Viollet le Duc ve Mimarlık Üzerine Dersler’den

Viollet le Duc'un bir mottosu sayılabilecek şu sözleri mimarlık ve sanata bir şekilde ilgi duyan insanlar için oldukça önemlidir: ''Hiç kimse kendisine teslim olmaya razı insanlar bulmadıkça zorba olmaz.''

Eugene Viollet le Duc’un ”Lectures on Architecture” adli kitabının dokuzuncu bölümü ”Mimarların Bilmesi Gereken Prensipler” başlığı altında ele alınmıştır. Yazar bu bölüme, Paris’te ve diğer büyük şehirlerde iyi inşa edilmiş kamusal ve özel yapıların sanatın belirli problemlerine başarılı çözümler sunduğunu belirterek başlar, fakat ona göre taşrada ve küçük şehirlerde mimarlığın en temel prensiplerine dahi karşı çıkan binalar vardır ve Paris’teki iyi evler ve ortalama evler arasında sadece zengin- fakir ayrımı yoktur, bu ayrım bir yönüyle medeniyet ve barbarlık arasındaki uçurumu arttırmaktadır. Barbarlık kelimesi ile kastettiği şeyin az gelişmiş bir toplumun ifadesi olmadığını belirten Viollet le Duc için barbarlık, toplumdaki ayrışmaları arttıran bir durumdur. Yazar, metnin devamında Orta Çağ Fransa’sında, büyük ya da küçük, mütevazı ya da gösterişli, inşa edilen tüm binaların aynı dilin ürünü olduklarını ve deyim yerindeyse bu binaların aynı mimarın elinden çıkmış gibi durduğunu belirtir. Viollet le Duc’un bu bölümde eleştirilerini barbarlık adını verdiği bir kültürel ayrışma odağında ele aldığı görülür. İnsanlar arasındaki sanat zevklerindeki düşüş de ona göre toplumdaki gerilemeler ile ilişkilidir.

Viollet le Duc, Paris dışındaki Bordeaux, Toulouse, Lyons vb. şehirlerin de birer mimarlık okulu merkezi olduğu günlerde her şehrin kendi sanatçılarına sahip olduğundan ve bu şehirlerin kendilerince bir özgünlük yakalayabildiklerinden bahseder.

Dikkat çekici diğer bir durum ise XIV. Louis  döneminin baskıcı yönetiminin sanatı nasıl etkilediğinden bahsedilmesidir. Böylece metinde sanatın bağımsız ve özgür ortamlarda üretilebileceği fikri ele alınır. Örneğin Viollet le Duc, XIV. Louis  döneminde üretilen sanat eserlerinin 17. yüzyılın ilk yarısında üretilen eserlerle aynı seviyede olmadığını ekler. Viollet le Duc’e göre mekanik gelişimden çok düşünceye dayalı gelişen sanat, bağımsızlığın ilk nefesini kaybettiğinde solacaktır.

Yazar, mimarlara da bir eleştiri getirmekte ve bunu mevcut binaların adeta bağırarak ”Neden günümüz mimarları çağın karakteristik özelliklerine uygun bir bina inşa etmiyor ve çevremizde güzellikten nasibini almamış anormal boyutlarda binalar yükselmeye devam ediyor.” örneğine benzetmektedir.

Yenilik ve bağımsızlık fikirleriyle ilgili olarak Viollet-le Duç için bir mimarlık ürünü yeni fikirler sunuyorsa bu mimarlık, yeniliklere karşı olan insanların eleştirisini de içinde taşır ve unutulmamalıdır ki günümüzde hala evrensel kurallarını ve güzelliğini koruyan Yunan sanatı ancak özgürlük ortamında üretilebilmiştir.

Herhangi bir ortalama zevk sahibi bir burjuva karşısında sessiz kalınmasını eleştiren Viollet le Duc ”Bir kimse kendisine itaat etmeye razı olmuş kimseler bulmadıkça zorba olmaz.” diyerek eleştirilerini sadece bağımsızlık ya da yenilik üzerine yöneltmez, mimarları ve toplumu da ele alması eleştirilerin kapsamını genişletir.

