonuç dediğimiz şey nedir? Verilen probleme en iyi çözümün getirilmesi. Bunu başarmak için, problemin baştan doğru şekilde tanımlanması gerekir. O sırada Foster’ın elindeki problemde, 21 adet tarihi değer taşıyan uçağın, olabilecek en iyi fiziksel koşullarda korunarak, sergilenmek üzere insanlarla buluşturulacağı bir galerinin tasarlanması var. Bununla birlikte, insanların bu galeri içinde uçakları incelerken yandaki piste de görsel olarak hakim olmaları ve yapılan hava gösterileri ile iniş-kalkışları galeri içindeyken de her an izleyebilecek konumda olmaları isteniyor.
Yapılması gereken şeyin özü, galeri binasını yanındaki piste görsel olarak en iyi şekilde hakim olabileceği konuma yerleştirmek, bina eksenini piste ve gösteri alanına göre doğru oturtmak, bu eksen doğrultusundaki doluluk-boşlukları doğru ayarlayarak pist ile istenen görsel ilişkiyi kurmak ve giriş-iç sirkülasyon-çıkış silsilesi içinde insanların pisti gözden kaybetmeyecekleri ama aynı anda galeri içindeki uçaklara da dikkatlerini verebilecekleri mekan kurgusunu yaratmak olacak.
Bununla birlikte, uçakların her biri bir tarihi eser olduğu için, sergilenmeleri esnasında ihtiyaç duyacakları uygun atmosfer şartlarının bina içinde oluşturulması ve gereken bakımların yapılabileceği teknik imkanların sağlanması gerekiyor.
Ve kuşkusuz Norman Foster, binasının tüm bunları akıcı ve kusursuz şekilde gerçekleştirirken, insanlara heyecan veren ve imgesini zihinlere eşsiz şekilde yerleştiren bir sembol bina olmasını isteyecek.
Usta, yönettiği gösterinin başarıyla sonuçlanması için o gösterinin başrol oyuncusuyla çok iyi geçinmek zorunda. Onu tasarımın merkezine koyarak başlamanın, yapılacak en doğru şey olduğunu biliyor. Başlangıçtaki vaziyet planı kararlarını doğru şekilde aldıktan sonra, geriye başrol oyuncusunun etrafına gösterinin sahnesini inşa etmek kalıyor.
B-52’yi çizim masasının ortasına yerleştirdikten sonra, onun etrafına binayı çizmeye başlıyor Foster.
Ana sergileme mekanı, B-52’nin uzunluğu, genişliği, yüksekliği ve en/boy oranı tarafından şekillendiriliyor. B-52’den arta kalan hacme diğer uçaklar yerleşiyor. Uçağın gövdesi binanın simetri ekseni üzerine oturuyor. Aynı eksen, ana ziyaretçi girişini de üzerinde taşıyacak.
Hacmin iniş pisti ve hava gösteri alanına göre ters tarafta kalan arka kısmına da servis hacimleri ve teknik alanlar yerleşiyor. Kesintisiz görsel ilişkiyi kurmak ve dikkat dağınıklığını önlemek için, ziyaretçi girişi ve çıkışı da bu arka kısımda.
Başrol oyuncusunun en önemli sahnesini zaten, gösterinin en başına yazıyor Foster. Planda ziyaretçi girişini binanın arkasına alırken, önce o bölümü toprağın altına gömerek ziyaretçide İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri’nin zamanında kamuflaj için kullandığı yer altı hangarlarından birine yaklaşmakta olduğu hissini yaratıyor, sonra öyle bir yerden içeri alıyor ki ziyaretçiyi, binaya girdiğiniz anda B-52’nin gücü ile karşı karşıyasınız.
Planda tam B-52’nin burun ucunda olan ziyaretçi girişi, kesitte de B-52’nin kokpit kotunda.
