Erkek egemen tasarım dünyasına çoğunlukla geri planda kalarak da olsa damgasını vuran kadın mimar ve tasarımcılar...
1900-1960 yılları arasında ikonik, zamansız mobilya tasarımlarına imza atan mimar ve tasarımcıları saymanızı istesem… Alvar Aalto, Le Corbusier, Frank Gehry, Werner Panton, Hans Wegner, Arne Jacobsen, Charles Eames, Carlo Mollino, Eero Saarinen, Isamu Noguchi, Pierre Paulin, Eero Aarnio, Harry Bertoia, Gio Ponti, Marcel Breuer, Castiglioni Brothers, Ettore Sottsass… Liste uzayıp gidiyor fakat fark ettiyseniz bütün saydıklarım erkek ve eminim bir çoğunuzun aklına, ilk etapta herhangi bir kadın ismi gelmedi…
20. yüzyılın ilk yarısı… MIT’den mezun olan ilk kadın mimar (1890) Sophia Hayden Bennett’in mimarlık kariyerinin ilk yıllarında, bir projesini uygulamaya çalışırken üzerinde oluşan baskı ve stres nedeniyle kalp krizi geçirip uzun bir süre hastanede yatmak zorunda kaldığı ve akabinde mimarlığı bıraktığı, modernizmin mihenk taşı Bauhaus Okulu’nda kadınların mobilya, heykel, metal işleri gibi birçok derse giremediği, kadın mimar ve tasarımcıların en fazla, kocaları ya da erkek patronları sayesinde var olabildikleri, bu varoluşta da ancak “Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır” saçmalığı dahilinde yer alabildikleri yıllar… Genel kanı “Mimarlık ve tasarım dünyasında kadının yeri yoktur”, “Tekstil, grafik falan neyse de, kadınlar mobilya tasarlayamaz”, “Mobilya tasarımı yapacaksa testosteron şart” benzeri cümlelerle özetlenebilir. Günümüzdeki “Kadından şantiye mimarı olmaz” benzeri düşünceler. Mad Men dizisindeki gibi bir dünya ve Don Draper gibi onlarca, yüzlerce egosu tavan yapmış erkek mimar ve tasarımcı…
Ve işte, erkek egemen tasarım dünyasına çoğunlukla geri planda kalarak da olsa damgasını vuran kadın mimar ve tasarımcılar:
İrlandalı mimar ve mobilya tasarımcısı. İrlanda’da, tanınmış, aristokrat bir ailede, muhteşem bir şatoda doğmasına rağmen o, bütün bu gösterişli ve rahat hayatını, ailesinin bütün baskı ve itirazlarına rağmen geride bırakmış ve tasarım eğitimi almak için Londra’ya gitmiştir. İlk ofisini Paris’te, Japon zanaatkar Seizo Sugawara ile açan Eileen Gray için kariyerinin ve hayatının dönüm noktası Romanyalı mimar ve eleştirmen Jean Badovici ile tanışması olmuştur. Birbirlerine aşık olan ikili birlikte çalışmaya başlamış ve aldıkları bir yazlık ev projesi için tasarladıkları mobilyalar, mobilya tarihinin en önemli parçaları arasına girmiştir. Ünlü E-1027 (Adjustable Table) de bunlardan biridir. Ailesinin “Gel kızım sana köşe başında güzel bir eczane açalım, başına da iki tane kalfa koyarız, rahat rahat takılırsın, mobilya işi kadınlara göre değil” tadındaki sözlerini dinlemeyen “asi” Eileen Gray, bunun yerine tasarım dünyasında bir efsane olmayı seçmiş ve tasarladığı zamansız mobilyalar yüzbinlerce adet satılmıştır.
Solda: Eilen Gray ve Le Corbusier (Eileen Gray’in mobilya tasarımlarında Le Corbusier’in etkisi net bir şekilde görülür). Ortada: “E-1027, Adjustable Table” ve “Bibendum”. Sağda: “Brick”.