Mimarlıkta güzellik kavramının oran ve yardımcı çizgiler sayesinde elde edilebileceğinin belirtildiği bölümlerde Notre Dame de Paris Katedrali, Keops Piramidi vb. üzerinden bu çizgiler yardımıyla elde edilen çeşitli oranların öneminden bahsedilir.

Roma mimarlığının Yunanlar tarafından nasıl tekrar ayağa kaldırıldığı ele alınırken Parthenon’a atıfta bulunulur ve Yunanlar’ın, Yahudiler’in Süleyman Mabedi’nde yaptığı gibi Parthenon’un basamaklarında ağlamak yerine düşüşe geçmiş Roma mimarlığını ele alarak onu canlandırdığından ve bu şekilde bir nevi Parthenon’u yeniden inşa ettiğinden bahsedilir.

Birçok konuda yetkin olduğu ve olaylara haklı eleştiriler getirebildiği görülen kitabın Avrupa dışı medeniyet ve olaylarına bakış açısında ise nesnel bir tutum sergilemediği görülmektedir.

Örneğin İskenderiye Kütüphanesi’nin yakılmasının Halife Ömer tarafından gerçekleştirildiğinin anlatıldığı bölümde olaylar herhangi bir dayanak gösterilmeksizin yorumlanmıştır, fakat bu durum mimarlık ve uygarlık tarihi yorumlarında araştırmacıları eksik bilgilendirecek veya yanlışlığa götürecek bir durum olarak karşımıza çıkar. Viollet le Duc’un belirttiği üzere Halife Ömer’in kütüphanenin yakılmasını istemeyenlere verdiği cevap oldukça serttir: ”Eğer bu kitaplar Allah’ın sözleri ile örtüşmüyorsa yol göstericimiz değillerdir ve onları yakmalıyız; eğer Allah’ın sözleri ile örtüşüyorlarsa, Kur’an zaten bize yeter ve bu kitaplara ihtiyacımız yoktur.”

Bu konuda olayın doğruluğu veya ne kadarının abartılı olduğu hakkında net bir bilginin olmaması, bir kimseye veya bir kaynağa referans verilmemesi ise Viollet le Duc’un metnin genelinde yakaladığı eleştirel bakış açısıyla örtüşmemektedir.

Araplar’ın mimarlık ve sanat alanlarında yeteneksiz oldukları ve mevcut sanatlarını Sasaniler’den aldıkları metnin devamında öne sürülen diğer bir konudur, konu burada Sasanisanatının Yunanlar’dan alınmış bir sanat olduğuna bağlanmaktadır.

Bu durum dünya uygarlık tarihinin kökeninde tümüyle Yunan sanatını aramak şeklinde yorumlanabilirken bir Avrupalı bakış açısının Avrupa dışındaki medeniyetleri nasıl ele aldığı hakkında da bilgi vermektedir.

Kitap, bir mimarlık eleştirisi olarak okunabilir. Metnin başlangıcında ele alınan Fransa merkezli bir mimarlık yorumu, döneminin olaylarının mimarlığı nasıl etkilediği hakkında bir bilgi vermektedir, bu da mimarlık tarihi ve siyasi tarih ilişkileri adına fikirler verebilir: Mimarlık okullarındaki eğitim kalitesi, mimarların karşılaştığı zorluklar, zorluklar karşısında sessiz kalmamanın önemi, o dönemin siyasi gücünün mimariyi nasıl etkilediği ve mimarlık ile sanatın ancak bağımsız ve özgür ortamlarda verilebileceği gerçeği metnin ana kurgusunu oluşturur.

Viollet le Duc’un bir mottosu sayılabilecek şu sözleri ise mimarlık ve sanata bir şekilde ilgi duyan insanlar için oldukça önemlidir:

”Hiç kimse kendisine teslim olmaya razı insanlar bulmadıkça zorba olmaz.”

Etiketler

Bir yanıt yazın