Ankara'yı civar şehirlere bağlayan ana yollar üzerine "5 girişe 5 kapı" konseptiyle anıtsal kemerler inşa ediliyor.
Belediye Başkan Melih Gökçek bu kapılar hakkında basında şöyle diyor: “Büyüyen, gelişen ve yapıtlarıyla da örnek olmaya başlayan Ankaramıza gelen ziyaretçileri bu kapılarda karşılayacağız. Ziyaretçiler, kapılardaki bu ihtişam şehrimizde yaptığımız birbirinden önemli projelerimizle bütünlük sağlayacağı için de Ankara’daki estetik ve modernliğin güzelliğini daha kapıda anlayacaklar”. Başkan Melih Gökçek, herhalde yaptırdığı otoyol benzeri bir kaç gidiş gelişli devasa yollar ve alt geçitlerle hatırlanacak. On dokuzuncu yüzyılda görülen oryantalist/eklektik panayır mimarisini andıran giriş kapılarının bu “büyük” yollar projesinin simgesi gibi düşünüldüğü yukarıdaki ifadesinden anlaşılıyor.
Başkan Gökçek’in modernlikle özdeşleştirdiği kent kapısı kavram ve uygulama olarak bu haliyle modern değil, tersine çağdaş şehirlerde çoktan terkedilmiş bir gelenek. Aslında, “kapı” kavramının çok yoğun bir anlam evreni var. Kapı tarihte siyasi iktidar, hakimiyet ve egemenlik simgesi, ama bunları aşan kozmolojik ve dini anlamlara da sahip. Kapı, bir boyuttan diğerine, dindışı alandan kutsal alana, kaostan kozmosa, hissedilen alandan hissedilemeyen alana geçişin bir simgesi oldu. Kapının, özellikle taç kapı (portal) ve eyvan biçimini alan örnekleri, üçüncü bir boyut kazanarak ara mekanlar yarattı. Bu mekan kazanımı, bir yere giriş ve çıkış eylemlerini birer sürece dönüştürerek ilişkili törenlerin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Konut kapısının mahrem alana geçiş yeri olmasından kaynaklanan düz bir anlam, saray ve tapınak kapısının ise yan anlamlar yarattığı görülür. Ev girişinde kılık kıyafet düzeltilir, gerekirse ayakkabı çıkartılır; dua edilir; karşılama ve uğrulama yapılır. Aynı zamanda kamu niteliği olan saray-konutta bu törenler daha da çetrefilleşir. Topkapı Sarayı’nın kapısı (bâb) hukuki statüsünü şeriattan alan Sultan’ın neredeyse kutsal olan egemenliğinin simgelendiği alana giriştir. Devlet erkanının toplandığı Arz odası üçüncü kapı olan Babüssaade’nin hemen ardında yer alır. Babüssaade tahta çıkış, bayramlaşma, arife divanı ve ayak divanı törenlerinin yapıldığı yerdi. Bâb-ı Âlî, yani Yüce Kapı ise Osmanlı Hükümetinin simgesi olarak Batı dillerine birebir tercüme edildi (ör. İngilizce’de Sublime Port). Kapının “simgesel gücü” herhalde en iyi bu şekilde ifade edilebilir.
Bâb-ı Âlî (Wikipedia)
Kent girişleri de farklı bir anlam taşımaz. Eski kentlerin giriş kapılarında her zaman egemenlik ve iktidar simgeleri yer aldı. Bunlar arslan, kartal, kompozit hayvanlar, mitolojik kahramanlar, imparator heykelleri, arma, haç, tura gibi simgeler ve kitabeler olabilir. Kente giriş kapısı bu şekilde sadece insanların gelip geçtiği bir açıklık değil, hükmeden otorite ve baskın inanç sistemi hakkında bilgi verilen/alınan yerdi. Babil, Hitit, Asur, Pers, Yunan, Roma, Bizans, Selçuk ve Osmanlı kentlerinde binlerce yıl boyunca böyle oldu.