Fransız mobilya tasarımcısı Charlotte Perriand, erkek egemen tasarım dünyasında kadına yer açılmasını sağlayan belki de en önemli figür. Tasarımcı kimliğinin yanı sıra başarılı bir fotoğraf sanatçısı ve etkili işlere imza atmış bir aktivist. Ünlü mimar Pierre Jeanneret tarafından kuzeni Le Corbusier ile tanıştırılması onun için bir dönüm noktası oluyor. Perriand’ın “The Salon d’Automne”de sergilenen işlerinden etkilenen Le Corbusier, ona kendi ofisinde çalışmayı teklif ediyor. Ve sonrasında bu üçlü (P.Jeanneret, Le Corbusier, C.Perriand) dünyaca ünlü mobilya tasarımları B301, B306, LC2 ve LC4’ü ortaya çıkarıyorlar. Uzun yıllar birçok kaynakta Le Corbusier’nin mobilyaları olarak geçen bu tasarımlar hala birçok kişi tarafından böyle bilinmekte.
Solda: Charlotte Perriand LC4’e uzanırken. Ortada: Üstsüz Perriand Sağda: Le Corbusier ve Charlotte Perriand
Sonraki yıllarda Le Corbusier’nin ofisinden ayrılan Perriand, tasarımlarında ahşap kullanmaya başlıyor ve daha çok insana ulaşabilen, seri üretime uygun mobilyalar tasarlıyor. Kariyerinin son zamanlarını Japonya ve Vietnam’da geçiren ünlü tasarımcının yukarıdaki efsane fotoğrafı (ortadaki) aslında bize çok şey anlatıyor. Kadınlar artık onun sayesinde çok daha özgürler, bundan sonra tasarım dünyasında onlar da var!
Solda: Cassina tarafından üretilen “Nuege” Oda Bölücü Ortada: “LC2” Koltuk Sağda: “Les Arc Chair”
II. Dünya Savaşı öncesinde mimari projeler yapan, 1938 yılında Hans Knoll tarafından kurulmuş bir firma olan Knoll’u, dünya devi bir mobilya markası haline getiren, Amerikalı mimar ve tasarımcı (ikili birlikte çalışmaya başladıktan sonra, 1946 yılında evlenmiştir). Yakından tanıdığı dönemin önemli mimar ve tasarımcılarına koleksiyonlar hazırlatmış, bu sayede hem markasının büyümesini sağlamış hem de mobilya markalarının mimar ve tasarımcılarla çalışmasına öncülük etmiştir.
Solda: Florence Knoll ve Eero Saarinen Sağda: Florence Knoll tasarımı mobilyalar
Kendisini bir mobilya tasarımcısı olarak görmeyen, mobilyalarını iç mekan tasarımlarının birer parçası olarak ele alan F. Knoll, tasarım eğitimine, dönemin en önemli tasarım okullarından Cranbrook Academy of Art’ta başlamış, Mies Van der Rohe ve Eliel Saarinen’den dersler almış, yine bu okulda okuduğu dönemde önce Eero Saarinen ile sonrasında da George Nelson, Charles ve Ray Eames gibi isimlerle tanışıp yakın dostluklar kurmuştur. Cranbrook sonrasında ise bugünkü adı Illinois Institute of Technology olan Armour Institute’de mimarlık eğitimi almış ve bu okulda da modernizmin en önemli isimlerinden Walter Gropius ve Marcel Breuer’le birlikte çalışma fırsatı yakalamıştır. Aslında bu kadar önemli isimden ders alan ve birlikte çalışma fırsatı yakalayan, en yakın arkadaşları yüzyılın en önemli mobilya tasarımcıları olan bir kişinin Knoll gibi bir marka yaratmış olması, insanı pek de şaşırtmıyor…