B-52’nin burun hizası ve kokpit kotundan binaya girdikten sonra, iki yandaki rampalardan uçakları inceleyerek zemin kotuna inip, orada uçakların arasından serbestçe dolaşarak yine arka bölümdeki çıkışlardan geri çıkıyorsunuz.
Tüm servis hacimleri, destek mekanlar, teknik mahaller yürüdüğünüz rampanın altında. Onlarla gerekli olmadıkça muhatap olmuyorsunuz. Gösteri ve onun oyuncularıyla baş başasınız. Tıpkı bir stadyumda, tiyatroda, konser salonunda veya tapınaktaymışsınız gibi.
Ve bu yapı tiplerinin hepsinde olmasını beklediğiniz, istediğiniz gibi, başrol oyuncusu performansıyla gözünüzde devleşiyor. Üstünlüğünü, kusursuzluğunu gözlerinizin önüne seriyor. Sizi kendine hayran bırakıyor. Olmak istediğiniz yerde, aranızda hiçbir engel olmadan, gösterinin tam içinde, başrol oyuncusuyla ve diğerleriyle baş başasınız.
Ve eğer insanın insana bomba yağdırması bir insanlık suçuysa, dünya tarihindeki en görkemli suç aletlerinden biri için kusursuz bir tapınak inşa etmiş olarak buluyor kendini Büyük Usta Norman Foster. (7)
Binanın tamamlandığı günün ertesi sabahı tedirgin düşlerden uyanmış mıdır bilinmez, ancak o gece işini en iyi şekilde yaptığını ve temsil ettiği mesleğin başyapıtlarından birini ortaya koyduğunu düşünerek mutlu bir şekilde uyuduğundan eminim Norman Foster’ın. Haklıydı da. Yoğun bir emekle, incelikli bir çalışmayla, tüm zihin ve beden gücünü ortaya koyarak, mükemmele yakın bir tasarım yapmış ve ileride ödüllere boğulacak büyük bir eser ortaya koymuştu. (8) (9)
Ancak o eser, meraklı ziyaretçilerin bilgi ve görgülerini artıracakları nitelikli bir kültür yapısı olmasının yanında, 49 metre uzunluğunda, 61 metre genişliğinde ve 16 metre yüksekliğinde bir nükleer silah için yapılmış kusursuz bir anıt mezar olmuştu.
Proje baştan bu şekilde tarif edilseydi Foster işi kabul eder miydi bilmiyorum. Bu kendisine sorulabilir, onun adına konuşamayız. Ancak bizler, bir mimarın mesleğini en iyi şekilde icra etme çabası ile, bu çabanın hizmet ettiği insanoğlunun iyi ve kötü tüm özellikleri arasındaki ilişki üzerine düşünebiliriz.
Mimar, işlenmesine karar verilmiş bir kent suçunun içine tasarımcı olarak katıldığı zaman, bilgisi, yeteneği ve çabasını mesleğinin gerektirdiği gibi kullandığında, yani işini iyi yaptığında bu suçun yönünü değiştirmeye gücü yeter mi, yoksa en fazla, mükemmel bir cinayetin faillerinden biri mi olur? Başka bir deyişle, varlığı açıkça suç olan bir yapının mimarisi iyi olabilir mi?
Madalyonun diğer yüzünde, mimar mesleğini tamamen faillerin emrine verirse, yani işini kötü yaparsa, işlenen bir kent suçunun veya yapılan doğa katliamının içindeki payı nereye kadar çıkabilir?
Veya bu yazıdaki hikayede olduğu gibi, sınırları ilk bakışta tam olarak anlaşılamayıp, inceleyince içinden savaş ve insanlık suçları çıkabilen tasarım problemlerinde, probleme getirdiği çözüm ile problemin bir parçası haline gelmek durumunda kalırsa ne olur?
Bunlar üzerine düşünmek dünyayı daha iyi bir yer haline getirir mi emin değilim, ancak bizleri daha iyi meslek insanları haline getirebilir sanıyorum. Bu da her şey için iyi bir başlangıç olabilir.