Tarihte “taş kaplı kaldırımlı yol” Romalılar ile özdeşleşmiş gibidir. Romalılar aynı zamanda sütun-kemer düzeninin mucidi olmasalar bile en yaygın uygulayıcısıydı. Bu iki kavram bir arada düşünüldüğü zaman yollar üzerinde kemerle inşa edilen “zafer takı”nın arkasındaki mimari proje anlaşılabilir. Zafer takı, Roma imparatorlarının egemenlik simgesi olarak görülebilir. Aslında eski şehir surlarındaki kemerli kapının yollar üzerine bağımsız olarak inşa edilen türevidir. Ancak daha sonra zafer takının sur girişlerine de uygulandığını görürüz. Antalya’da Hadrianus Kapısı (M.S. 130) ile İznik’de yine Hadrianus döneminden kaldığı düşünülen Lefke Kapısı eski girişlerin yerine inşa edilen zafer takı biçiminde kapılar. İstanbul’da İmparator II. Theodosius tarafından 5. yüzyılda inşa edildiği düşünülen Yedikule’deki Altın Kapı (Porta Aurea) da bu şekilde. Altın Kapı imparatorların zafer dönüşünde veya çok önemli ziyaretçilerin kente girişinde kullandığı girişti. Bu kapılardan en fazla kutsallık yükleneni Kudüs’ün eski kent duvarları üzerindeki Altın Kapı olmalı. Bu kapı, Yahudi inancına göre Mesih geri geldiği zaman İlahi Varlığın görüneceği yer olarak kabul edilir. Hristiyanlara göre ise Meryem Ana’nin annesi ile babasının karşılaştığı yer ve Hz. İsa’nın geçtiği kapıdır. Konuyla ilişkili olarak İsa Peygamberin “Ben bir kapıyım; eğer bir kimse benden girerse kurtulur” (Yuhanna 10/9) sözü de hatırlanabilir. Kent girişi ile zafer takı, her ne kadar birincisi ikincisini öncelese de birleştirildiğine göre, sahip oldukları anlam dünyasında ortaklıklar bulunur. Ancak Romalıların icad ettiği “zafer takı” doğrudan “zafer” simgesiydi.
Hadrianus Kapısı (TÜRSAB Fotoğraf Galerisi)
Roma’da Via Triumphalis’de yer alan Constantine Zafer Takı (M.S. 315) eski Roma anıtlarından devşirilen kabartmalara sahip. Bunların Roma’nın altın çağını hatırlatmak amacıyla yerleştirildiği söylenir. Eski dönemlerin mimarisini hatırlatan malzeme ve dekorasyon ögelerinin kullanımı Ortaçağ ve antik dönemde rastlanan bir durum. Constantine Zafer Takı, Roma Senatosu tarafından İmparator Constantine’in Maxentius’a karşı kazandığı zaferin anısına yaptırılmıştı (M.S. 315). Daha erken tarihli zafer takları arasında İmparator Titus’un Juadea zaferini ve ilahi yönünü (apotheosis) simgeleyen Roma Forumu’ndaki tek açıklıklı kemeri (M.S. 81) ve Septimius Severus’un Partlara karşı kazandığı zaferi simgeleyen aynı yerdeki üç gözlü kemeri (M.S. 203) sayılabilir. Üçlü giriş kavramı Orta Çalarda da yaşadı. Gotik katedrallerin giriş bölümleri zafer takı gibi şekillendi. Bunlara İsa’nın bedeni ve Göksel Kudüs’ü simgeleyen ibadet yerine giriş anlamı verildi. Hatta Roma etkisi İslam mimarisine de yansıdı. Cordoba Ulu Camisi’nin batı duvarındaki üçlü girişler (10.yy) Endülüs Emiri’nin camiye girip çıktığı kapılardı. Bu kapılar Roma İmparatoru Diocletianus’un Spalato’daki sarayının girişlerini hatırlatır.