Birçok sanat ve tasarım tarihçisinin ortak düşüncesi “Lilly Reich olmasaydı, Mies Van der Rohe’nin en ünlü tasarımları olmazdı” şeklindedir. Aslında bu cümlede bile, kadın yardımcı figür olmaya itilmekte. Tek başına önemli biri değil ama Mies Van der Rohe’ye yardım ettiği için önemli. Belki de en az Mies kadar başarılı olan Reich, sadece onun kadar popüler olamamış…
Solda: Mies Van der Rohe ve Lilly Reich Sağda: Barcelona’daki Alman Pavyonu ve “Barcelona Chair”
Berlin doğumlu mobilya ve moda tasarımcısı Reich, aynı zamanda hem Deutscher Werkbund’un hem de Bauhaus Okulu’nun (Yapı Bölümü’nün) ilk kadın yöneticisi olma ünvanına sahiptir. 1928 yılında Mies Van der Rohe ile tanışan ve Mies’in 1937’de Amerika’ya göç ettiği yıla kadar birlikte çalışan ikili (aralarında aşk dedikoları da çıkmıştır), Barselona’daki Alman Pavyonu da dahil pek çok mimari projeyi birlikte yapmış, birçok kişi tarafından Mies Van der Rohe tasarımı olarak bilinen, yüzyıla damgasını vurmuş mobilya tasarımlarına da birlikte imza atmışlardır. Reich, tasarım ve mimarlık dünyasında bir kadın olarak asıl varoluş mücadelesini ise Mies’in Amerika’ya gitmesinden sonraki savaş yıllarında vermiştir. Berlin’de kalan ve 1939 yılında ofisleri bombalanana kadar küçük işler alarak mesleğine devam etmeye çalışan Reich, bu süreçte Mies ve kendisine ait 4000 kadar çizimi de korumak için olağanüstü bir mücadele vermiştir. Ofisleri bombalandıktan sonra, Hitler yönetimi tarafından savaş bitene kadar zorla askeri projelerde çalıştırılan Lilly Reich tasarım dünyası için gerçek bir kahramandır…
Amerikalı tasarımcı, sanatçı ve film yapımcısı. Cranbrook’ta eğitim gördüğü yıllarda hocası olan Charles Eames ile tanışıp evlenen Ray, Eames soyadını almış (Evlenmeden önceki soyadı Kaiser) ve ikili yüzyıl ortası dönemde tasarladıkları “zamansız” mobilyalarla, tasarım tarihinin en önemli isimleri arasına girmişlerdir.
Solda: Charles ve Ray Eames “La Chaise” sandalyesinin ilk prototipini yapmaktalar Sağda: İkili, kendi tasarımları olan “Eames Lounge Chair”de sohbet ederlerken
Ray Eames her zaman Charles Eames’e göre daha geri planda kalmıştır. Kimilerine göre bu Ray’in kendi isteği, kimilerine göre ise Charles’ın ve erkek egemen tasarım dünyasının bir dayatmasıdır. Tasarladıkları mobilyaların hemen hemen hepsi ikisinin de imzasını taşımasına rağmen, Eames mobilyası denildiğinde birçok insan, bu mobilyaları tek bir kişinin tasarladığını düşünmektedir ve bu isim tabii ki Ray değildir…
(İkili arasındaki ilişkiyi ve bu yıllarda kadın tasarımcı olmanın zorluklarını “Eames: The Architect and the Painter” filminde ayrıntılı bir şekilde görebilirsiniz)
Milan Polytechnic Institute’den mezun olan ilk kadın olan Ferrieri, mobilya tasarımında poliüretan kullanımının da öncülerindendir. Eşi Giulio Castelli ile birlikte kurdukları Kartell, onun yönetimi ve tasarımları sayesinde, bir dünya markası haline gelmiş, plastik mobilya denildiğinde akla gelen ilk isim olmuştur. Kartell için birçok mobilya ve aydınlatma da tasarlayan Anna Castelli’nin en popüler mobilyası, markanın en çok satan ürünlerinden biri de olan “Componibili”dir.
