Cemevinin salt cem ritüelinin yaşandığı bir yer olarak değil, hem geleneğin bütün izlerini içinde taşıyan hem de bugünün kent hayatında Alevilerin toplumsal-kültürel durumlarına ve ihtiyaçlarına karşılık gelen bir yapı olması gerektiğini düşünüyoruz.
Alevilerin toplumsal tarihini niteleyecek en çarpıcı husus belki de inançlarını hiçbir zaman özgürce yaşayamamış olmalarıdır. Bu toplum hemen her zaman kısıtlayıcı siyasal koşullarda kendini gizleme refleksiyle hareket etmiş ve kültürel geleneğini ağır bir bedel ödeyerek sürdürebilmiştir.
Genellikle aydınlanma, çağdaşlaşma gibi kavramlarla nitelenen modernleşme süreci de önceki dönemlerde olduğu gibi Alevi toplumu için özgürleştirici değil, bilakis kısıtlayıcı bir dönem olmuştur. Çünkü “ulus devlet”in yurttaşı olarak bağlı olduğu tüm gelenek ve ilişkilerden kopması istenmiş ve hatta bağlı olabileceği bütün geleneksel kurumlar (Tekke, Zaviye, Ocaklar, Aşiretler, Pirlik, Seyitlik vb.) kanunlar marifetiyle yasaklanmıştır. Üstelik bu süreçte Alevilerden ve Alevilikten hiç söz edilmemiş olduğu için aslında görünmez kılınmış; belleklerden silinmeye çalışılmıştır.
Yüzyıllara yayılan bu süreçte Aleviler, kimliklerinden söz etmeden inançlarını ancak kısmen yaşayabilmişlerdir. Bu durum doğal olarak Alevi kimliğinin bir ölçüde unutulmasına yol açmıştır.
Alevi toplumu ancak yaklaşık son 30 yıldır bütün bu uzun ve ağır siyasal ve toplumsal koşulların getirdiği yükü üzerinden atmaya, görünür olmaya, ibadet, inanç ve kültürel kimliğini açıkça yaşamaya ve kimliğini yeniden inşa etmeye başlamıştır. Fakat artık sadece eskinin geleneksel, köy ortamında değil, büyük kentlerde ve bütün diğer kültürel ve inançsal kimlik gruplarıyla aynı alanlarda. Tahmin edilebileceği gibi Aleviler bu ortamda kimliğini inşa ederken öğreniyor, kendini ve ötekini tanıyor ve aynı zamanda “yol”unu arıyor. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz ve bazen birbirini dışlayacak kadar mesafeli Alevilik hallerinin bir nedeni, geleneğin kapsayıcı ve esnek niteliği olsa da asıl nedeni yüzyıllardır yaşamış olduğu ağır baskıcı, kısıtlayıcı, travmatik süreçtir.
Bununla birlikte bütün farklılıklarına karşın cemevleri, tüm Alevilerin en önemli inanç mekanlarıdır.
Cemevleri aynı zamanda Alevi toplumu içindeki farklılıkları okuyabileceğimiz yapılardır. Nitekim geride bıraktığımız süreçte ortaya çıkan cemevleri; biçim, içerik, mimari dil ve yer seçimi gibi pek çok değişken bağlamında önemli farklılıklar göstermektedir.
Elbette böyle bir durumda “standart” bir cemevi yaratmak gibi bir iddia ve hedef düşünülemez. Kaldı ki böyle bir hedef Alevi geleneğinin kendisiyle de çelişir. Bununla birlikte bugünün dünyasında veya Türkiye’sinde Alevi toplumunun kent hayatında büyük kitleler olarak bir arada bulunduğu göz önüne alındığında cemevlerinin daha kapsamlı ve çevresini de sosyal işlevleriyle ören çok amaçlı mekanlar olması gerektiği açıktır. Bu anlamda “cemevi”ni, salt cem ritüelinin yaşandığı bir yer olarak değil, çevresindeki örüntüyle birlikte hem geleneğin bütün izlerini içinde taşıyan hem de bugünün kent hayatında Alevilerin toplumsal ve kültürel durumlarına ve ihtiyaçlarına karşılık gelen bir yapı olması gerektiğini düşünüyoruz.
Bu yazı “Maltepe Belediyesi Cemevi Kültür Merkezi Ulusal Mimari Proje Yarışması” için yazılmıştır.