Constantine Zafer Takı (tipnot.blogspot.com.tr)
Osmanlı mimarisinden örnekleri de atlamayalım. Mimar Sinan’ın Selimiye Camisi’nin (1575) avlusuna bakan son cemaat revağı ortadaki geniş yanlardaki dar ve alçak kemerleriyle bir zafer takı gibi şekillenir. Bugün İstanbul Üniversitesi’nin Bayezid Meydanı’na bakan avlu kapısı aslında bir zafer takıdır. Eski adı Bab-ı Seraskeri olan bu yapı Osmanlı Genelkurmay Başkanlığı’nın (Harbiye Nezareti, 1867) bahçe girişine yerleştirildi. Üzerinde bir askeri tesise giriş olması bakımından anlamlı yazıtlar bulunur. Ortadaki “Askerlik İşleri Dairesi” yazısının iki yanında Kur’an’daki Fetih suresinin ilk ve üçüncü ayetleri yer alır: “Şüphesiz biz sana apaçık bir fetih verdik” ve “Allah sana şanlı bir zaferle yardım etsin”. Bu yazıların gösterdiği gibi, zafer takının Roma döneminden beri bilinen sembolizmi Osmanlı dünyasında da tanıdıktı. Dolmabahçe Sarayı’nın ana giriş kapısının da bir zafer takı gibi şekillendiğini hatırlamakta fayda var. İstanbul Aksaray’daki Pertevniyal Valide Sultan Camisi’nin avlu girişi de zafer takı esinlidir (1871). On dokuzuncu yüzyılda zafer takı mimarisinin yaygınlaşmasının nedeni herhalde Paris’de Champs-Élysées’nin batı bitiminde Étoile Meydanı’nın ortasında inşa edilen Arc de Triomphe, yani Zafer Takı’dır. Bu anıtın inşasına İmparator Napoleon tarafından Austerlitz zaferinin hatırasını yaşatmak amacıyla 1806’da başlandı. Yani bu tür yapılar, on dokuzuncu yüzyılda, yine “zafer” kavramı çerçevesinde inşa edildi. Bu arada, daha önce XIV. Louis’nin zaferlerini kutlamak için 1672’de Paris’de inşa edilen Porte Saint-Denis kemeri Rönesans sonrasında canlanan Roma geleneğinin bir başka örneği. Modern çağlara gelince. En yakın tarihli örnek 1982 yılında Kuzey Kore’nin Pyongyang şehrinde inşa edilen dünyanın en büyük zafer takı. Bu yapı, Başkan Kim İl-Sung’un Kore’nin Japon egemenliğinden kurtuluşu için gösterdiği direnişi simgeler. Bu kemerin tasarımı, Batı ve Güney Doğu Asya kökenli biçimler soyutlanarak yerel geleneğe uygun olarak elde edildi.
Bab-ı Seraskeri (www.kitabeler.net)
Dolmabahçe Sarayı Ana Giriş Kapısı (Wikipedia)
Arc de Triomphe (Wikipedia)
Pyongyang Kemeri (Wikipedia)
Yukarıda İmparator Constantine’in Zafer Takı’ndaki devşirme malzeme kullanımının olasılıkla Roma’nın eski ihtişamını yaşatma amaçlı olduğunu belirttik. Benzer şekilde, Başkan Melih Gökçek’in inşa ettirdiği bahse konu kapıların üzerindeki Selçuklu kümbet külahları, Osmanlı kuleleri ile on dokuzuncu yüzyıl oryantalizmi ve Milli Mimarlık üslubu esinli başka ögeler birer geçmişe özlem ifadesi. Başkan Gökçek de bunların “Osmanlı ve Selçuklu mimarisinin esintilerini taşıdığı”nı söylüyor. Kısaca burada görülen, Türk-İslam sentezinin Selçuk-Osmanlı hayranlığının eklektik kapılarda somutlanmasıdır. Burada bir “altın çağ özlemi” hissediliyor. Ancak “göze parmak sokularak” yapılan bu iş bir “parodi” halini almış. Bir yandan da yeni açılan yollar ağının parçası olan tartışmalı bir bulvara bugünlerde “1071 Malazgirt” adının verilmesi, “zafer” kavramının da Başkan Melih Gökçek ve mensubu olduğu siyasi görüşün bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde gündeminde olduğunu düşündürüyor. Son yıllarda yaptırılan pek çok inşaat projesinin Ankara’nın sol, sosyal demokrat, Cumhuriyetçi, asker-bürokrat ve laik-Atatürkçü kesimleri tarafından keskin bir muhalefetle karşılanması, fakat projelerin yaptıranlar tarafından kamuoyunu ikna çabası gösterilmeden inşa edilmiş veya ediliyor olması, “kazanılmış bir zafer” duygusu yaratmış da olabilir. Yani kısaca, “muhalefet edene karşı zafer”. Bu bir yorum. Öte yandan ne yapalım ki 2014 yılında beş adet zafer takı bütün ihtişamıyla ortaya çıkmaya başlayınca bunlar düşünülüyor. Peki bunları yaptıranlar, başka yerlerde yapıldığı gibi kapılara neden açık anlamlar atfetmiyor?