Solda: Anna Castelli Ferrieri ve eşi Giulio Castelli Ortada: “Componibili” Sağda: “Stacking Chair”
Milan Polytechnic Institute’un ilk kadın mezunlarından olan Boeri, mezuniyetinin ardından uzun yıllar Arflex’in kurucusu, ünlü İtalyan mimar-tasarımcı Marco Zanusso ile birlikte çalışmıştır. Poliüretan ve bükülmüş cam gibi yenilikçi malzemelerle yaptığı tasarımlar birçok tasarımcıya ilham kaynağı olmuştur. Poliüretan köpükten, iç iskeletsiz olarak yapılmış ilk tasarım olan “Bobo Divano”, camın bükülmesi ile üretilen “Ghost Chair”, uyku tulumundan esinlenerek tasarladığı “Strips Sofa” ve poliüretan plakalardan oluşan, uzayıp kısalabilen “Serpentone” tasarım alanında birer devrim olarak nitelendirilmektedir.
Solda: “Ghost Chair”a oturmakta olan Cini Boeri Ortada: “Bobo Divano” ve “Strips Sofa” Sağda: “Serpentone”
Danimarkalı mobilya tasarımcısı. Alvar Aalto’nun ahşap büküm tekniklerinden ve Eames’lerin ahşap kalıplama tekniklerinden etkilenmiş, bu alanda araştırmalar ve denemeler yaparak kendi tarzını oluşturmuştur. Tasarladığı mobilyaların birçoğu, dönemin üretim şartlarıyla seri üretime geçememiş, ancak uzun yıllar sonra geçebilmiştir. Üretilmesi oldukça zor olan tasarımları nedeniyle, dönemin önemli erkek tasarımcıları tarafından bazen “fazlasıyla cesur” bazen de “işin suyunu çıkardı” yorumlarına maruz kalmıştır. 1962 yılında İngiliz gazetesi Daily Mirror tarafından açılan “Erkek için tasarlanmış bir sandalye-kadın için tasarlanmış bir sandalye” konulu yarışmada, tasarladığı “He Chair” ve “She Chair” mobilyaları ile birincilik ödülü almıştır.
Solda: Grete Jalk Sağda: “GJ Chair”
Danimarkalı mobilya ve tekstil tasarımcısı. Tasarımlarında birçok farklı malzeme denemiş, özellikle bambu kullanarak yaptığı tasarımlar bu alanda öncü olmuştur. Tavana asılan en ünlü mobilya Eero Aarnio tasarımı “Bubble Chair” olsa da, bilinen ilk tavana asılı mobilyayı Nanna ve eşi Jorgen Ditzel tasarlamışlardır. Mobilyalarının bazılarını bireysel olarak, bazılarını ise eşi ile birlikte tasarlayan Nanna Ditzel, muhtemelen eşinden daha popüler olma başarısını gösterebilmiş tek kadın tasarımcıdır.
Solda: “For Two”ya oturmakta olan Nanna Ditzel Ortada: “Oregon Pine” Sağda: Nanna ve Jorgen Ditzel tarafından tasarlanmış olan “the Hanging Egg Chair”
Kocasının gölgesinde kalan bir diğer önemli mimar-tasarımcı, Alvar Aalto’nun eşi Aino Aalto. Ünlü Fin mobilya markası Artek’in de dört kurucusundan biridir (Biri de Alvar Aalto). Eşi ile birlikte yaptıkları projelerde mobilya tasarımından ziyade iç mekan tasarımı ile ilgilendiği bilinse de, bazı tarihçiler Alvar Aalto’nun mobilyalarının bir kısmını Aino ile birlikte tasarladığı, tasarımcı olarak sadece Alvar Aalto’nun adının geçiyor olmasının, dönemin erkek hegemonyasından kaynaklandığı görüşünde. Özellikle IKEA ve Iittala tarafından üretilen cam ürün tasarımlarıyla ünlenen Aino Aalto’nun, en ünlü tasarımlarından biri de, yine birçok kaynakta sadece Alvar Aalto tasarımı olarak yer alan Savoy Vazosu.