Paris’deki Arc de Triomphe 1920’den sonra Adsız Asker anıtı haline geldi. Yine aynı yapının altından geçen yolun ekseninde La Défense adı verilen iş merkezinde inşa edilen Grande Arche (1989) yani Büyük Kemer, aynı zamanda Kardeşlik Kemeri (La Grande Arche de la Fraternité) adını taşır. Fransız Devrimi’nin 200. yıldönümünde açılan bu kemerin adı, bir halkın başka bir halka acı vererek üstün gelmesini çağrıştıran “zafer” kavramı yerine “barışı” vurgulamak için seçildi. Bu yeni kemer, zafer takının eski anlamıyla hakimiyetine son veren nokta, zafer kapısını “barış kapısı”na dönüştüren bir simgedir. Sahip olduğu soyut mimari nitelikler de onu modern Paris’in önemli bir odak noktası yapar. Bu örnek yapı, çağdaş dünyada militarizmin en güçlü ifadesi olan “zafer takı”nın artık evrensel barışın simgesine dönüştüğünü gösterdi.
La Grande Arche de la Fraternité (www.picstopin.com)
Başkan Melih Gökçek’in bu kent kapıları bugün yaptıran tarafından herhangi bir kavramla açık olarak ilişkilendirilmiyor. Belki de pek anlamlı olmayan bir şekilde beş tane birden yapılınca buna pek imkan da kalmıyor. Niyetler sadece cümle aralarından ve mimari ifadeden yakalanabiliyor. Bu kapı denen, ama bariz bir şekilde “zafer takı” olan yapıların, geçmişte kalan ama artık örneği görülmeyen bir alışkanlıkla siyasi bir iz bırakma çabası mı olduğu, yoksa çağdaş dünyanın önem verdiği sağduyu eseri bir kavramı mı temsil ettiği açık olarak ifade edilmeli. Eğer hiç bir şeyi temsil etmiyorsa neden inşa ediliyorlar? Hangi kavramla ilişkilendirilsin -veya ilişkilendirilmesin- bu kapıların mimari nitelik sorunu olduğu da bir gerçek. Bunlar kaba arabesk yapılar. Kamu alanında geliştirilen mimari projeler kamuya açık yarışma ve jürilerle elde edilmediği, uzmanlar ve halka danışılmadığı sürece böyle çağdışı tasarımlarla karşılaşmaya devam edeceğiz. Bu kapılar fikir olarak gündeme geldiği zaman bir proje yarışması düzenlemek, gelen teklifleri bir sergi ile halka sunmak, uygulanma gerekçesini anlatmak, hatta finale kalan seçenekleri halkın oyuna sunmak neden mümkün değil bu ülkede? Yanıt galiba basit: Herhalde bunları yapmak yaptıranlara zafer duygusu yaşatmayacağı için!
Ali Uzay Peker, ODTÜ Mimarlık Tarihi
1 Yorum
Şehir için bir şeyler yapmak, farklı da olmak, rutin hizmetlerin dışında kamuoyunda hareket oluşturmak vb. amaçların maddi ve idari imkan ile de birleşmesi ile ortaya çıkan projeler olarak değerlendirilebilir “KAPI” yapma çabası. Bununla beraber, kültürel destek bulunamayınca karma/melez ama doğulu görünme saiki ile bir gayret görünüyor. Şehir idarecilerinin yapmaları gereken en önemli şey “şehir bütçesini” en uygun şekilde kullanmak. Bu kullanım için de, depreme karşı güvenli, kaliteli yaşam sağlanan, yeşili, donatısı yeterli ve suç oranı, işsizlik oranı düşük barışık ve dost bir şehir oluşturulabilmesi için tek kuruşun bile ziyanı vebal. Ara sıra gündeme bu kabil önerilerle çıkılması, bahse konu refahın nasılsa sağlandığı duygusunu veremiyor ne yazık ki. Çünkü bu vasatın aynı zamanda olgun bir kültürel gelişimi de beraberinde taşıması beklenmelidir. O zaman bu kabil öneriler coşkulu onaylarına kavuşabilirler. Aksi halde bir çocuğu aç ve çıplak olan babanın, bir başka çocuğuna pahalı bir oyuncak alması ve gülümseyerek onunla poz vermesinin bir inandırıcılığı haliyle olamıyor?