Solda: Alvar ve Aino Aalto Sağda: Aino Aalto tasarımı ahşap şezlong
Macaristan doğumlu seramik ve mobilya tasarımcısı Eva Zeisel, kendini “işe yarar ürünler tasarlayan biri” olarak tanımlamış. Gerçekten de özellikle tasarladığı sofra ve mutfak ürünleri savaş sonrası dönemde hemen hemen her orta sınıf Amerikan ailesinin evine girmeyi başarmıştır. Mobilya ve seramik tasarımları MoMa’nın “good design” başlıklı koleksiyonuna da dahil edilen, günümüzde oldukça popüler olan organik formlu duvar seramiklerinin de mucidi olan tasarımcı, 2011 yılında, 105 yaşında vefat ettiğinde hala ürün tasarlamaya devam ediyormuş.
Solda: Eva Zeisel ve duvar seramikleri Sağda: MoMa’nın koleksiyonunda da yer alan sandalyesi
Lella Vignelli de kocası ile birlikte anılan ünlü kadın tasarımcılardan. Bununla birlikte, bir çoğundan farklı olarak o, kocası ünlü tasarımcı Massimo Vignelli’nin gölgesinde kalmamış. İkilinin ismi her zaman birlikte anılmış, Amerikan ve İtalyan yüksek sosyetesinin verdiği partilerde el ele, kol kola birlikte arzı endam etmişler. Beraber kurdukları “Vignelli Associates” markası ile aralarında Poltrona Frau, Knoll, Ford, American Airlines gibi önemli markaların da bulunduğu bir çok firmaya tasarım ve danışmanlık hizmeti vermiş olan ikilinin en popüler tasarımları “Vignelli Series”, “Intervista”, “Metafora” ve “Creso”.
Solda: Lella ve Massimo Vignelli Sağda: İkili tarafından tasarlanmış ünlü kahve sehpaları
Mimarlık Tarihi derslerinizde hiç Denise Scott Brown adını duydunuz mu. Bu ismi duymadıysanız bile Robert Venturi ismini sık sık duymuşsunuzdur. Peki Venturi “less is a bore” diyerek, modernist söyleme karşı çıkarken ve bu bağlamda işlere imza atarken karısı Denise Scott Brown evde yemek pişirip kocasının eve dönmesini mi bekliyordu? Tabii ki hayır. Venturi’nin işleri olarak bildiğimiz birçok işte, aslında aynı zamanda ortağı da olan D.S. Brown’un da imzası bulunmakta. Hatta meşhur “Learning From Las Vegas” kitabı da ikili tarafından birlikte yazılmıştır.
Solda: Denise Scott Brown ve Robert Venturi Sağda: İkiliye ait bir sandalye tasarımı
“Aslında birçok yetenekli kadın mimar ve tasarımcı var fakat büyük bir çoğunluğu erkekle ilişkileri sayesinde varlar. Ben her zaman kendim için çalıştım ve kendi başıma var oldum”.
Daha çok Fransa’daki Orsay Müzesi’nin mimarı olarak tanınan Aulenti, aynı zamanda oldukça başarılı bir mobilya ve aydınlatma tasarımcısı. 1954’de Milan Polytechnic Institute’den mezun olduğunda, onunla birlikte sınıfta sadece iki kadın bulunuyormuş. Tıpkı günümüzün İTÜ Makina’sı. Knoll, Zanotta, Kartell, Artemide, Stilnovo, Martinelli Luce gibi birçok önemli marka için mobilya ve aydınlatma tasarımı yapan, Fiat ve Olivetti’nin vitrinlerini tasarlayan Aulenti’nin en ünlü mobilya tasarımı olan kahve sehpası, MoMA’nın koleksiyonunda da yer alıyor.
“Table With Wheels”e oturmakta olan Gae Aulenti Ortada: Gae Aulenti’nin portresi Sağda: “Tour Table”
The New Yorker tarafından “iç mekan tasarımının mucidi” olarak betimlenen Elsie de Wolfe, aynı zamanda oyuncu ve “The House in Good Taste” kitabının yazarıdır. Tasarladığı iç mekan projelerinde mobilyaları da kendi yapan de Wolfe, kendisini ne mobilya tasarımcısı, ne de dekoratör olarak tarif eder. De Wolf’a göre o bir “Yaşam Tarzı Sanatçısı”dır. Mobilyanın bir zanaat ürünü olarak görülmesinin yanında, bir tasarım ürünü olarak da görülmeye ve tasarımcıya da zanaatkar kadar değer verilmesi gerektiği fikrine öncülük eden isimlerden olan De Wolf, bunu o dönemde biraz abartmış olacak ki, bir müşterisinden tasarladığı bir mobilya için 17.000 Dolar istemesi üzerine davalık olmuştur…
Solda: Lady Mendl, saç bandı ve köpeği
Ortada: Lady Mendl kendi tasarımı şemsiyeli “daybad”inde güneşlenirken Sağda: Lady Mendl tasarımı sehpa
Moldovya doğumlu tasarımcı Maria Pergay, II. Dünya Savaşı sırasında Paris’e göç etmek zorunda kalmış, 60’lı yıllara kadar kostüm tasarımı, sahne tasarımı ve heykel sanatı ile ilgilenmiştir. Bu dönemde Hermes, Dior gibi önemli markaların vitrinlerini de tasarlayan Pergay, 60’lı yıllara gelindiğinde mobilya tasarlamaya başlamış, özellikle paslanmaz metal kullanarak birçok popüler mobilya üretmiştir.
Maria Pergay ve mobilya tasarımları
İtalya’da doğan Brezilyalı mimar ve tasarımcı Lina Bo Bardi, İtalya’da bulunduğu yıllarda, kendi ofisini açana kadar Carlo Pagani ve Gio Ponti ile çalışma fırsatı yakalamıştır. Kariyerine daha sonra Brezilya’da devam eden Bo Bardi, birçok mimari projeye imza attığı gibi, çeşitli markalar için mobilyalar da tasarlamıştır. Sao Paulo Museum of Art binasının mimarı olarak üne kavuşan Bo Bardi’nin en popüler mobilya tasarımı “Bowl Chair”dır.
Solda: “Bowl Chair”da oturmakta olan Lina Bo Bardi Sağda: “Frei Egidio”
İngiliz mimar ve tasarımcı Alison Smithson, eşi Peter Smithson ile birlikte İngiltere’deki “Yeni Brütalizm” ve “Pop Art” akımlarının en önemli temsilcilerindendir. Daha çok mimari projeler yapan ikilinin en önemli mobilya tasarımları “Trundling Turk” koltuğudur. Rietveld’in ünlü “red and blue” sandalyesinde olduğu gibi, tasarımda De Stijl renkleri kullanılmıştır.
Smithson çifti ve ünlü tasarımları “Trundling Turk”
* Knoll soyadını ilk eşinden, Bassett soyadını ise ikinci eşinden almıştır. Asıl soyadı Schust’tur
** Ünlü mobilya tasarımcısı Robin Day’in eşi olan tekstil tasarımcısı Lucienne Day, eşinin mobilya tasarımlarında somut katkıları bulunmadığı bilinmekte olduğu için bu listeye dahil edilmemiştir.
3 yorum
Vallahi kutlarım. Şahane yazı. Daha çok hanım olmak üzere tüm öğrencilerime şiddet göstermeden tavsiye edeceğim. keza okuyan kazanır, okumayan kaybeder.
Dün okuduğum sahur programı tadında bir yazınız vardı ona iki kelam edeyim derken bu yazıya denk geldim. Çok beğendim, oldukça da faydalı buldum. Tebrik ederim.
Selamlar
Teşekkürler 🙂